Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Temmuz '13

 
Kategori
Sosyoloji
 

Cemaatleşme

Cemaatleşme
 

Cemaatleşme


“Cemaat”kelimesinin aslı, toplamak, bir araya getirmek anlamındaki cem fiilidir. “Cemaat” sözlükte, insan topluluğu, bir araya gelen insan grubu demektir. Geniş anlamıyla cemaat; bir fikir ve inanç etrafında bir araya toplanan insan topluluğuna verilen addır.

Modern toplumun, toplumların evriminde belirli bir aşamayı ifade ettiğini söyleyebiliriz. Feodal toplum ve antik toplum bu olgunun önceki aşamalarını, post modern toplum ise olası evrimi vurgulamaktadır. Toplumun tarihsel ve sosyolojik evriminde ortaya çıkan bu ayrıntı, kısaca geleneksel ve modern nitelikli olmak üzere iki temel toplum kategorisi ortaya çıkarmıştır. Geleneksel toplumda yapı basittir. Davranışlar ve etkileşimler çoğu kez geleneklere göre geliştiğinden yazılı bir hukuk sistemine gerek kalmaz. En büyük yaptırım yüz yüze ilişkilerin doğasındadır. Bu yüzden toplumsal değerler ve gelenekler toplumsal düzenin sağlanmasında etkin unsurlardır. Bu unsurlar bireyin hareket alanını sınırlar. Bireyin ve bağlı olarak toplumun mutluluğu bu sınırların çok iyi gözetilmesine bağlıdır. Bu nedenle geleneksel toplum bir grup, tipik bir cemaat örgütlenmesi özelliklerini gösterir.

Cemaat belirlenen sınırlar ile ortak bir biz bilincini, bireyin aşkın ideali olarak tüm üyelerine kabul ettirtir. Bu anlamda sosyolojik bir terim olarak cemaat, yüz yüze ilişkilerin egemen olduğu, grubun ve cemaatin genel yararının üyelerce kayıtsız şartsız benimsendiği kapalı bir toplumu ifade eder. Dolayısı ile bir cemaate mensubiyet, üyelerin itiraz ve tepkilerine izin vermeyen tam bir teslimiyet yaşamı sunmaktadır. Teslimiyet cemaat mensuplarının görece mutluluklarının en önemli ölçütü olmaktadır. Bu konuda sadakat ve duyarlılıklar, üyeliğin yazılı olmayan temel ilkeleri arasındadır.

Ancak buradaki ince bir ayrımı kaçırmamak gerekir. Sözü edilen cemaat yarar, uygulamada büyük ölçüde kamu yararına dönüşmemekte; cemaatin uzun vadede erk ve inisiyatifini elinde bulunduranların yararına dönüşmektedir. Cemaate anlamını ve enerjisini veren “birey” ise “organik dayanışmanın” bir parçası olmanın dışında önemsenen bir varlık olamamaktadır. Bireyin olmadığı yerde ise bireyin çıkarından, özlük haklarından ve hatta insan haklarında söz edilebilir mi? Dolayısı ile bu olguda bireylerin cemaat yararı gibi son derece öznel bir ideal çevresinde kendi özlük haklarından gönüllüce sıyrılmış oldukları görülür.

Bu aşamada inisiyatifleri elinde bulunduranların (yerel önderler, liderler, ev sorumluları, ağabeyler, ablalar) bu anonim amaçları öne çıkardıkları sürece işlerinin kolaylaşacağı da açıktır. Geleneksel Uzakdoğu ve Ortadoğu kültürlerinde toplumsal sistemin, siyasi, idari ve kültürel öncüleri vurguyu sürekli bu boyuta yapmışlardır. Bunun en karakteristik örneği “kast” sitemidir. Keza doğu toplumlarına liderliğin en önemli vasıfları arasında “cömertlik”  gösterilir. Nimetlerin cömertçe dağıtılması liderlerin önemli bir meziyeti olarak kabul edilir. Sonuç olarak, cemaat lideri, cemaatin nimetlerini dağıtan çözen bir insandır. (Bu dağıtım şöyle de olabilir, benim annem, senin teyzen, onun ablası cemaat için elleri ile patik, çorap dokur ve düzenlenen kermeste bu ürünler satılır paralar toplanarak, cemaat liderine gönderir o da dinler arası diyalog ve kardeşlik adı altında başka bir din kurumuna milyonlarca bağışta bulunabilir.) Kuşkusuz liderlere bu manevra yeteneğini veren, onların cemaatin ayrıcalıklı kişileri olmalarıdır.

Bireysel yaşamların güçleştiği ve sıkıştığı aşamada, cemaat yaşanılan veya gelecekteki olası sorunlardan kişilerin kaçıp kurtuldukları sığınak işlevini görür. Bu bakımdan bir grup veya cemaat ekonomik, siyasi, psikolojik, vb. noktalarda her çeşitten birer güvenlik ortamları olarak kabul edilir.

