Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Açlık Ekmeğin Katığı...

Açlık Ekmeğin Katığı...
 

Yetkili kişi: "Doğuda açlık var deyip duruyorsunuz ama..." dedi, "Gerçekten var mı bakalım?"
Dinleyenlerden biri: "Biz de inanmıyoruz" dedi. "Bu olsa olsa bir oyundur."
"Evet oyundur. Karşımızdakilerin oyunu. Bozguncuların!"
"Farzedin açlık var. Ne demiş atalarımız: Açlık ekmeğin katığıdır. Tok adama siz katık beğendirebilir misiniz hiç? Mübarek ekmeği bile beğenmiyor şu İstanbul'un tokları...Neden? Aç kalmamışlar da ondan."
"Kes! Uzatma!" gibilerden bir el işareti yaptı yetkili kişi.

İkinci uzman: "Resmen açlık ne vardır ne de yoktur, var demek için de, yok demek içinde resmi bir rapora dayanmalıyız. Rapor isterim ben, rapor! Şimdi soruyorum size, raporu kimden alalım? İngilizlerden desem..."
" Evet, İngilizlerden, İngiliz malı sağlam olur, dayanıklı olur İngiliz raporları... Hem de lastikli olur, nereye çekersen o yana gider..."
" Hayır, İngiliz raporu bize gelmez."
"Evet, bize gelmez, İngilizler rapora da siyaset karıştırırlar. Doğu derken Orta Doğu'ya geçerler. Orta Doğu derken petrole...Açıkçası Araplarla aramızı bozarlar. İyisi mi..."
"Evet, en iyisi Alman raporu..."
"Olmaaaz! Almanların elleri sıkıdır. hadi açlık var dediler, ne olacak? Keselerin ağzını açıp yardım mı edecekler?"
"Etmezler efendim."
"Şu halde Amerikan raporu...Amerika'dan isteyelim..."
"Yani Amerikan yardımımı buyurdunuz?"
"Evet öyle..."
"Demek ki ilk iş olarak Amerika'dan bir heyet isteyeceğiz."
"En iyisi beş kişilik bir heyet istemek."
"Evet ama beş kişilik bir heyetin kaça mal olduğunu hesaplayalım: bir uzman bize kaça patlar, biliyor musunuz? Bir Amerikalı, diyelim bize yarım milyona mal oluyor. Beş tanesi eder, iki buçuk milyon!"
"Eh, kaz gelecek yerden ördek esirgenmez."
"Tamam, oldu bu iş. Posta parasından, telgraf, telefon parasından istifade için bu teklifi Amerika'ya aramızdan seçilecek bir heyetin götürmesi münasip midir?"
"Münasiptir efendim."
"Çok münasip!"

Onbeş gün sonra beş kişilik heyet indi uçaktan. Bir sürü törenden sonra, tercümanlarla yola çıktılar. İncelemelere daha önemli göründüğünden, at fışkılarından başladılar. Heyet başkanı, pertavsızını çıkarmış, bir fışkı topağının üzerinde gezdiriyordu:

" Van!...Tu!... Tri!..."
Tercüman sordu: " Ne sayıyorsun mister?"
"Ne sayacağım, fışkıdaki arpaları sayıyorum. En sağlam metodumuz budur bizim. Bir fışkıda arpa sayısı çok olursa o bölgede açlık yok demektir."
"Ya hiç arpa yoksa?"
"O zaman buralarda nasıl yaşandığına şaşılır."
"O halde şimdiki incelemelerimizden aldığımız sonuçlara göre... Doğu'da açlık var mı, yok mu?"
"Duuur! Acele yok! Bir de manda terslerine bakalım."

Üç gün süreyle manda tersi arandığı halde, ne mandaya ne de tersine rastlanamamıştı. Mandalar çoktan kesilmiş, icabına bakılmıştı. Dördüncü günü huduttan kaçak girmiş bir mandanın tersi bulundu.

Heyet başkanı hemen mezuresine sarıldı, çapını, yarı çapını ölçtü bir çöple, kalınlığını da buldu. Rakamları birbirine vurdu. Üçe bölüp birini aldıktan sonra:

"Vandırful!" diye bağırdı. "Mandalarınız refah içinde. Bir Amerikan mandası ancak sizinki kadar bolluk içinde olabilir. Yani bu demektir ki mandalarınıza bakarak Doğu'da bol bol bolluk var diyebiliriz."
"Sanmıyorum!" dedi, Mandalarınız yarı yarıya tok!"
Üçüncü uzman: "O halde durum normaldir!" dedi.

Yetkili telaşlandı: "Aman mister, nasıl olur? Bizim mandalarımız da, ineklerimiz de, sözüm şeyden dışarı eşeklerimiz de tüm açtır. Önünüzdeki tezeğin sahibi olan manda bizden değil, iltica etmiştir. Yüzünden de bellidir bu, tersinden de belli!...İşte!"

