Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '13

 
Kategori
Öykü
 

Zengin Dostum

Zengin Dostum
 

O vakitler sosyete partilerinden çıkmıyordum. Yakın bir dostum vardı, ailesi oldukça varlıklıdır. Bu dostum, otuzbeş yaşındaydı ve şair olmaya çalışırken son on yılını üniversite eğitiminde harcamıştı. Bir gün bedelli askerlik çıkınca üniversite eğitiminin gereksiz olduğuna karar verdi ve okulu bıraktı.

Neyse, zengin dostumun beni tuhaf ortamlara sokmasından rahatsız değildim. Bu partilerde hayatımda tanımadığım insanları görüyor, çok ilginç olaylara tanık oluyordum. Din ve devlet yasalarının olmadığı zaman dilimi içindeki bir boşlukta verilen partilerdi bunlar. Sanki hayatıma küçük bir pencere açılmıştı. Neler olmuyordu ki…

Sanırım bu kısıtlı zamanda partilerin en tuhafından bahsetmek uygun olur.

İstanbul'un kara teslim olduğu kış gecesinde boğaz manzaralı bir evin kapısından içeri girmiştik. Arkadaşım, bana doğru eğilip: “Bak, burada gördüğün şeyler hiç yaşanmadı. Yarın gazetelerde göreceğin, okuyacağın haberleri sakın kurcalama.” dediğinde pek anlam verememiştim.

Evin büyük salonundan içeri girdiğimizde yüksek tavanları taşıyan duvarlara şık insanların gölgeleri düşüyordu. Ellerinde kadehler tutan gölgeler, gülen gölgeler, dans eden gölgeler etrafımı sararken sarı ve müşfik bir ışık tenimi okşuyor, içimi ısıtıyordu. Biliyordum o ışığın sahte güneş olduğunu ancak alkol ve müzik gerçekmiş gibi hissetmemi sağlıyordu. Eh zaten bu işe yaramıyorlar mı?

Bir an için bana güneşin aslında var olmadığını söyleyen yazarın sözlerini düşündüm. Büyük ihtimalle böyle bir ortamı kastetmiş olmalıydı. O yazara ne mi oldu? Sanırım öldü…

Bir köşede içkilerimizi yudumlarken, birbirinden şık inci kolyelerin, elmas gerdanlıkların çıplak kadın boynunda sergilendiği bir müzede, kadın kahkahalarıyla kendimizi sarılmış bulduk…

Biraz ötede zengin iş adamları, porselen dişleriyle çekinmeden gülümseyerek konuşuyorlardı.

“Şekerim, biliyorsun bu yıl ekonomi beklediğimizden iyi gidiyor. Özellikle altın piyasası…”

“Yurt dışındaki dövizimi getirdim. Doların bu kadar yükselmesi elbet işime yaradı. Hahaha.”

Dostum, bana yaklaşıp şöyle dedi: “Bak şu karşımızdaki üç adamı gördün mü?”

“Evet.”

“O üç adamın şirketlerinde çalışan sayısı üç binden fazla.”

“Tanrım buna inanabilmek çok güç. Bu adamların yürüyerek evlerini bulmaları bile mucize.”

“Sessiz ol. Zenginleri karşına almak, onları kızdırmak istemezsin. İnan bana.”

İşte bu sırada salondaki yirmi beş kadar insan bir anda sustu. Bilinmeyen bir yerden gelen işaretle sessiz kalmaları gerektiğini biliyor gibi öylece bekliyorlardı.

Salonun kapısından içeri üç kişi girdi. İki adamın arasında kısa boylu, göbekli bir adam gülümsüyordu. Yanında duran iki adam, yabancı bir ortama bırakılmış yavru kedi misali öyle zavallı görünüyorlardı ki üzerlerindeki şık elbiseler, onların kaybetmiş ruhlarını kurtarmaya yetmiyordu. Asık yüzlü bu zayıf iki adamı salona sokan beyefendi daveti veren ev sahibiydi. Kısaca onları bize tanıştırdı. Dostum, kulağıma eğilip: “İşte, gerçek parti şimdi başlıyor.” Diye fısıldadı.

“Kim bu adamlar?”

“Bunlar yarın intihar edecek olan iki zavallı.”

Yüzümün rengi kaçtı. “Anlamadım? İntihar mı edecekler?”

“Evet. Sosyetenin yeni modası bu. Ölecek olan insanlarla bir araya gelip, kaynaşıyorlar.

“Ama, bunun kime ne faydası var? Hem bu adamların burada ne işi olur ki?”

