Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

03 Ağustos '12

 
Kategori
Dünya
 

Aykırı bir farkındalık: Küresel devşirilme gerçeği!

Aykırı bir farkındalık: Küresel devşirilme gerçeği!
 

Markalar, markalar! Ya arkasında saklananlar?


Günlük yaşamın o telâşlı, sorgusuzca edinilmiş ezberlere ve reflekslere dayalı, yarı sisli akışı içerisinde bize doğal gelen, kanıksadığımız nice olay, durum ve kavram vardır. Oysaki bunlara dışarıdan, tarafsız ve analitik bir gözle yaklaştığımızda hiç de doğal ve olağan olmadıklarını görürüz!

Bilirsiniz ki, sorgulayıp tartışamadığımız şeyleri tam olarak tanımlayamayız, tam olarak tanımlayamadığınız sorunları da hakkıyla çözemez, üstesinden gelemeyiz!

İnsanlar tarih boyunca, kolektif olarak çözemedikleri sorunlar karşısında, bu çözümsüzlüklere uyum sağlamak için çeşitli mitler üretmişlerdir. Söz konusu bu mitler, bilin(e)mezliklerinden dolayı algılamalarda oluşan boşlukları doldurarak, egemen düşünce sisteminin işleyişini kolaylaştırır. Daha da önemlisi, bu sayede belirsizliklerden doğan toplumsal ve bireysel gerginlikler de yumuşatılarak daha kolay katlanılır ve sürdürülebilir hale gelirler. Mitler, belli bir durumun yarattığı insan düş gücünün, imgeleminin ürünü olup, belli bir iş yapma niyetini gösterir. Böyle anlaşıldıkta, mitler hakkında sorulması gereken doğru soru, onun " gerçek olup olmadığı " değil, " onunla ne yapmak niyetinde olunduğu " sorusudur.

"Küreselleşme" kavramı da, özellikle 1980'lerin başlarından bu yana, her tür toplumsal-hatta bireysel- soruna yaklaşımda kendisine anahtar işlevi verilen bir mit olarak işlemeye başlamıştır. Aslında, Büyük Roma İmparatorluğu (Tarım devrimi ve Pax-Romana, M.Ö.27-M.S. 180) ve Napolyon Savaşları'nın ardından İngiliz eksenli (Sanayi devrimi ve Pax-Britanica, 1815–1914) küreselleşme süreçleri sonrası bu, yinelenen üçüncü küreselleşme mitidir (İletişim-bilişim devrimi ve Pax-Amerikana, 1945 sonrası)

Sermaye yanlısı ideologların dilinde çoğunlukla olumlu anlamlar taşıyan “küreselleşme” terimini bugün, salt teknolojik bir bakış açısıyla “mikroçipin yarattığı küresel kapitalizm” olarak kavramlaştıranlar olduğu gibi, onu sermaye yanlısı kentsoyluların “politik bir tercihi” olarak anlayan ve buradan hareketle işçi kesimi mücadelesi için ulus-devleti savunmayı ve sahiplenmeyi temel amaç kabul edenler de var. Ya da doğrudan bir reddedişle “küreselleşme adıyla anılabilecek bir olgu yoktur” diyenler de…

Günümüzdeki küreselleşme kavramının içeriğine baktığımızda; Uluslar ötesi kapitalizm, Çok Uluslu Şirketlerin (ÇUŞ) üretim ve kârlarını dünya yüzeyinde genişletmeleri, finansal piyasalar arasında sınırların ortadan kalkması ve bu yolla uluslararası finans hareketlerinin hemen her şeyi etkilemesi, ulusal politikaların piyasalara bağımlı olması, üretim ve fiyatlarda ani artış ve düşüş hareketleri, Ar-Ge teknolojilerinde sürekli yenilikler, enerji ve kaynak hâkimiyeti savaşları, üretimde klasik emeğin etkisinin azalması ve tüm bunları moda, reklâm ve programlar yoluyla olumlayan, yücelten medya gücü gibi dokuz temel özellik göze çarpmaktadır…

Bu dokuz objektif ölçütün ışığında –biraz da sübjektif bir şekilde-

Ergenlik çağındaki gençlerimize bakıyorum da,

Avuç içlerindeki o yemyeşil ve ışıltılı yapraklara, cep telefonlarına: Eskiye dair neler biliyorsak, (sevgiye, aşka, dostluğa, dayanışma, özgürlük ve adalete, eşitlik, gelenekler ve arkadaşlıklara, beğenilere vb. dair) hışımla içine doldurup bakındıkları o ışıltılı yapraklara… Orada ışıltılar içinde taşınan hayatlara...  Tv., Bilgisayar ekranlarına ve AVM’lerin içinde hayranlıkla seyredilen vitrinlere de yansıyan aynı ışıltıya… Adeta "I-Slave"(I-Köle)'liğe dönüşen bir tür plastik –ve köpüksü- hayatlar görüyorum. 

