Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

Dünya yeniden kurulurken …

Dünya yeniden kurulurken …
 

Son genel seçimlerden sonra Türkiye’nin gündemini yargı belirler oldu. Bakınız önce bazı silahlar, yurt dışında yaşadığı bilinen, ama ne ile uğraştığı ve geçimini nasıl sağladığı bilinmeyen birinin iddiaları ve ardından gizli tanıklar, telefon dinlemeleri, tutuklanan asker, sivil, hoca, gazeteci, sendikacı… 

Dünya çok hızlı bir değişim geçiriyor. Teknolojideki akla hayale sığmayan yenilikler dünyadaki değişimi de bizim gibi ne yazık ki az gelişmiş ülkeler için çok tehlikeli hale getiriyor. 

Barutun icadından sonra onu silah haline getirmek yüz yıllar sürmüş. Halbuki şimdi her gün yeni bir değişim ve gelişim gerçekleşiyor. 

Pusulanın icadından çok sonraları bile dünya çevresinde yapılacak bir turu 80 günde başarabilmek bilim-kurgu romanlara konu olacak kadar sıra dışı ve hatta imkansız kabul edilirken bugün dünya zaten insanoğlunun avuçları içinde de, uzaya yolculuklar kitlelere açılmaya çalışılıyor. 

*** 

Yukarıdaki peşrevi yapma nedenim yaşamakta olduğum büyük endişedir. Yeniden yapılanma sürecine girmiş olan dünyada çevremiz adeta suni depremlerle sallanıyor. Bakınız, birkaç sene önce eski Yugoslavya parçalanmış, özellikle Bosna Hersek’te dehşet verici katliamlar gerçekleşmişti. 

Doğumuzda Ermenistan hala Azerbaycan topraklarını işgal etmeyi sürdürüyor. Bize her fırsatta Kıbrıs’ta işgalci olduğumuzu söyleyerek adadaki askerlerimizi çekmemizi isteyen başta stratejik(!) ortağımız olmak üzere batılı müttefiklerimiz Azerilere yapılan zulme ve bu dayanaksız işgale tek kınama getirmedikleri gibi bizi de Ermenilerle işbirliğine ve sınır kapılarımızı açmaya zorluyorlar. Halbuki biz Kıbrıs’ta anlaşmalardan doğan hak ve sorumluluklarımızla hareket etmiştik. Buna rağmen acımasız ambargolar uygulandı. 

En basitinden, Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan sonunda burnumuzun dibindeki adaları bile silahlandırdığı gibi, şimdi Avrupa Birliği marifetiyle bize adalar üzerinde uçuş yasağı getirmeye çalışıyor. Yani neredeyse Ege Denizi’ni bile bize kapatacaklar. 

*** 

Güney komşularımız adeta yangın yeri gibi. Yıllar önce İran Şahı uzun süre Amerika’ya hizmet ettikten sonra bu ülke çıkarlarını göz ardı ederek ülkesi lehine icraatlara niyetlenince İslamcı-liberal grupların inanılmaz işbirliğiyle saltanattan uzaklaştırılmıştı. ABD orada İran’ın binlerce yıllık devlet kültürünü hesap edememiş, İran değişik bir rejimle, aslında hem antidemokratik, hem de iddia edildiği gibi İslami olmayan bir garip yönetimle de olsa kaosa düşmeden varlığını sürdürmüştü. Ama ABD bu ülke üzerindeki emellerinden vazgeçmedi. Zaman zaman hala daha ortalığı karıştırsa da İran üzerinde yeterince etkili olamadığı ortada. 

*** 

Irak’ta işler daha kolay gerçekleşti. Araplar zaten Bedevi Kültürü gereği devlet kavramını yeterince özümsemiş değillerdi. İslamiyet’in ilk yıllarındaki bütünleştirici etki de aşırı Arap milliyetçiliği nedeniyle zayıflayınca emirliklerden öte bir kültür oluşturamadılar. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra ortaya çıkarılan suni devletler işlevlerini yitirmiş olacak ki artık tasfiyesi yoluna gidiliyor. Irak bu bakımdan zor görünen, ama çok kolay teslim alınan bir hedef oldu. Burada öyle bir kargaşa ve kaos tohumları ekildi ki aradan yüz yıl dahi geçse artık huzur ve kardeşliğin tesis edileceğine inanmıyorum. Şiiler, Sünniler, Türkmenler, Kürtler… 

Araya çok kan girdi. Bazı gruplar bazı destekleri de arkalarına alarak yüzlerce yıllık komşularına hasımca davrandılar. Yani araya nifak tohumları ekildi. 