“Öyle deme. Mesela şu esmer olan, hayatı boyunca başarısız olmuş, kurduğu işlerin hepsi batmış, uçan kuşa borcu var ve psikolojik olarak çöküntü içinde… Ancak bu davete katılıp zenginlerin gönlünü hoş tutarak ölmeden önce geride kalan ailesine yüklü bir miras bırakacak. Diğeriyse günlerdir aç, kemikleri sayılıyor, son on yıldır karnı belki hiç doymamış, artık yeter diyerek canına kıymaya karar vermiş ve ölmeden önce bu dünyanın zevklerini tatma şansına sahip olacak, kalite yemek ve içki hatta belki ona acıyan ve geceyi birlikte geçireceği kadın bile bulabilir burada. Gerçek bir kadından bahsediyorum…”

“Bu hastalıklı bir düşünce. Bunu yapamazsınız. Hem bu insanlara neden yardım etmiyorlar? Onlara bir miktar para verirler, onlar da hayatlarını yoluna koyar.”

“Ah dostum. Doğuştan zengin olmadığın o kadar belli ki... Bir zengin gibi yaşıyor, fakir gibi düşünüyorsun. Zengin kalabilmenin şartı dünyada aç insanların devamlılığını sağlamaktır. Bunu benden başkası sana söylemez. Hem bu insanlara yardım ederlerse şu gördüğün zenginler nasıl tatmin olacaklar? Onları heyecanlandıran tek şey ölümdür. Ölümden öncesini satın alabilirsin peki ya sonrasını? İşte ölüme yakın bu iki zavallı insanla, bir araya gelerek kendilerini tatmin ediyor zengin dostlarımız.”

“Peki bu intihara meyilli kişiler ya intihar etmezse? Buradan eğlendikten, yiyip içtikten sonra çıkıp giderlerse ne olacak?”

“Ah arkadaşım, hiçbirimizin hayatla sözleşmesi yok. Bu gece onlar için güzel bir anı olarak kalır o kadar, ancak az önce sana ne dedim? Asla zenginleri karşına almak istemezsin. Emin ol bu adamları takip eden kişiler vardır. Az önce sana üç kişi gösterdim. Üç bin kişiye işveren üç adam. Şu salondaki insanların iş çevrelerini biliyor musun? Onlara yapılan hatayı unuturlar mı sanıyorsun? Adının üzeri çizildiği an bu ülkede iş bulman o kadar zor ki… Bugün olmazsa birkaç ay sonra yine kendilerini aç, sefil bulur ve bu kez tren garında kavuşan sevgililer gibi koşarak giderler ölüme.”

“Tanrım, öleceğini bilen bir insanla daha önce hiç karşılaşmamıştım.”

“O kadar abartma. Sen bir gün öleceğini bilmiyor musun?”

“Biliyorum elbet. Bir gün ölücem ancak bu adamlar yarın hayatta olmayacak. Bunu bilerek nasıl böyle güler ve eğlenirler?”

“Bak şu esmer olan, nasıl da içiyor, karideslere kaptırmış kendini… Yarın köprüden atlayacak.”

“Tanrım… Ya diğeri?”

“O havagazını tercih etmiş. Uykusunda gitmek istiyor. Konuşmak ister misin onunla?”

“Bilmiyorum, baksana etrafları çok kalabalık.”

“Ben birazdan dönerim.” Dedi zengin dostum ve gözden kayboldu.

Bir süre uzaktan o iki zavallı adamı izledim. Çok kısa süre içinde bu zengin zümrenin parçası olmuştu ikisi de… İçki kadehlerini tutuşlarından, aperatifleri yeme tarzları, kahkahaları kadar zengin görünüyorlardı, yüzlerinin soluk rengi ve elbet dişlerinin bakımsızlığı dışında bu partinin parçasıydılar. Daha fazla kalamadım. Yersiz bir baş dönmesi ya da ruhsal bir bunalımdı. Belki bir sonraki konuk ben olurdum partiye. Kimbilir?

Evime gelip sızana kadar içtim. Ertesi sabah kahvemi içiyor merakla gazeteleri kontrol ediyordum. Önümde on farklı gazetenin ikinci sayfa haberleri açıktı, hepsini sırayla gözden geçiriyordum. Gazetelerden birinde o esmer adamı gördüm. Köprüden atlayan ve hayatta kalan şanslı insan diyordu gazete haberi. Ancak diğer adam hakkında hiç haber yoktu. Belki vazgeçmişti. Kimbilir? Birkaç gün sonra zengin dostumla karşılaştığımda ona diğer adamı sordum.

“Ha o mu? Partiden bir kadınla ayrıldı. Sanırım sevgili oldular. Ciddi bir aşk yaşadıkları konuşuluyor. Ama bilirsin, cemiyet hayatında dedikodulara güven olmaz.” diyerek gülümsedi…

     

 
Toplam blog
: 57
: 122
Kayıt tarihi
: 25.04.12
 
 

İnsan ve hayvanı bir severim. Saygıdan hoşlanmam. Zımparalanmış köreltilmiş sevgiden de.. Kib..