Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '14

 
Kategori
Deneme
 

Gelen,giden hep adaleti hedef gösterdi

Gelen,giden hep adaleti hedef gösterdi
 

Sanık alacaklı olduğuna göre adalet hakkında tazminat davası açabilir


Gelen vurdu, giden vurdu neden bizi korumuyorsun dediler, o dayanamadı içten yaralandı.

Gelen dalını kırdı, giden yaprağını kopardı, bize meyve ver dediler, o tahammül edemedi soldu.

Gelen heybesine taş doldurdu, giden heybesine taş doldurdu, taşımalısın, götürmelisin dediler, o taşıyamadı çöktü yoruldu.

Gelen hedef gösterdi, giden hedef gösterdi suçlu budur dediler, o her atışta yara aldı vuruldu.

Gelen yanlış reçete yazdı, giden yanlış ilaç yazdı, bunları kullan, güçlen dediler, o yanlış reçete, yanlış ilaç  sonucu hastalandı. 

Peki, kimlerdi bu vuranlar, dalını kıranlar, yaprağını koparanlar, heybesine taş dolduranlar, yanlış reçete yazanlar, hedef gösterenler. Siyasetçiler ve siyasi iktidarlar. Siyasetçilerin urbalarına zorla yama olanlar.

Varidatlarına güvenenler, İhtilal' ler ( darbeler ), bütün Sıkıyönetimler adaleti zayıflattı, 12 Eylül ihtilal'lin en yetkili ağızlardan “ biz yakaladık, gönderdik, onlar serbest bıraktılar” açıklamaları yapıldı, hedef gösterildi. 

Gönderdikleri nelerdi, zor ve baskı altında alınan ifadeler, delillerden yoksun, emarelerden uzak mevcutlu Fezlekeli evraklar.  

İşte bunlar ve bunlara benzer haksız tenkit ve söylemler sonunda adalet böyle yıprandı. Fertlerin hak ve hukuk ihtiyacına cevap vermeyen, yetersiz, hantal, dengesiz, bir mevzuat yükü ve son derece ağır işleyen bir yargı mekanizması meydana geldi. 

İnsanlar mahkeme kapılarında adeta sürünmekte. Adalet teşkilatı her bakımdan yetersiz, sahipsiz ve bakımsız kalmış, personel kendi kaderine terk edilmiştir.

Toplum içinde dövülmüş, kurşunlanmış, yaralanmış, sakat kalmış, hakarete uğramış, evden dışarı atılmış, evi, barkı, yakılıp, yıkılmış, malları ve paraları çalınmış dolandırılmış mağdurlar, başlarına gelen bu felaket ve uğradıkları bu haksızlıklara karşı hukukun yeterli himayesini göremediği için devletinden ümit kesmekte, kaderine küsmekte, ülkesinden soğumakta, içindeki adalet kavramını kaybetmektedir.

Peki, Adalet yeni mi hastalandı? Hayır, adalet bidayetten beri hastaydı. Doğru teşhis, doğru tanı konmayan bir hastalığa duçar kaldı.

Konu ile ilgili kıssa bir anı:

1990 yılında daha önce birlikte çalıştığımız sonra Adalet Bakanlığı Personel Genel müdür muavini görevini ifa eden Hâkim Sayın Erdal Özcan’ı ziyaret ettiğimde hayli meşguldü. Buna rağmen yine zaman ayırdılar sordum nedir bunca meşguliyetiniz.

Burakgazi bu gün Ankara Hâkim Evi açılışı var, açılış konuşmasını hazırlıyorum dedi. Elbette böyle zamanlar çok değerli müsaade istedim. Aynı gün akşam Çankaya da bulunan eski Adalet evindeyiz. Akşam haberlerini dinleyeceğiz masamızda Malatya Cumhuriyet Başsavcısı Cevat Bey var.

Başsavcım gözünüz aydın olsun artık bu eskimiş binadan kurtulacağız yeni Hâkim evi açılıyor dedim. Hayırlı olsun dedi. Cevat Bey, gazete okumaya devam ediyor.

Ben Hâkim evinin açılışından ziyade Sayın Erdal Özcan’ın hazırladığı konuşma metnini merak ediyorum. Adalet Bakanlılığı Müsteşarı Sayın Arif Yüksel açılış konuşmasını yapıyor.

