Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '15

 
Kategori
Futurizm
 

Akkuyu 2026 / Haviye'den (*) Dönüş birinci bölüm

Akkuyu 2026 / Haviye'den (*) Dönüş birinci bölüm
 

13 Ağustos 2026, Akkuyu Nükleer  Güç Santralı, Mersin

Mersin’de çok sıcak bir öğle üzeri. Dışarıda insanı adeta felce uğratan boğucu bir sıcak var. Cadde ve sokaklarda camları kapalı araçlardan başka kimse yok. Şehirde kalmak zorunda olanlar ev veya işyerlerine çekilmiş, klimaların yapay sıcaklığından medet umuyorlar. Hali vakti yerinde olanlar çoktan yayla evlerinin yolunu tutmuş.

Mersin’in şirin beldesi Büyükeceli nispeten şanslı. Etrafta fazla betonlaşma olmadığından dağdan ve denizden efil efil esen rüzgarlar hissedilir bir serinlik getiriyor. Buna rağmen Akkuyu’da kurulu nükleer santrale bakanlar havadaki yoğun buharın etkisiyle seraba benzer bir titreşim görüyor. Belki de santralin soğutma kulelerinden atmosfere bırakılan gizemli buharın bir neticesidir bu.

Bu sırada santralin kontrol odasında çalışan Türk uzmanlardan Tolga Oraz ve arkadaşları tuhaf bir tedirginlik içindeydi. Beraber çalıştıkları Rus uzmanlar sabahın erken saatlerinde bütün sorumluluğu onlara bırakarak Antalya’ya tüymüşlerdi. Antalya..Rusların belki de Moskova’dan çok sevdikleri şehir..Rusya’nın dört bir yanından her yıl milyonlarca turist akın akın Antalya’ya geliyor ve Eylülden mayısa kadar soğuk havanın katılaştırdığı vücutlarını  Antalya kumsallarının şefkatine bırakıyorlardı.

Sabah erkenden kontrol odasında vardiyaya başladıklarında vardiya amiri Sergei Vasilyev’i üniformasıyla değil kapri pantolon ve tişörtuyla buldular. Vasilyev “daha ne oluyor?” demeye kalmadan:

- Günaydın Tolga, dedi neşeli bir sesle.

- Santral sana emanet. Vitali’yle biz Antalya’ya gidiyoruz.

Vitali vardiyada birlikte görev yapacakları Rus uzmanlardan biriydi. Tolga aklına ilk geleni sormadan edemedi:

- Yuşkov ne diyecek bu işe?

Vladimir Yuşkov kontrol odasından sorumlu müdürün adıydı. Son derecede disiplinli, katı kuralları olan bir adamdı. Aslında haklıydı adam. Kontrol odası gibi nükleer santralin kalbinde hiç kimsenin hata yapma gibi bir lüksü yoktu. Bazı hatalar 40 yıl önceki Çernobil Faciası gibi dehşetli sonuçlar doğurabilirdi. Vasilyev işte böyle bir adamı iplemiyordu. Tolga’nın sorusuna kahkahayla güldü:

- Düşündüğün şeye bak..O dün akşamdan Antalya’ya vardı bile.

Sonra da Tolga’nın omuzuna bir şaplak indirerek:

- Hadi hadi.. Üzülme böyle. Gelecek hafta da sen gidersin.

Ardından eliyle “bay bay” işareti çakarak odadan dışarı çıktı. Tolga bir an sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye bağırarak peşinden koşacak oldu ama birden vazgeçti. Adam ne de olsa amiriydi. Yuşkov’la da arasının iyi olduğu söylenirdi. “Başıma iş almayayım “ diye düşündü. Vardiyadaki Ruslar böylece ortadan kaybolunca odadaki üç Türk uzman katı bir gerçekle yüzleşmişlerdi: Koskoca Akkuyu Nükleer Güç Santrali bütün ağırlığıyla omuzlarına çökmüştü. Bir yıldan fazladır kontrol odasında görev yapıyorlardı ama hiçbir zaman böyle bir sorumlulukla baş başa kalmamışlardı. Yalnızca tecrübeli Rus uzmanların dediklerini yerine getirmekten başka bir şey yapmamışlardı.

Hemen baş başa vererek ne yapacaklarını tartışmaya başladılar. Tolga her şeye rağmen vardiya değişim saati beşe kadar işi götürmeyi istiyordu. Diğer iki arkadaşı ise böyle bir sorumluluk almak istemiyorlardı. Tolga nihayet onların ısrarıyla saat beş vardiya amirini aramaya karar verdi. Ancak telefonu açan uykulu bir kadın sesi bu saatte uyandırıldığına kızmış gibiydi.

-Eşim evde yok, dedi.

- Hep beraber Antalya’ya gittiklerini bilmiyor musunuz?