Geleneksel toplum “cemaat ruhunun” egemen olduğu toplumdur. Böyle toplumlarda birey kayıtsız şartsız topluma adanmış bir varlıktır. Tanınma (adam yerine konulma), bireyin toplumun mevcut realitesine teslimiyet ile gerçekleşir. Bunun nedenle yaşadığı toplumun genel çıkarları ile çatışmaya girmediği sürece birey için sorun yoktur. Gerçekte sorun yalnızca çatışmaya girme ya da girmeme noktasında değil, bireyin kendisini ifade noktasında ortaya çıkar. Kendi sözcülerine (liderlerine) sahip, eğitim ayrıcalığına sahip, yönetim erkini elinde bulunduran bir toplumun kendini ifade adına ortaya çıkan bireysel talep ve beklentileri kabullenmesi oldukça zordur. Liderler zaten cemaat adına düşünce ve bilgi üretmekte olduklarından; üretilmiş düşünce bilgi çevresinde cemaat ruhunu temsil etme hakkını da tekellerinde bulundurmaktadır.  

Bir anlamda cemaat sahiplenmeyi ve himayeyi barındıran toplumsal bir sistemdir. Cemaate üye olan kişiden himaye edilen olarak himaye eden lider bazı hizmetler bekler. Oyun, alkış, aidat ve benzeri gönüllü katılımlar bunlar için örneklerdir. Aslında bireyin gruba veya cemaate yönelmesi bir zorunluluktan, bir ihtiyaçtan, maddi zorunluluktan kaynaklandığı sürece kişisel beceri, ifade ve davranış biçimleri sürekli değer ve etki kaybına uğrar. Çünkü; kişisel yaşamlarını cemaatin himayesine ipotek eden insanlar, kolaylaşmış gibi görünen yaşamlarına karşılık cemaatin siyasal ve toplumsal gücünü elinde bulunduran kimselerin (lider, reis, başkan, şef), üzerlerinde keyfi olarak hüküm sürmelerine izin vermiş olurlar.

Söz konusu cemaat olgusu geleneksel toplumlarda olduğu gibi modern toplumlarda da toplumsal hayatın doğal bir olgusu olarak bireysel yaşamın günlük platformu olma yerine kolaycı bir yaşam alanı olmaktadır. Bu alana bir kaçış sığınma alanı da denilebilir. Kendi ayakları üzerinde kalamayan insanların ayakta ve hayatta kalma çabasında yöneldikleri gruplar büyük ölçüde onların sığınakları olmaktadır. Bireysel yaşamı maddi ve manevi boyutlarda kolaylaştıran böylesi sığınakların bireyin kimliği üzerinde de birebir etkisi bulunmaktadır. Bireyle, cemaatin gizli antlaşmasında; bireyin yaşamının kolaylaştırılması karşılığında birey, cemaatin ve gerçekte cemaat liderinin empoze ettiği her şeyi yapmaktadır. İşte bu aşamada geleneksel toplumlarda cemaat bireyin tüm dünyası olurken; modern toplumlarda bireyin psikolojik süreçlerinde önemli bir tatmin ünitesi olmaktadır. Modern toplumun statü beklentisine bireysel bilgi, beceri ve gerekli nitelik dokusu ile karşılık veremeyen bireyler mensubiyetlerini ön plana çıkarmak sureti ile adeta işin içinden sıyrılmaktadır.

Modern toplumun ilk önemli aşaması olarak sanayi toplumu başlangıçta bireyin önünde onun biricik dünyası olarak yüzyıllardır işlev gören grup yaşamını çözebilecek gelişmelerinde yaşandığı bir toplum modeli olarak gözüktü. Ne var ki sanayileşme batılı toplumlarda bireye uygun ve istenen hareket alanını sağlayamadığı gibi bu alanı teknolojik müdahalelerle, teknolojik ünite ve buna paralel toplumsal örgütlenmelerle sınırladı. Böylelikle modern toplumlarda kişiye getirilen sınırların yerinde kurumlar ve kurallar boy gösterdi. İtiraf etmek gerekirse, sanayi toplumu aydınlanmanın düşünsel tezlerini pratiğe dönüştürdü, sanayi toplumu bireyler için yeni sığınaklar üretti. Bireyin hareket kulvarını daralttı. Geleneksel toplumlardaki cemaatler, cemiyetler ve dernekler devreye girdi. Bireyin yeteneklerine, ifade ve etkinliklerine ortak olan bu modern bir çeşit “himaye şirketleri” olarak nitelemek mümkündür. Bu şirketlerin yöneticileri himayeci, koruyucu ve kollayıcı işlevlerle tıpkı geleneksel toplum önderlerinin rollerini üstlenmiş olmaktadırlar. İşlevlerine uygun olarak şirketin rant ve nimetlerini şirket yararına ve şirketin “ali menfaatini” örselemeden dağıtma durumundadırlar.