Ne yazık ki bu nifak sadece orada kalmayıp bizim topraklarımıza da ulaşıyor. Türkiye’nin son otuz yılda yaşadığı bütün güvenlik sorunları ve kaybettiği canların kaynağının Irak’ın Kuzeyi olduğunu söylemek haksızlık olmaz. 

*** 

Kuzey Irak dışında diğer güney komşumuz Suriye ile ilişkilerimiz de her zaman iyi olmadı. Son yıllarda sanki eski defterler kapatılmış gibi görünse de ABD bu ülkeyi hala “terörist devlet” olarak ilan ettiğine göre sıkıntı devam ediyor demektir. Suriye her zaman bizim canımızı sıkabilir. 

*** 

Bizler Kuzey Irak, İran, PKK falan derken, arada bir yalancı pehlivanlar gibi İsrail’e efelenirken Kuzey Afrika’da inanılmaz şeyler oluyor. 

Önce Tunus’ta bir garip hareket oldu, ve demokrasi lafları eden bir gurup sokak hareketleriyle yönetimi değiştirdi. 

Sonra Mısır’da güya halk ayaklandı ve Hüsnü Mübarek koltuğunu terk ederek demokratik bir yönetim(!) için yetkilerini Mısır ordusuna devretti. 

Planın devamında Libya vardı, ama Kaddafi biraz sert çıktı. Diğerleri gibi kolay pes etmedi. Zaten ihtilalle gelen bir lider olduğundan ihtilale karşı hazırlıklıydı. 

Bakınız, AB ülkelerinden biri mal bulmuş gibi atlayıverdi; İsyanın başladığı Bingazi kentinin bağımsızlığını tanıdı. Bir diğeri isyancılara silah temini için çaba gösteriyor. Bölüp parçalamaya ne kadar da meraklılar değil mi? Ama ortalık demokrasi laflarından geçilmiyor. 

*** 

Bazı şeyleri merak ediyorum; televizyonlarda izlerken Libya ile ilgili aktarılan görüntülerde adeta bir iç harp olduğu izlenimi ortaya çıkıyor. Ama böyle bir savaş için iki ordu gerekir. Bakıyorum, savaş uçaklarına karşı uçaksavar sistemleri kullanılıyor. Demokrasi isteyen ve bunun için sokaklara dökülen halk mı bu silahları kullanıyor? 

Tüfek değil, tabanca değil, bu türlü ağır silahları kullanmak, uçaklara, tanklara ve eğitimli birliklere karşı savaşmak için karşı tarafın da iyi eğitilmiş birliklere sahip olması gerekmez mi? 

Şimdi soruyorum; hanginiz o gördüğünüz ağır silahları kullanabilir? Peki demokrasi isteğiyle ayaklandıkları iddia edilen Libyalılar nereden ve nasıl öğrenmişler o silahları kullanmayı? 

Yazık, sömürgeciliği yaşam biçimi haline getirmiş, kan emici, insanlık düşmanı bazı ülkeler cahil ülkelerin gözünü hırs bürümüş yurttaşlarını kandırarak kardeşi kardeşe kırdırıyorlar. 

Eğer amaç demokrasi olsaydı, işe önce Suudi Krallığını devirerek başlamaları gerekirdi. 

*** 

ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton açıkladı; tek taraflı bir müdahaleye sıcak bakmıyorlarmış. Bu konudaki endişeleri sadece kendileri için. Çünkü sonucu öngöremiyorlarmış. Ama BM ya da NATO marifetiyle bir müdahale olanaksız değil. Hatta bunun için çaba da var. 

Endişe ediyorum dedim. Konuşulan laflar, medyada yer alan ya da özellikle servis edilen haber ve beyanatlar endişelerimi daha da arttırıyor. Daha önce de paylaşmıştım; NATO’nun müdahalesi için Türkiye’nin vetosunun engellenmesi gerekir. Bunun için yollar yapılmaya, kamuoyu oluşturulmaya başlandı. 

“Libya halkı Türklerin kendilerini korumasını istiyor…” 

Türkler sanki babalarının bekçisiydi. 