Tolga özür dileyip telefonu kapatınca neler olup bittiğini daha iyi anlamaya başlamıştı. Hemen telefona sarılıp küçük bir araştırma yapınca kontrol odasında görevli bütün Rusların bir helikoptere doluşup Antalya’ya gittiğini öğrendi. Santralde icabında kullanılmak üzere iki adet helikopter vardı. Galiba bunlardan birini alıp Antalya’nın yolunu tutmuşlardı.

Türk uzmanlar bir an “Şimdi ne yapacağız?” anlamında birbirine baktılar. Tolga başını elleri arasına alıp bir süre düşündükten sonra arkadaşına döndü:

- İşte gördünüz arkadaşlar. Kontrol odası en azından saat beşe kadar yüzde yüz yerli. İş başa düştü. Artık ne yapacaksak biz yapacağız. Dua edelim de bir aksilik çıkmasın. Haydi iş başına. Allah yardımcımız olsun.

Tam bu sırada Türk işyerlerinin olmazsa olmazı çaycı girdi içeriye. İnce belli çay bardaklarını önlerine bırakınca birden keyifleri yerine geldi. Bir yandan çaylarını yudumlarken bir yandan da santralin önemli göstergelerini tek tek kontrol etmeye başladılar. Şu anda en önemli gösterge reaktör ısısıydı ve son derecede normal görünüyordu.

Tolga Oraz kontrol odasında görevli Türk uzmanların en kıdemlisiydi. Yuşkov’a göre vardiya amirliğini çoktan hak etmişti ama Rosatom’un kurallarına göre kontrol odasında en az üç yıl görev yapması gerekiyordu. Yıllar önce ODTÜ’de fizik okurken Akkkuyu’ya Türk uzman yetiştirmek için yapılan çağrıya uymuş, girdiği bütün sınavları başararak Rusya’ya gitmeye hak kazanmıştı. Aslında o nükleer mühendis olmayı ta çocukluğunda kafasına koymuştu. Hatta daha ortaokul sıralarında iken sınıfa gelen vali ne olmak istediğini sorunca “Nükleer mühendis” cevabını vermiş ve adamı bir hayli şaşırtmıştı.

Tolga’nın Rusya’daki eğitimi oldukça zorlu geçmişti. Bütün eğitimler Rusça olacağı için yoğun bir şekilde Rusça öğrenmiş, ardından da diğer Türk arkadaşlarıyla birlikte Moskova Nükleer Araştırma Üniversitesi’nde fizik mühendisliği tahsili yapmıştı. Fizik tahsilini  nükleer mühendislik master’ı takip etmiş ve bütün bu eğitimler tamamlanınca da hep birlikte Akkuyu benzeri bir nükleer santralde staja başlamışlardı.

Akkuyu işletmeye açılır açılmaz Türkiye’ye dönmüşler ve  santralin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra tesisin kalbinde yani kontrol odasında çalışmaya başlamışlardı.

Tolga bir an Rusların çekip gitmesini  “Acaba bu devralma öne mi alındı?” düşüncesine bağladıysa da işin sırrının sadece Antalya kumsallarının  çekiciliğinde olduğuna karar verdi.

Üç arkadaş lavaboya bile nöbetleşe giderek, hiçbirşeyi gözden kaçırmamaya gayret ediyorlardı. Koca santral tıkır tıkır çalışıyor, sıcaktan kavrulan Türkiye’ye elektrik yetiştirmeye uğraşıyordu. Aşırı sıcaklar yüzünden milyonlarca klimanın tam kapasitede olması yüzünden meydana gelen aşırı yüklenme; santraller ve iletim hatları dahil bütün sistemi zorluyordu. Bu yüzden de Akkuyu ve Sinop nükleer santrallerinin kesintisiz devrede olması çok önemliydi.

Saatler öğleyi gösterip, güneş tepeye ulaşınca aşırı yüklenme pik yapmaya başlamıştı. Doğal gaz çevrim santrallerinde kısa süreli de olsa yaşanan üretim kesintileri sistemi iyice sarsıyordu. Yemekhaneye gitmeyip yemeklerini kontrol odasına getirtmişlerdi. Tolga bir ara sigara içmek için dışarı çıkacağını söyledi. Sabahtan beri kontrol odası denilen bu penceresiz teknolojik hapishanede kapalı kalmışlardı. Sigara bahanesiyle bir hava alsa çok iyi gelecekti. Uzun bir koridoru geçip dışarı adımını atınca sanki bir fırın ağzına gelmiş gibi oldu. Gerçekten de dışarıda inanılmaz bir sıcak vardı. Yakasını iyice açıp, şöyle bir nefeslendi ve bir sigara yaktı. Gözü soğutma kulelerinden yükselen buharlarda, sigarayı yarı etmişti ki belindeki telefon çalmaya başladı. Cevap tuşuna basınca arkadaşlarından Hasan’ın üç boyutlu yüzü karşısına geldi:

- Tolga hemen gelebilir misin?

 dedi arkadaşı.

- Galiba bir sorunumuz var?

 ( DEVAMI VAR )

 

 (*) Haviye : Cehennemin en kızgın yeri..

  

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..