Başuzman: "Bu iş bitti!" dedi. "Bir de köylünüzü görelim!"

Köy kahvesine gittiler. tercümanlar durumu anlattılar ama kimsenin kılı bile kıpırdamıyor, mel mel gelenlerin yüzlerine bakıyorlardı:

Heyet başkanı, oturanlardan birine İngilizce sordu: "Ne yedin bu sabah?"
Tercüman Türkçeye çevirdi: "Ne yedin bu sabah, diyor Amerikalı."
"Hı?"
"Ne yedin, diye soruyor."
"Tünne!... Yuh!... Yuh!..."
"Konuşsana be. Türkçe bilmez misin?"
"Ha. Men...Yuh...Yuh... Men... Nizanem..."

Oturan köylülerden birisi kalktı İngilizce olarak:
"Mister," dedi, "Biz Türkçe mürkçe bilmeyiz. Ne isterseniz bana sorun."
Amerikalı şaşkınlıkla:
"İngilizceyi nereden öğrendiniz?"
"Boston'da. Hamallık yaptım yıllarca... Memleket dedik, geldik işte..."
"Ne yedin bu sabah?"
"Enginar."
"Yaaa!..Başka?"
"Rosto...Ananas..."
"Bravo, diye bağırdı Amerikalı. "Türkiye bolluk içinde yüzüyor."
"Ne bolluğu mister! Bunlar konserve, Amerika'dan gelirken getirmiştim."

Başkan:" Şimdiii..." dedi. "Yüzdük yüzdük, kuyruğuna geldik. Bize bir teneke toprak lazım. Verimini ölçmek için. Doğu toprağının..."
"Toprak kolay..." dedi tercümanlardan biri. "İş tenekeyi bulmakta."
Boston'dan gelme Doğulu: "Ben de var, " dedi. "Size boşalttığım konserve kutularından birini vereyim."

Biraz sonra, elinde beş kiloluk konserve kutusuyla döndü. Kutu, en kıraç yerden alınma toprakla doldurulmuştu. Tercüman hünerini gösterdiğine emindi. Ama bizim yetkili kişimiz, toprağı görünce telaşlandı. Tercümanı çağırıp emir verdi:

"Ne yapıp yapın, çaktırmadan toprağın yarısını dökün!"
"Peki efendim'"
"Biraz kum koyun!"
"Emredersiniz!"
"Biraz kil, bir parça kireç... Unutmayın, memleket, millet vazifesidir bu! Toprak ne kadar verimsiz görünürse, yardım da o kadar bol olur."

Yetkilinin emirleri kaşla göz arasında yerine getirildi. Beşlik heyet, bir konserve kutusu Doğu toprağıyla uğurlandıktan altı ay sonra, postadan koskoca bir paket çıktı. Doğu toprağının beklenen raporuydu bu. Tastamam sekizyüz sayfalık bir rapor. Şöyle bir özet vardı ilk sayfasında raporun:

"Mandalarınızın Amerikan mandasından aşağı kalmadığı görülmüştür. Beygirlerinizin, koyun ve ineklerinizin ne yediği, dolayısıyla nasıl yaşayabildikleri hakkında kesin bir bilgi edinilememiştir. Ayrıca evlerinizde hiçbir WC.'ye rastlanmadığından insanların beslenme durumları incelenememiştir.

Toprağınıza gelince:
Yapılan incelemeler sonucu toprağınızın %20'si kireç, % 55'i kumdur. Kil ve kireç yüzdesine göre kum yüzdesi fazla olduğundan, bol bol fıstık yetiştirmemiz önemle tavsiye olunur."


Bu öyküyü Rıfat Ilgaz'ın "Satılmışlar" isimli, öykü seçkileri kitabında okudum. Hoşuma gitti ve sizlerle paylaşmak istedim. İşte, edebiyat ve kara mizah bir arada dantel gibi işlenmiş: Okuyun, eğlenin, düşünün, gülün...

Ölümünden önce kendi yazılarından yaptığı seçkilerden oluşmuş bir kitap, Satılmışlar. AD Yayınlarından çıkmış, içinde güzel öyküler var.

Resim için, önce manda resmi aradım, söğüt dalına binmiş manda resimleri vardı, konu ile uzaktan yakından ilgisi yok, dedim. Beygir de olabilirdi, ama bu sevimli eşekler daha çok yakıştı bu yazıya. Hem bu ara eşek resimleri, çıplak resimlerin yerini almaya aday gibi... Ne dersiniz?

Sağlıcakla kalın!

 
Toplam blog
: 480
: 2046
Kayıt tarihi
: 27.03.07
 
 

Üstkimliği ile insan, altkimliği yeterince kalabalık birisi; Eş, anne, öğretmen emeklisi. Doğa, H..