Bir ara baktım Cevat Bey gazete okumayı bırakmış, haberleri dinlemiyor, derinden, derine düşünüyor.

-Sayın Başsavcı, hayırdır ne oldu, neyi düşünüyorsunuz,  

*Arkadaşımı düşünüyorum,

-Ne oldu arkadaşınıza,

*Sizlere ömür, arkadaşım öldü,

-Ey vah başınız sağ olsun,

*Hepimizin başı sağ olsun,

-Yakından mı tanıyordunuz?

*Görev aldığım her yerde birlikteydik, çok seviyordum arkadaşımı.

-Trafik kazası mı, hastalık mı, kaç yıl hizmeti vardı? 

*Burakgazi beni zorla konuşturacaksın, benim arkadaşım Adalet’ti arkadaşım adalet öldü. Ben ne yapayım Ankara Hâkim evinin açılışını.

İşte bu anı da gösteriyor ki Adalet eskiden beri rahatsızdı, vuranlar vurmaya, hedef gösterenler hedef göstermeye, yanlış reçete yazmaya devam edilince hastalık ilerledi, teşhis, tanı konmadı, vücut güç ve direncini kaybetti.

Adalet hizmetinin ifasında açıklık, basitlik, yeterlilik, sürat ve hakkaniyeti sağlamak artık devletin ve iktidarların başlıca en acil görevleri olması gerekirken adalet hala üvey evlat muamelesi görmektedir.

Gerçekleri bilmeyen, görmeyen, uzlaşma yolunu kaybetmiş ihtilaflı bir toplumuz. Öncelikle ihtilafsız bir topluma ulaşacak yol bulmalıyız. 

Sonra nizasız ( çekişmesiz ) yargı ve tahkim ( kuvvetlendirme ) yöntemleri ile adalet yükünü hafifletmeliyiz. Her önüne gelen adaletin heybesine bir taş atmış. Yük o kadar ağırlaşmış ki terazi aciz kalmış, kantar bile bu ağır yükü tartamıyor.

Adalet’ten kıl kapıyı ayrılmadan adaletin yükü hafifletilmediği müddetçe adaletin çarkı hızlanmaz. Çark böyle yavaş döndükçe mağdur, müşteki, davacı, alacaklı nihayetinde hak arayanların sayısı artacaktır.

Hukuk etkinliğini sağlanmak için Hukuk eğitimi değişmeli, mevzuat yenilenmeli. Adalet Ankara bağımlılığından kurtulmalı. Seçimli,  sandıklı, zarflı, oy pusulalı Başkan seçiminden vazgeçilmeli. Adalet Akademisi elini taşın altına koymalı. Adaletin önündeki siyaset engelleri mutlak surette aşılmalı.

İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza kanununa göre cezalandırılan ve Alman Ticaret kanununa göre iş yapan kişi/ kişiler olmaktan kurtulmalıyız.

Bilmeliyiz ki adalet terazisi bu kadar ağır sıkleti çekemez Kanun devletinden Hukuk devletine, İhkakı Haktan Yargıya güven’e, Cebin ( korkak ) Adalet’ten fatin ( zeki ), fehim ( anlama-kavrama ), müstakim ( doğru yol ), emin, mekin ( vakarlı, temkinli, güç sahibi ) adalete ulaşmalıyız.

Artık öyle bir toplum olmalıyız ki “ Allah ne hekime, ne hâkime muhtaç etmesin” sözünü güvene çevirmeliyiz.

Eğer adalet dağıtıcılarının önündeki aşılmaz engelleri görseydiniz, bilseydiniz siz onlara hak verirdiniz. Ne çare söyleseler olmuyor, söylemeseler vicdan sızlıyor.

 

Kıymetli okurlarımıza saygılar sunuyorum.

Mehmet BURAKGAZİ / MERSİN

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                   

 

 

 

 
Toplam blog
: 608
: 2204
Kayıt tarihi
: 12.04.12
 
 

Bingöl'de, Baharın son ayında, ikindi üzeri un ambarı (kiler) arkasında, ebesiz, hemşiresiz, Emin..