“Kaddafi yanlıları Türk gazetecilere işkence yaptılar. Türk işçiler hayatını kaybetti…” 

“Tahliye edilen Türk işçileri Kruvazörlerimiz korudu…” 

“Kaddafi’ye bağlı birlikler sivil halkın üzerine ateş açtı. Savaş uçakları halkı bombaladı…” 

Bütün bu türlü kaddafi karşıtı söylemlerin etkisini kırmak için de Kaddafi demeçler veriyor: 

“Biz hepimiz Osmanlıyız…” 

“Ben Türkleri çok severim, biz kardeşiz…” 

Sonra da ağzımıza bal çalma çabaları. 

“Libya’da Türk Müteahhitleri için daha yapacak çok iş var. Türk işçilerinin geri gelmelerini istiyoruz…” 

*** 

Sahi bizim Dış İşlerimizin aktif siyaset söylemi vardı değil mi? Başkalarının politikalarına uymak yerine politikada belirleyici olacaktık. Saydığım bütün bu olayların önünde ve arkasında bizden bir katkı ya da etki görebildik mi? 

Dış İşleri Bakanımızın adını sadece tahliyeler yapılırken duyduk. O tahliyeler de sanki bir kahramanlık destanı ve inanılmaz birer yöneticilik başarısı olarak takdim edildi. Güya İngiltere kendi yurttaşlarını tahliye edememiş de biz etmişiz. 

Halbuki adamlar bu olayları haftalar önceden öngörüp oradaki yurttaşlarını cep telefonu mesajlarıyla uyararak ülkeyi terk etmelerini istemişler. Orada kalan 150 İngiliz bu olayları bilerek ve olacakları göze alarak orada kalmış kişiler. Eğer biz de bu olayları önceden tahmin edebilseydik biz de işçilerimizi uyarma yoluna gidebilirdik. Uyarabilir miydik, onu da bilmiyorum. Bizim Dış İşlerimizde ve yurt dışı temsilciliklerimizde oradaki yurttaşlarımızla iletişim kurma gereği önceden düşünülüp böyle bir bilgi depolanması yapılmış mıdır, onu da tahmin etmiyorum. 

Bakan Bey ya da Sayın Başbakan ne derse desin; biz aktif politika falan yapmıyoruz, gündem belirlemiyoruz. Zaman zaman başkalarının gazına gelerek kendimizi öyle sanıyoruz. 

*** 

Evet, endişe ediyorum. Bu aktif politika hayalleri ve çevre ülkelerle geliştirilen günübirlik politikaların gelecekte çocuklarımıza tamiri mümkün olmayan sorunlar bırakmasından endişe ediyorum. 

Bazen hesapsız sözler ve tatlı beklentilerle yapılacak hamleler yüzlerce yıl sürebilecek güven sorunları yaratabilir. Bakınız, zamanında eski Başbakan ve Cumhurbaşkanımızın Irak’a müdahale için söylediği “bir koyup beş alacağız” sözünün ben o ülke insanları tarafından sempatiyle karşılandığını düşünmüyorum. Kendimiz adına da böyle kumar mantığı ve söylemiyle yönetilmeyi utanç verici olarak görüyorum. Bugün en azından böyle söylemlerin konuşulmadığını görmekten memnunum. Ama bulunduğumuz coğrafya nedeniyle Büyük Ortadoğu Projesi adıyla ortaya konan büyük senaryonun baş aktörlerinden biri olmamız kaçınılmaz. Önemli olan senaryoya bakmadan, sadece şöhret ya da başka beklentilerle bize verilen rollere atlamamak. Senaryoyu iyi okuyup kendimize en uygun rolü seçmeliyiz, böyle bir rol yoksa bu senaryonun değiştirilmesi için çaba göstermeliyiz. 

*** 

Son söz; yeni bir dünya kuruluyor. Kuruluş iradesini ortaya koyan ve bütün senaryoyu şekillendiren devlet Amerika Birleşik Devletleri. Bu oluşuma güçleri kadar etki edebilen diğer başrol oyuncuları da AB ülkeleriyle Rusya, Japonya ve Çin Halk Cumhuriyeti. 

Bizim bu oluşuma etki edecek kartlarımız var mıdır? Bu kartları ortaya sürecek gücümüz ve irademiz mevcut mudur, bilemem. Ama ortada böyle bir güç ve böyle bir irade göremiyorum. 

 
Toplam blog
: 114
: 548
Kayıt tarihi
: 18.11.09
 
 

Emekli öğretmenim. Üç yıldır Söke Ekspres gazetesinde günlük yazılar yazıyorum. 2008 Yılında röpo..