Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '15

 
Kategori
Kitap
 

Bu dağların ardı

 “Bu Dağların ArdıSücaattin Erdem’in diğer bir kitabının adı. Kitabın kapağındaki ufka değin uzanan dağların görüntüsü çizilmiş.İlk sayfasını açıyorum ,benim için şunları yazmış: Değerli eğitimci yazar Hüseyin Başdoğan’a en derin saygılarımla… Yazarlık unvanını ne kadar hak ediyorum , bilmiyorum… Daha sonraki sayfada yazarın özgeçmişi yer alıyor. Erdem, 20 Eylül 1948’de Arapgir’in Budak köyünde doğmuş. İlk ve orta öğrenimini sırasıyla; Genç, Ağın, Mazıdağı,Arapgir, Kemaliye, Eskişehir ilçe ve illerinde tamlamış. Erzurum Ziraat Fakültesi’inden 1970’de mezun olmuş.Anadolu’nun çeşitli yerlerinde değişik görevlerde çalışmış. Kitabının önsözünde, dedesinin ve babasının anlattıklarını yazmadığına hayıflandığını yazıyor. Oysa birinci ağızdan olmasa da çok şeyler dinlemiş, yazmış.”Bu Dağların Ardı”nda; yazarın öğrencilik yılları, meslek yaşamı, çektiği sıkıntılar, örnek girişimleri, başarıları …var. Neden “Bu Dağların Ardı”? Yazarından izleyelim:

Sivas’ın üç yıl ekmeğini yedim, suyunu içtim. 4 Eylül Sivas Kongresi’ne ev sahipliği yapmış tarihi, kutlu bir binanın koridorlarında yürümek, odasının sıralarında ders görmek kısmet oldu. Bu şairler yatağı bozkır şehrinde; yurt sevgim, Anadolu tutkum derinleşti,yükseldi. Gençlik çağı arkadaşlarım,”bu dağların ardında”yaşadıklarım hep “yadımda kaldı.”Çoğumuz,ana baba ocağından çıkıp meslek yaşantımızda dağların ardına serpilmedik mi ? 19-20 yaşlarımızda tek başımıza Anadolu köylerindeki çocuklara okuma-yazma öğretmeye çalıştık; ama Sücaattin Erdem gibi yaşadıklarımızı not tutmadık.. Kitabının arka kapağına şöyle yazmış: “Biz, Anadolu’yla tâ ezelden bir büyük sözleşme yapmıştık…’Bu dağların ardına’kıraç toprağına, ziraatı, zanaatıyla uğrasan rençper ve esnafımıza, bize umut bağlamış çileli, ızdırap ve acı çeken insanımıza ödenmekle bitmeyecek hizmet borcumuz vardı.

Geleceğe hazırlanırken; “bu dağların ardına “borçlu olduğumuzu unutmadık. Bugün de hâlâ ülkenin kaderi önünde düşünen; sorumlu, duyarlı bir kuşağın naçiz bir ferdi olmaktan övünç duyuyorum.(s.11)

Bu Dağların Ardın’da; yazarın çocukluk,gençlik,meslek yılları sergileniyor. Bu yılları sergilerken o yılların köyünü, ilçesini, ilini; okullarını, öğretmenlerini; ulaşımını,ulaşım araçlarını; tarımını,tarım alanında  çalışanları;sosyal olaylarını;yönetimini …kendine özgü bir yaklaşımla tanıtıyor. Çocukluğunda, öğrencilik yıllarında,mesleğinde çektiği sıkıntıları, zorlukları ; sıkıntıların, zorlukların nasıl üstesinden geldiğini örneklerle anlatıyor.

Kitabın önsözünde; dedesinden, babasından söz ediyor. Yazarın babası ortaokulda “iftihara geçmiş.”Maarif Vekili Hasan Âli Yücel’in imzaladığı 615 sayfalık albümde,1941/1942 eğitim öğretim döneminde, Türkiye’nin bütün ortaokul ve liselerinde iftihara geçmiş 5500 öğrenci bulunuyor. Bu albümde babamın yaşıtları olan Metin Toker,Erdal İnönü,Şevket Demirel,Necmettin Erbakan, Faruk Sükan, Can Yücel, Mazhar Zorlu, Gazi Yaşargil, Asım Bezirci, Halit Kıvanç, Doğan Avcıoğlu, İsmet Giritli, Özcan Köknel, Cevat Babuna…gibi yüzlerce siyaset, sanat ve iş adamı, öğretim üyesi, bürokrat… yer alır. Bu albümü kütüphanemde saklamak ve konuklarıma göstermekten de büyük haz duyarım.(s.10)

Sücaattin Erdem; gözlem, izlenim ve duygularını betimlemelerine ustalıkla aktarmış. Yaşadığı yerlerin sözcüklerle tablosunu çizmiş.

