Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '07

 
Kategori
Kitap
 

Erguvan Kapısı - Oya Baydar

Erguvan Kapısı - Oya Baydar
 

Erguvan Çiçekleri


kurtarmak için kayıp ruhunu şehrin
gizli, viran bir kapıdan giriyor
erguvan kapısından
başında erguvan tacı
erguvan giyinmiş
yaraları erguvan
münkir bir keşişin gölgesinin ardından
kutsal bilgeliğe doğru yürüyor

...

Önce "Erguvan Güzeli" şimdi "Erguvan Kapısı"... Erguvan modası var şimdi benim kitap dünyamda. Her iki kitap da birbirine benziyor. İkisi de efsunlu şehir İstanbul'u anlatıyor. Tek fark 1300 yıllık zaman farkı, yoksa İstanbul yine aynı İstanbul... 1300 yıl önce yaşanan sorunlar, sıkıntılar, dolaplar, sevdalar, umutlar yine aynı...

Oya Baydar'ı ilk "Sıcak Külleri Kaldı" romanıyla tanımıştım. Bu romanı okurken, sanki o romanı tekrar okuyormuşum hissi yarattı bende. Orada 1980 öncesi sol kesimin yaşadığı sıkıntılar, örgüt ve devlet arasında sıkışan insanların, sonu kötü biten öyküleri vardı. Bu roman da ise 2000'li yılların İstanbul'unda, varoşlarda yaşanan, hepimizin az-çok bildiği olaylar var: Hapishaneler, hücre evleri, kurtarılmış bölgeler, ölüm oruçları, güvensizlik, ajanlar, faili meçhul ölümler önplanda...ama illa ki de AŞKLAR.

Kitaptaki aşklar biraz garip ama...hiç davul dengi dengine çalmıyor. Genç kız babasına hayran, Rum asıllı araştırmacı annesine, hayalinde hep annesi var, ama üryan... Kızın da babası, kokusu, kravatı, parfümü...

Yıllar sonra adam, kendinden yaşlı kadına yöneliyor, genç kız da babası yaşındaki adamlara. Ben bir okuyucu olarak bu yaklaşımları beğenmedim. Elle tutulacak bir aşk öyküsü yok, hep uçuk kaçık aşklar, kimbilir belki toplumun yansıması böyledir Metropol'de...

2004 CEVDET KUDRET EDEBİYAT ÖDÜLÜ alan Erguvan Kapısı, 2004 yılında Can Yayınlarından çıkan, 493 sayfalık bir roman. Oya Baydar'ın anlatım tarzı, bilgi birikimi ve romanın akıcılığı tartışılmaz. Elinizden bırakmak istemiyorsunuz, bir de konular ve kahramanlar tanıdık gelince, sayfa sayısı gözünüzde büyümüyor, bir solukta okumak istiyorsunuz. Romanda olaylar, karakterlerin ağzından yazılmış, her bölümde başka bir karakter anlatıyor olayları. Bu da bir farklılık katıyor romana...

Okuyun beğeneceksiniz!

Yazımın başında yazdığım şiirle başlıyor roman. Eski bir elyazmasında bu şiiri gören, İstanbul kökenli bir Rum olan Teo Zakharakis, şiirde geçen efsanevi kapıyı bulmak için, çocukluğunun geçtiği İstanbul'a gelir. Adında Erguvan geçen yerleri aramakla başlar işe. Tabii ki işi zordur, birçok yerin adı ve şekli değişmiştir. Yolları eski sol örgüt üyesi gazeteci Ülkü ve babası kirli işlere karışmış ve öldürülmüş bir bürokrat olan Derin ile kesişir. Derin, Ülkü ile ilk kez Paris'te babasının cenazesini almak için morga gittiklerinde karşılaşır. Babasını ölmeden önce son gören kişidir, Ülkü. Teo, Ülkü'nün evini kiralar ve evdeki eşyalar arasında eski fotoğrafları görür. Bir fotoğraf çok ilgisini çeker ve Ülkü ile Derin arasında bilinmeyen bir bağ olduğu kanısına varır.

Bu üçlü arasındaki ilişkiler daha sonra arapsaçına döner ve herkesin yolu bir yerlerde, diğerleri ile kesişir. Dünya küçük, İstanbul daha da küçük... Derin, Ülkü'nün hücre evinde öldürülen oğlunun, babasıyla olan ilişkisini araştırırken, kendisini örgütün içinde bulur. Tez araştırması yapmak için varoşlara sığınır. Kerem Ali ile tanışır. Mücadele, ölümler, güvensizlik, şüphe, dönüşü olmayan yollar...kedisi Feliks ve annesi ölmeye yatan ölen küçük Umut...

İstanbul'un eski ve yeni yüzü, kirlenmişliği yanında muhteşem doğal güzelliği ...vs...vs...

Son bölüm güzel bitiyor, ıssız ada, yaşlı anne, küçük Umut, kedi Feliks ve güzel bir tangonun sözleri:

Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer
Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer
Ne yazık ki deniz engin, şu ufuklar ölgün
Bin elemle doğuyor her yeni gün

******

Yarın olsun, yarın olsun diye renkler soluyor...(İşte kitabın özeti bu söz...)

KİTAPTAN ALINTILAR:

-Kapalı kutular, her zaman kapalı kitaplardan daha çekicidir. (s.32)

-Erkeklik, iktidarla özdeşleşir: her alanda, her anlamda iktidar. Erkek iktidarı arar, kadın ise iktidara sahip olanı. (59)

-Aradığımızın gerçekte ne olduğunu, ancak Tanrı onu bize buldurduğu zaman anlayabiliriz. (133)

-İkonalara, Meryem tasvirlerine, mozaik panolardan büyülü gözlerle bakan azizelere tapınılır, hayran olunur ama aşık olunmaz. Onlar tensel tutkunun, aşkın değil, inancın ve estetik yücelmenin nesnesidirler. (150)

-İnançlar simgeleri yaratır ve simgeler inancın yerine geçmeye başlar. Çoğu zaman, inançlar uğruna değil, semboller uğruna savaşılır. Böyle budala bir yaratıktır, işte insanoğlu! (s.256)

-Semboller kimliklerin dışa yansıtılmasıdır, ötekilere 'ben buyum! ' demenin en kestirme yoludur. İnanca dayalı kimlikler, mümin ve mürit yarattı. Özgür insanın birey kimliği değil, sorgulanamayan köle kimliği öne çıktı. Bunun bedelini ağır ödedik. (257)

İyi okumalar!

Sevgiyle kalın, kitapsız kalmayın!

 
Toplam blog
: 480
: 2046
Kayıt tarihi
: 27.03.07
 
 

Üstkimliği ile insan, altkimliği yeterince kalabalık birisi; Eş, anne, öğretmen emeklisi. Doğa, H..