Sonuç itibari ile Türkiye 90 yıldır ulus olamadı. Atatürk’ün birey için gösterdiği hedef “yetkin birey”, toplum için gösterdiği hedef “ulus” idi. Ulusal kimlik de “yurttaşlık” olacaktı. Maalesef bu hedeflerin hiçbiri reel anlamda gerçekleşmedi. Ülkemizde ne birey, “bağımsız yetkin birey” olabildi ne toplum “ulus” olabildi ne de “yurttaş” kimliği gerçekleşti. Bunların nedenini yukarda ifade ettiğim doğu toplumunun geleneksel kültürel yapısıdır. Geleneksel kültürün kimi özellikleri “birey-ulus” hedefini desteklemediği için başarılı olamamaktadır. Nedir bu özellikler? Birincisi; topluluk sorumluluğunu birey sorumluluğundan daha önemli saymasıdır. Topluluğa karşı sorumluluk önceliklidir ve daha güçlüdür. İkincisi; topluluğa karşı olan güven, özgüveninden daha yüksektir. Bu nedenle de her şeyi başkasından beklemektedir. Bu nedenlerle de -elbette başka nedenler de vardır ama- Türkiye cemaat kültürüne daha yakındır. En küçük sosyal kurum olan ‘aile’ de bunun göstergesidir. Aile, grup, camia, taraftar topluluğu, kurumsal kimlik, nerede ve ne yolla olursa olsun “birey”in her zaman üstündedir, daha değerlidir, daha çok güven vericidir. Dinsel cemaatler kapalı topluluklardır. Dışa yönelik tartışmaları yoktur. Eleştiri kendi içlerinde ve ancak yetkililer arasında yapılır. Onun için güçlü bir dayanışmaları vardır. Ortak enerjileri eğer doğru yönlendirilirse çok etkin olurlar.

Laik topluluklar ise, içlerindeki eleştirileri, tartışmaları açık yaparlar, dayanışmaları zayıftır. Ortak enerjilerini aralarındaki tartışmalarda, çekişmelerde harcadıkları oranda etkinliklerini kaybederler. Cemaatlerin düşey yapılanmasında bir imam vardır, cemaat ona uyar. Laik topluluklarda ise herkes liderdir, ortada cemaat yoktur. Bu özellik ciddi farklar ve sonuçlar yaratır. Eğer, birbiri ile bütünleşme, ortak enerji havuzu yaratma, koyulan hedeflere yürüme sürecindeki farklar dikkate alınırsa sonuçlar daha iyi anlaşılır. Türkiye’de ‘cemaat’, ‘camia’, ‘akrabalık’, ‘hemşerilik’, ‘tanıdıklık’, ‘yakınlık’ her zaman birey olmanın üstünde bir güç taşır. Bu güç hem bir ait olma duygusu verir, hem de güven ve dayanışma sağlar. Onun için de ‘cemaatleşme’ ülkemizde kültürel temelli toplumsal bir olgudur. Uzun yıllardan beri cemaatler, tarikatlar, çeşitli dayanışma grupları siyasetin içinde yer almış, güç kaynakları olmuşlardır. Aslında kendine laik diyen kesimin de kültürel temeli çoğunlukla bu eksende yürür. Önemli olan da bu kültürel temeli daha etkin yöntemlerle çağdaş doğrultuda değiştirebilmektir. En önemli yöntem de eğitimdir. Eğitim eğer yetkin birey yetiştirme doğrultusunda bir eksende gelişirse özerk kişilikli birey yetişebilir. Aile ve sosyal kurumlar da güven verici sosyal destekler sağlanırsa özerk birey yetiştirmeyi başarabilirler. O zaman toplum da geleneksel dayanışma bağları yerine çağdaş toplumsal bağlar kurabilir. Eğer “neden” sorusunu soramazsak “nasıl” olduğunu anlayamayız. Konu kişilere indirgenerek yandaş ya da karşıt olmaya dayandırılırsa hiçbir zaman anlaşılması mümkün değildir. Cemaatler, bir neden değil, bir sonuçtur.

Davranışlarımızın kökeni genetik kodlara bağlı psikolojik tabanlıdır. Ancak davranışlarımızı etkileyen en önemli bir faktörde bulunduğumuz toplumun sosyolojik, ekonomik, tarihsel, kültürel kodlarıdır. Yaşanılan toplum ister doğulu ister batılı, ister feodal ister modern olsun, cemaat olgusunu oluşturan şey güçlü bir merkez yönetim olgu karşısındaki zayıf birey, kişi ve ferdin varlığı, özerk, özgün, özgür bireylerin yetiştirilmemesidir. 

Dr. Ali Şeriati’nın söylediği bu söz sanırım konuyu daha iyi açıklayacaktır. “Kendi içinde çoğul yaşayanlar arkadaşa ihtiyaç duymazlar. Kendi içinde özgür olanlar zindandan incinmezler. Kendi içinde hiç olanlar başkalarına, kalabalıklara gark olmaya çalışırlar, zira orada hiçliklerini hissetmezler.”

Nizamettin BİBER 

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..