Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

05 Mayıs '07

 
Kategori
Anılar
 

Cinli misin perili mi?

Cinli misin perili mi?
 

Ne demişti annen “o evi hatırlaman imkansız daha ikibuçuk yaşındaydın” hatırlıyorsun ama. Ankara’da ilk oturduğunuz evi anlatmaya başlıyorsun, aynı bahçeye bakan üç evin biribirine benzer sokak kapılarını, evin güneş almayan arka odalarını, alçacık pencerelerin önündeki boş yağ tenekelerinin içlerine dikilmiş küpe çiçeklerinin renklerini, evin kare girişinin yer kaplamasını, çalı süpürgesinin kapının arkasına konulmasını, üst katınızda oturan Arap öğrenci kardeşleri ve onların seni sarı leblebi diye sevdiklerini anlatıyorsun, şaşırıyor ama susuyor.

Sonra kızkardeşinin doğduğu Subay Evlerini anlatmaya başlıyorsun. Susuyor. Belki o da kendi hatırladığı ayrıntılarla meşgul. Bahçe içinde, iki katlı, salonunun bir duvarının tamamen cam olduğu güzel evi anlatıyorsun. Evin arkasındaki ağaçlar yüzünden günün her vakti serin olan bahçeyi. Bahçede bulunan, içi mavi mozaiklerle kaplı küçük süs havuzunu.

Başka bir sıcak gün, üç ya da üç buçuksun belki, merdivenlerden seke seke inmek istiyorsun, merdivenin bitiminde kanlar içindesin. Ablanla, Albay Münip Amca’nın kızı Harika başında bağıra bağıra ağlıyorlar, baban ev terlikleriyle kucaklıyor seni, gömleğinin üzeri kanlanmış, yokuş aşağı koşarak sağlık ocağına gidişiniz. Gerisi yok. Sağ kaşının altında ve sağ dizindeki dikiş izleri o günden kalma Ankara hatırası. Susuyor annen ama dikkatli. Susması devam et anlamına geliyor konuşmaya devam ediyorsun.

Bir kaza var gözlerinin önünde, küçücük yaşlarının en net görüntüsü o. Hatırlamanın yaş olarak imkansız olduğu ama hatırladığın. Çok merak ediyorsun gerçek mi yoksa uyduruyor muyum diye. Öğrenmezsen huzur bulamayacaksın. Mahallenin zararsız delisini anlatmaya başlıyorsun. Onun bütün kadınlara anne diye seslenmesini, yaşı ondokuz var yok, kimseye zararı yok, sevecen-sıcak-iriyarı bir deli. Onun bunun verdikleriyle doyuruyor karnını, ençok annen besliyor onu. Arkası tenteli kırmızı bir fırın arabası geliyor, ne olduğunu göremeden mahallenin delisinin yerde yatışı. Başından koyu kırmızı kanlar akıyor, kanlar yerde siyaha yakın bordoya dönüyor, -o gün renkleri bilmiyorsun bugün hatırladıklarınla isim koyuyorsun- “anında ölmüş” diyor bakkal İsmail amca. Eski sararmış gazete kağıtlarını örtüyorlar üzerine, sen annenin eteğine yapışmış hiç kımıldamadan bakıyorsun henüz örtülmemiş pantolonundaki sidik ıslaklığına. Gazetelerin köşelerine küçük taşlar koyuyorlar, yağmur başlıyor birden gökler delinmiş gibi. Yerde siyahlaşmış kanlar tekrar kırmızıya dönüyor ıslandıkça. Senin susmaya niyetin yok ama annen dayanamıyor “Kız sen beni deli etmeye mi uğraşıyorsun cinli misin perili misin anlayamadım bir türlü” Yüzünde korku var. Korkusu senin yüzünden, dikkatli dikkatli bakıyor sana. Onun boş bakışlarından korkma sırası sende. Birbirinize korkarak bakıyorsunuz ama konuşmuyorsunuz. Evinize çat kapı gelen komşu kadın ikinizi de kurtarıyor bu suskunluktan. Ama bitmiyor bu görüntüler. Her an her yerdeler sanki.

Annen neredeyse ağlamaklı seni hazırlıyor, mahallede bütün mevlitlerini okuyan Zülfiye Yenge’ye götürüyor okuması için. Kadın mırıl mırıl birşeyler söyleyerek yüzüne tükürüklü üflüyor, eksik dişli ağzından. Gülme tutuyor seni, annen seni çimdikliyor. Bu sahne de anında beynine kazınıyor. İstanbul’dasınız, altı yaşındasın. Bir bardak su aynı sana yapıldığı gibi tükürüklü okunuyor. İlaç içer gibi içiriyorlar anında. Annen senden korkuyor ama ipin ucunu bırakmaya niyetli değil. Sen çoktan unuttun olanları. Eve dönerken oyuna dalıyorsun, boş arsada ip atlayan arkadaşlarının arasına karışarak. Kaç kere okunacaksın, annenin elini tutma yaşını çoktan geçirdikten sonra bile. Olmazsa olmazların arasına girecek okunup rahatlamak. Sıkıntıda olanları da okuyup üfleyerek rahatlatma merakı.

En kötüsü olanları önceden hissedip, içindeki sıkıntının nefesini boğmasına rağmen olacakların önüne geçememek. Artık daha dikkatlisin. Ne, nereden geldiğini bilmediğin coşkularını dışa vuruyorsun ne de sebepsiz sıkıntılara gereğinden fazla yüz veriyorsun. Geleni geldiği an değerlendirmeyi öğrenecek kadar eğittin kendini. Yaşanacakların önüne geçilmeyeceğini, istesen bile olacaklara mani olunmadığını iyice öğretti yaşadıkların. Ama insansın, her günün getirdiği sevinçler çoşturuyor, üzüntüler yüzünün çizgilerini belirginleştiriyor insafsızca.

Azrail’siz ölümlerde günlerimiz.

Gülüyor, yürüyoruz

Baktığımız yönlerde yıkıntı yüzler

Ne desek boş, zaman insafsız.

İnsafsız olacak beyazlamış saçlarımız,

Yüzümüzdeki çizgilerse

Hiç çocuk olmamış gibi acımasız.

Aralara derelere sıkıştırdığın şiirlerinle dolu hayatın. Hiçbirini ezbere bilmediğin, hiçbirine isim koymadığın. Çocukluğunda etrafında oynadığınız kuyunun yanından şimdi yaşadığın şehrin arasında gidip gelen manzaraların yorgunluğu değil üzerine çöken. Onlarla barışıksın, Zülfiye Yengenin dişsiz, tükürüklü ağzını hatırladıkça hala gülüyorsun.

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..