Dut ağacının kolları bahçeden Eğin evlerinin çıkmasına, cumbasına taa… yukarı damına uzanır!. Rüzgârla kanatlanan dal, kıpırdayan yapraklar pencerelere sürünür… Orta odanın sedirinde fısıltıyla yüzünüzü yelpazeler. Dut ağaçları; kar yağışının, yağmurun, bahçelerde açan çiçeklerin, olgunlaşan meyvelerin, sararıp dökülen yaprakların… mevsimin, ayın, günün(zamanın tanığıdır)(s.28)

Yazar,o yılların eğitim-öğretim özelliğini, yapısını; halkın eğitim-öğretime bakış açısını da değerlendiriyor:

…Bizlere yarının doktoru, mühendisi, hukukçusu, askeri… gözüyle bakıyorlardı. Yetişip ülkemize sahip çıkacaktık.

Testere, keser, çekiç, rende, törpü, eğe, kerpeten, pense, tornavida, el matkabı…daha böyle birçok marangoz takımını, çilingir alet ve edavatını edinmiş;basit bir tezgaha mengene takarak yerleri elverişli arkadaşlarımızın evlerinin avlusunda bir köşeye birer mütevazı atölye kurmuştuk.

Kitap ciltlemek,kıl testereyle resimlik oymak olağan işlerimizdi. Bu işliklerde,elimizden kutu,çerçeve,çeşit çeşit mutfak ve ev gereçleri… maketler, oyuncak arablar çıkardı. Beğenilenleri,aynı zamanda okul müzesi olan el işi atölyemizin raflarına kaldırılıyordu.(s.23)

Yazar, nüfus cüzdanına göre yaşı küçük olduğundan Erzurum Ziraat Fakültesi’ne kaydını yaptırırken zor durmda kalır.Öğrenci işleri müdürü Zakir Kantarcıoğlu:

On altı yaşında üniversite öğrencisi mi olur? Ben nüfus müfus bilmem tecil isterim “diye tutturur. Yazarın imdadına –benim de ortaokuldan sınıf arkadaşlarım-aynı fakültede okuyan Sırrı Erdem’le Vahap İnan yetişiyor.Kaydında yardımcı olurlar.

Ben de Bursa Eğitim Enstitüsü’ne kayıt yaptırırken aynı durumla karşılaşmış; defalarca Arapgir’e gidip gelmek zorunda kalmış,Arapgir Askerlik Şubesi’nden “askerlik tecil belgesi”ni alamamıştım.İlgili belgeyi,Kara Kuvvetleri Komutanlığı ‘dan almıştım.Sözünü ettiğim okulun yazılı ve sözlü sınavlarını kazanmıştım.O belgeyi alamasaydım; Mardin Gülharrin (Ortaköy)’ e (İçecek suyu,dikili bir ağacı olmayan köye) dönmek zorunda kalacaktım.

Yazar,o yılların tren yolculuğuna da Reşat Nuri Güntekin ‘in gözüyle bakıyor.Reşat Nuri Güntekin “Anadolu Notları’nda, “Trende” adlı notunda, trene bindiği andaki hissettiklerini yazıyor. Trende en büyük zevk vagonda bir yolcunun olmamasıdır. Bu yüzden her duruşta gelen yolcuya ! “Burada biri var. Kantine gitti. Şimdi gelir” diyerek onun gitmesini bekliyordu. Bazen de uğurlamaya gelenleri yanına oturtturmak ve tren hareket edinceye kadar bekleyip daha sonra salıvermektir.(www. edebiyatfakultesi. com/anadolu_notlari1.htm?)

Sücaattin Erdemde tren yolculuğunda çektiği sıkıntıları dile getirmektedir:

Hey oğlum! Heey! Paltolu baksana! Papaklı papaklı… sana deyim!’Beni pencere önüne çağırıyorlardı. Önce bavulumu, selemi verdim. Kollarımdan çekip beni de pencereden kompartımana aldılar. Eşyalarım, kompartıman kapısı üstündeki boşluğa (bağaja) kondu. Bavulumu, sepetimi güven altına alınca sevinmiştim. Ben, koridorda, nasılsa! Gâh dikilecek, gâh çömelecek yer bulurdum.(s.39)…Kondüktörlerin zülmünden, trenin yavaşlığından çok eğlendiğinden, susuz tuvaletlerin ayak basılmayacak kadar kirli oluşundan… Herkes yakınıyordu.”(s.65)

O yıllarda yaptığımız” tren yolculuğu” gözlerimin önünde canlandı. Neler çekerdik… Yolculuk değil, işkenceydi. Herkes de aynı sıkıntıları çektiğinden doğal karşılanırdı. O yıllarda otobüsler çok azdı, kara yoğculuğu gelişmemişti. O yıllarda, uçak çok pahalıydı, ancak zenginler uçakla yolculuk yapabiliyorlardı.