Ekranlar karşısında hareketsiz kalmaktan oluşan obezlik bir yana, (sivilceleri kolayca yok etmekten klozetin tarihçesine, selülit giderme yöntemlerinden 10 günde hızlı kilo verme yöntemlerine vb. değin uzanan) olur olmaz, doğru-yanlış demeden bireysel odaklı onca bilgiyi sürekli tıkınmaktan bilgi obezleri gibiler… Fakat eskilerin –hatta yakın geçmişin-  gerçek, oldukça güvenli ve sade bir hayata dair temel bilgi ve yeteneklerinin hiç biri artık ortada yok gibi…

Bunların onlara bir-iki kuşak öncesinden (Anneler, babalar, nene ve dedeler yoluyla) yüz yüze aktarıldığı değerlerden hiç biri… Bırakınız güzel meyvelerden reçel, hoşaf, komposto ve aşure yapma yöntemlerini, aç kalmamayı sağlayacak yemek yapma becerisi bile yok olmakta!  En azından bu beceri de diğer temel beceriler gibi profesyonelleştirilerek onlardan uzaklaştırılmakta… Yerli malı kullanmama tercihi, giderek yerli müzik dinlememe ve ne pahasına olursa olsun yurtdışında (gelişkin bir Batı ülkesinde) yaşama isteğine evrilmekte, tüm bunların da "kolayından" olması yeğlenmekte... (*)

Sonuç olarak,

Bir-iki kuşak öncesinin hukuka saygılı, sosyal, laik ve demokratik ulus-devletlerinin oldukça düzenli, güvenceli, huzurlu ve sade yıllarında alın teriyle biriktirilen servetler ve hala devam eden nakit akışları bu kuşak vasıtasıyla ÇUŞ’ların başta elektronik iletişim ürünleri olmak üzere, dayanıklı ve dayanıksız tüketim mallarına ve hizmet  alımlarına son sürat aktarılarak tüketilmekte… Daha düşük sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel sınıflar içinse (tarım toplumunun egemen ideolojisi olan) “din duygusu” ticareti kutsadığı yerlerden kavranarak, örgütlü yapıları kendisiyle eklemleştirilerek aynı amaçla kullanılmakta… Böylelikle ulus-devletlerin –özelleştirmelerle başlatılan sürecin ileri bir aşaması olarak- tüm birikimleri yok edilip borçları artırılarak yok olmalarının önü açılırken, oluşacak toplu sefaletle onun kurallarına her yaş diliminde sorgusuz, sualsizce ve çaresizce boyun eğmenin alt yapısı da süratle pekiştirilmekte…

Genç genç, yaşken eğilen ağaçlar halinde devşiriliyoruz. Küresel sistemin dijital yollarla avuç içlerine, göz perdelerine inen emirleriyle önce gençlerimizden başlayarak devşiriliyoruz sanki…  Popüler kültür temelinde, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik asimetrik güç kullanımı derecesinde…

Osmanlı’nın sadece askerlik alanında yaptığı şeyin endüstriyel ve ticari temelde, hiç kimseyi yerinden yurdundan da etmeyerek, içten içe, usul usul ve çok daha akıllıca yapılanıyla…

Devşirilenlerin suçlu mu yoksa kurban mı oldukları konusunda bir yargıda bulunmak ise beni aşar! Fakat bu konudaki kararı en geç, gelecek 30-35 yıl içerisinde bağımsız tarihçiler başta olmak üzere bağımsız sosyologlar, siyaset bilimciler ve psikiyatristler zaten vereceklerdir. 

İ.Ersin KABAOĞLU,

2 Ağustos 2012,

Mercankoy/ Gerence körfezi

Not: (*) Bu konudaki serbest vezinli bir değinmem için bkz. http://blog.milliyet.com.tr/sozde-cagdas--zamane-/Blog/?BlogNo=344625

Görsel kaynak: www.reklamazi.com

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara