Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '12

 
Kategori
İnançlar
 

Dinin problemleri

Dinin problemleri
 

Dinle ilgili gördüğüm problemler şunlardır: 

En başta gelen problem:

Tanrı kavramı, felsefenin belli ölçüde bir problemidir. Biz rasyonel düşüncede, her şeyin bir nedeni olduğunu düşünürüz. Her bir nedenin nedenini sormaktan kendimizi alakoyamayız. Felsefi akıl, bu nedenle bazı düşünürleri bir ilk neden kavramı ya da buna benzer çeşitli kavramlar üretmeye zorlamıştır. Bu üretim aslında düşünmekten ve neden diye sormaktan çıkmak ve mistisizm alanına girmektir. Çünkü siz düşünme yönteminizle bir sonuca ulaşamıyorsunuz, ama düşünce sistemini değiştirmek yerine, bu sistemden çıkmayan bir sonuçla probleminizi karara bağlıyorsunuz.

Burada din ile felsefenin ilişkisi soru konusu yapılabilir. Din ve felsefe ilişkisi nasıl olmuş, nasıl karşılıklı etkilenmiştir şeklinde sorular sorulabilir.

Bu kısmı atlayarak söyleyelim ki; dinlerdeki Tanrı kavramı, belli ölçülerde, felsefedeki bu ilk neden kavramıyla bağlantılıdır.

Biz insanlar naif olarak da, gündelik hayatta dinle, bilimle ilgili düşüncelerimizi küçük ölçüde de olsa paranteze alarak hayat, evren üzerine düşündüğümüzde bütün varolan her şeyin bir nedeni olması gerektiği sonucuna varabiliriz. İşte bu düşünce hem felsefi hem de dinsel özellikler içerir. Biz, sonuçta, belli kültürel, geleneksel ve eğitimsel varlıklarız. Bu niteliklerimiz bizi hem felsefi hem de dinsel belirlenmişlikler sağlıyor ve ister istemez bu belirlenmişliklerle dış dünyaya bakıyoruz. Burada tabi, bir şeye neyle bakıyorsanız, o şeyi o baktığınız şeyin sınırları ve algısı ölçüsünde görebilirsiniz. Gündelik naif düşüncede bu sınırları biz aşmayız ve zaten aşamayız. Çünkü aşmak için özel olarak bu konularla uğraşmak, bilgi sahibi olmak, farklı karşı düşünceleri ve onların perspektiflerini bilmemiz gerekir, ancak bu şekilde yol alabiliriz.

Felsefenin ilk neden kavramı ile dinlerin Tanrı kavramı benzerlik taşıdığı için, Tanrı kavramı, dini de aşan bir problem içerdiğinden dolayı, bunu tam olarak dinin bir problemi olarak görmüyorum.

Dinde esas problem olan, böylesi bir ilk neden kavramından bir peygamber kavramının nasıl çıkartıldığı, ilk neden kavramına kişisel bir tanrı anlayışının nasıl giydirildiği ve benzer şekilde, bu ikisinden bir kutsal kitap kavramının nasıl üretildiği.

Tanrı kavramı bir ölçüde aklın bir problemidir, ancak bundan zorunlu bir şekilde ne peygamber, ne de kutsal kitap kavramı ortaya çıkar.

Bir dindarın, bir peygambere ve kutsal kitaba ilahi bir şekilde bağlı oluşu bir problemdir.

Dinin bir başka problemi ise dinin ya da bir dine inanan insanların bilgi ile inanç ayrımını yapmaması. Bu iki kavram birbiriyle ilintilidir. Bilgi olmayan ama bilgi iddiasında olan şeye inanç denir. Bilgi ise inançtan farklı olarak, temeli, nedeni, nasılı, gerekçesi, doğruluk ölçütü, yanlışlık ölçütü bilinen bir durumu anlatır. İnanç ise bütünüyle ihtiyaridir. Ne doğrulanır ne yanlışlanır.

Din ya da bir inançlı, inandığı şeyin bilgi olmadığı için inanç olduğunu söylemez. Öznellik içeren inancı nesnelleştirmek dinin bir başka problemidir. İnanç nesnelleştirildiği zaman biçimsel olarak bilgi halini almaya başlar. Örneğin dünyanın yuvarlak olduğu bir bilgi ve dünyanın öküzün boynuzlarının üzerinde olduğu bir inançsa, siz inancı nesnel hale getirdiğiniz zaman, dünyanın öküzün boynuzları üzerinde olduğunu söylemeniz ve bu genel geçer bilgi olduğu için okullarda öğretilmesi gerekir. Bu örnek aykırı geldiyse, gerçekçi örneği vereyim. Evrim teorisi. Bu bilimsel bulgular bütünü ve bir bilgi olduğu halde, dinsel dogmalarla çatıştığı için, yaratılış teorisi ile, yani inanç ile yer değiştiriliyor. Dinin nesnel değil, öznel bir olgu olduğunu kabul etmeyen biri için öğretilecek olan şey, yaratılış teorisidir, evrim teorisi ya da bilimsel bulgular ve olgular değil.

Dinlerin bir başka problemi ise kendi içindeki çelişkilerdir. Bilindiği gibi bir din içinde çok sayıda fraksiyon var. Şucular, bucular, şucuların ocuları, bucuların şucuları.. Ve bütün bu tarikatların, ya da yol ve tarzların her birinin aynı şey konusunda farklı farklı görüş, tutum ve kabulleri var. Bunlardan hangisi orijinaldir, hangisi değildir? Siz eğer biricik, tek, asıl ve mutlak bir dayanağa, yani Tanrıya, peygambere ve kutsal kitaba dayandığınızı söylüyorsanız, sizden farklı olanlara karşı demokratik bir çoğulculuk kabul etmeniz tutarsız olur. Peki, bu farklılıklardan hangisinin orijinal olduğunu kim nasıl belirleyecek? Bu da dinlerin başka bir problemi. Bunu kimse belirleyemez, o yüzden teke, asıla, biriciğe dayalı olduğunu söyleyen ama onlarca farklı yol ve tarz birlikte varolacak. Bu da ilk bir mutlak hareket noktası kabulünü şüpheli hale getirecek. Biz de bunu dinin problemi olarak kayda geçireceğiz.

Dinlerin bir başka problemi ise bilim, felsefe ve alt dalları bu denli geliştiği halde insanoğlunun halen bu inanç sistemlerine dayalı, özellikle siyasal bir yaşamı ve sonra kültürel bir yaşamı nasıl anlamlı bulduğudur. Düşünce tarihine baktığınız zaman dinler sürekli akıl, bilim ve felsefe tarafından çürütülmüştür ve bu günümüzde de geçerliyken, dinlerin halen bu kadar yaygın olmayı nasıl başardıkları problem.

Bir diğer problem ise dinlerin gerek kutsal kitaplarla ve diğerse kutsal gördükleri diğer kaynaklarla insanlara bir sosyoloji, etik, kozmogoni, politika vs. sunmasıdır. Bütün bunlar bilgi, araştırma, inceleme, deney vs. alanıyken, inanç sistemlerinde önceden hazırlanmış, ezeli ebedi olarak belirlenmişlerdir. Bu durum, dinlerin söyledikleri ile insanoğlunun bizzat yaşadıkları arasındaki uyumsuzluklarla kendini gösteriyor. Bu da yine dinlerin aşamayacağı bir problem alanıdır.

Dikkat edilirse bu yazıda, buraya kadar, dinlerin yarattığı problemlerden bahsetmiyorum. Dinlerin içsel problemlerinden bahsediyorum. Bu ayrımı yapan okur için dinlerin yol açtığı problemlerden bahsetmeyişim bir eksiklik olmayacaktır.

Dinler inanç sistemleri olarak bu dünyanın bir olgusu, bunun makul ve ikna edici nedenleri var. Ancak bilgi ve inanç ayrımı yapmayan, bu yazıda işaret edilen problemleri problem olarak görmeyen inanç sistemleri ya da siyasallaşmış, iktidarlaşmış inançsal yapılar; inançların manevi ve kültürel varlıklar olarak geleneksel, romantik, psikolojik etki alanlarının çok ötesine geçerler. Bunlar diğer varolanlar arasında bir varolan olarak kalmak yerine, diğer tüm varolanları belirlemek üzere hareket eder. İnsanoğlu bunun önlemini almış, siyasal düzenlerde laiklik ilkesini getirmiş. İnançları kültürel alana çekmiş, çünkü siyasallaştığı zaman inançlar, öznelliğini yitirir nesnellik kazanır, inanç olma niteliğini yitirir bilgi haline gelmeye başlar. Bilgi ve nesnel hakikat olarak bu dünya ya da toplum düzenini kurmak üzere hareket noktası haline gelir. Bu noktaya geldiği zaman, bir kimsenin kutsal kitaptan başkasını kabul etmesi düşünülebilir mi?

Bir kitapta, kutsal kitapta yazmayan şeyler varsa, o kitaba gerek var mıdır?

Peki, bir kitapta kutsal kitapta yazan şeyler varsa, o kitaba gerek var mıdır?

Şu an Türkiye, iyiden iyiye bu tehlikeyle karşı karşıya.

Bunun o kadar verisi var ki artık, geçenlerde 4+4+4 adıyla bilinen eğitimle ilgili kanun cumhurbaşkanlığı tarafından onaylandı. O kanunda, bir yerde “Hz. Peygamberimizin” diye bir ifade geçiyor. Bu ifade bu ülkede yaşayan tüm insanların bir Hz. Peygamberi olduğunu kabul ediyor.

Bunun maddeye girmiş olmasının korkunçluğunu, bunun bağımsız olan cumhurbaşkanlığı makamı tarafından onaylanmış olmasının dehşetini bir kenara bırakıyorum.

Toplumun hiçbir kesiminde hiç kimse tarafından buna ilişkin en küçük bir itiraz dahi gelmedi.

Buna tek işaret eden, benim gördüğüm İsmet Berkan oldu, Hürriyet Gazetesi yazarı.

Türkiye’nin ne noktada olduğunu, ne kadar savunmasız ve teslim olduğunu, ne kadar korktuğunu bu ‘Hz. Peygamberimizin’ ifadesinin kanuna girmiş olması ve hiç kimsenin lafını dahi etmemiş, edememiş olması gösteriyor.

Türkiye laiklik konusunda, toplumun dincileştirilmesi ve yavaş yavaş Türkiye’ye özgü şeriat düzenin geliştirilmesi konusunda çok eşik noktalara gelmiştir.

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..