Geceye doğru yıldızlar daha da parlamıştı. Kim demişti gece karanlıkta hiçbir şey görülmez. İnsan kendini saran şeyleri düşünürse her yer aydınlık olurdu. Ama insanın yapacağı bir şey olsun. Heyeca..
Hava soğuktu. Meteoroloji karın yağacağını söylüyordu. Artık hayat birkaç gün beyaz olacaktı. Sadık güneş olmasına rağmen üşümüştü. Yerinden kalktı. Sandalyesini eline aldı. İçeriye geçti.
Arif’in söylediği her şeyin sonu mantığa ulaşıyordu. Bilgiliydi. Bilgisi çok kitap okumaktan geliyordu. Üzerinde en çok durduğu konu israftı. İsraf etmeyi sevmezdi. Diğer taraftan Arif’ten bıkmıştı..
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bahçenin birinde bir tırtıl yaşıyormuş. O tırtılın karnı çok acıkmış. Tırtıl bir elma ağacının altında elmalara ağzının suyu akarak bak..
Sabah henüz yeni oluyordu. Güneş kızıllığını muazzam bir şekilde veriyordu. Gök yüzünün berraklığı ışığı her yerine kabul ediyordu. Tepe kızıllığın rengindeydi. Radyolar öğlen güneşin kavuruc..
İskenderun uyanmaya başlarken insanlar okuluna giden öğrenciler, memurlar, bakkaldan sabah ekmeği almaya gelenler, işine gitmek için otobüs bekleyenlerdi. Altı apartmanın bir arada olduğu yer..
Işıkların aydınlattığı sokakta sis tabakası içine gireni gizemlere götürüyordu. İnsan adeta bir adımdan sonra kayboluyor ve bir daha görünmüyordu. Caddede yürüyen insanlar bundan şikayetçi değildi...
Yol çok uzaktı. Güneş ufukta kızıllığını gülümsüyordu. Birileri uyumakta olan güzelliğin yolunda ilerleyip güzelliğin çarşılarından geçip güzelliğin, insan seslerini, araba seslerini duymak özlenen..
Güneş yeni doğmak üzereydi. Hava serindi. Serçelerin cıvıltısı her taraftan duyuluyordu. İki katlı evin balkon kapısı açılmıştı. Kapı bir süre öylece bekledi. Sonra odanın penceresi de açı..
Yıl bin sekiz yüz kırk beş. İstanbul sabaha yeni kavuşuyordu. Bakkal Süleyman dükkanını henüz yeni açmış. Hava soğuk. Dükkanın içi dünden kalma ısı ile biraz sıcak. Raflarda bakliyat dizil..