Sücaattin Erdem, donanımlı, bilinçli bir ziraat mühendisidir. Anadolu topraklarına mesleği açısından bakar. Bu topraklar hangi tarım ürünlerine uygundur; araştırır, bulur. Yörenin aydınıyla, öğretmeniyle(Bilal Maya ) tanışır. İnsanlarla kurduğu iletişimle Yund Dağı ve yöresindeki “menengiç”ağaçlarına Antep fıstığı aşılanmasında önderlik eder; köylülere kredi açar. Yerel gazetelerden Yund Dağı Antep fıstığı üretiminin “altıyüz”tona ulaştığı haberini duyunca mutluluğunu Bilal’la paylaşmak ister.(s.188)

Öğretmen yazar Hüseyin Akın, “Canlı Renkler” kitabının bir bölümünde (111-122 sayfaları) “Bu Dağların Ardı”nı değerlendirmiş. Şöyle diyor:

Sücaattin Erdem’in “Arapgir Hasreti” kitabının ardından buram buram Anadolu kokan yazılarını da “Bu Dağların Ardı”adıyla okuyuculara kazandırdı.Kitabı okuyup bitirdiğimizde ortaya oldukça net bir portre çıkıyor:Çalışmayı düstur edinmiş,azimli,kararlı;gözünü açtığı,ayağını bastığı,ekmeğini yiyip suyunu içtiği topraklara ihanet etmeyen,Anadolu’yla yaptığı sözleşmeye bağlı kalan,özü sözüne denk bir hizmet adamı Sücaattin Erdem.(s.113)

Yazarın değerlendirmesinin bazı kesimleri şöyle:

Geriye doğru ritmik adımlar atarak bir zaman tünelinden geçip yazarın geçmiş zamanlarına iştirak ediyoruz… Hayatımızın hiç eskimeyen eski izlerini yeniden keşfediyoruz bu kımıltısız geriye bakışla. Burada sadece hafızaya bağlı olmayan, aynı zamanda betim kudretine dayanan anlatım canlılığına değinmeden geçmeyelim. Ceviz ağaçlarının, dut ormanlarının bu denli ayrıntıyla hatıraya katılabilmesi, yazarın dikkat çeken özgün tarafları arasında sayılabilir. Yazarın kasabaya dair eğitim-öğretim, sosyoekonomik durumla ilgili anıları, dünle bugün arasında karşılaştırma yapma olanağı sağlıyor.(s.114)

Sücaattin Erdem’in Nurettin Topçu’yla tanışması tam anlamıyla hayatının seyrini değiştiren bir dönüm noktası olmuştur. Onun için 1966’lı yılların öğretmen ve öğrencisiyle üniversite ortamına bakarak bugünü anlmakta zorluk çeker. Bundan acı duyup bu durumu çözmekte zorlanır:”Şimdi üniversiteli gençlere şaşıyorum. Biz mi zor anlıyorduk?! Garip, mütevazı, sıradan bir fakültenin dersleriyle baş etmek için geceyi gündüze katarak çalışmaktan iflahımız kesilirdi.

Henüz yirmi iki yaşında genç bir mühendisin çiftçilik ve hayvancılık konusunda köylüyü nasıl çekip çevirdiğini, sigorta kurumunu sömürerek haksız kazanç elde edenlerin tekerine nasıl çomak soktuğunu Amasya’da yasadığı tecrübelerden öğreniyoruz.(s.120)Bu durumu bir de yazardan okura iletelim:

İsmet Ağa’ya raporuma uyularak % 40 hasar nispeti üzerinden prim ödendiğini, İsmet Ağa’nın genel müdürlüğe yaptığı vaki itirazların kale alınmadığını mühendis arkadaşımın Keşan’daki kıtama yazdığı mektuptan öğrendim.

Mütegallibenin çarkına soktuğum çomak oyunu bozmuş, sigorta kurumunu sömürmeye kalkanlar dersini almıştı. Haksız bir kazancı engellediğime dair aldığım bu güzel haber, eksperlik görevim boyunca kazandığım binlerce liradan çok daha değerliydi…(s.171)

Sücaattin Erdem, Anadolu’nun kıraç topraklarının insanıdır. Kitabında da sık sık yinelediği gibi Anadolu’ya, Anadolu insanına karşı sorumluğu, görevi olduğunu düşünür; yaşantısı boyunca da bu görevi yansız, bilinçli bir yaklaşımla yerine getirmeye çalışır. Bu yolda, çıkar çevrelerinin engelleriyle karşılaşır. Birçok engeli, ailesinden, çevresinden, Arapgirlilik ruhundan aldığı güçle yenerek başarı yolunu açar ve ilerler. Çektiği sıkıntılar sonunda başarıya ulaşması, onu mutlu eder. Sücaattin Erdem’le mutluluğu paylaşmak isteyenler,”Bu Dağların Ardı”nda Sücaattin Erdem’le buluşsunlar. Erdem’in yaşantısında, her Anadolu çocuğu, kendi yaşantısından izler bulacaktır.

Sücaattin Erdem, Bu Dağların Ardı, Molla Feneri Sokak No:28 Yıldız Han Giriş Kat

Cağaloğlu/İstanbul

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..