Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '10

 
Kategori
Siyaset
 

Faili Meçhullerin Faillerinin Kim Olduğunu Tartışmak Mizah Tadından Bir Tartşmadır

Faili Meçhullerin Faillerinin Kim Olduğunu Tartışmak Mizah Tadından Bir Tartşmadır
 

Doğru ya… Artık şu soruyu sormanın fazlaca kıymeti harbiyesi yoktur. Efendim, memleket aydınlarını kim öldürdü? Bunca insanı öldürenler neden yakalanmadı, neden bu cinayetler faili meçhul kaldı? Artık bu soruyu sorana farklı bir gözle bakıyorlar. “Sen deli misin?” dercesine anlamı bir bakıştır bu… Öyle ya… Tabii ki artık bu soru alaycı karşılanmak durumundadır. Alaycılıkla karşılanmalıdır da zaten. Hangi devirde yaşadığımıza bir bakalım. Bu devir bize neyi anlatıyor? Hafif yollu tarafından anlamak yeterlidir. Kim öldürmüştü Sabahattin Ali’yi? Ben aslında sormayacaktım bu soruyu, alayla karşılanırım diye. Lakin birileri sormaktan imtina etmiyor. Her neyse…

Türkiye’deki en ahmakça tartışmalardan birisidir faili meçhullerin faillerinin kim olduğunu tartışmak.

O denli çok insan faili meçhule kurban gitmiş ki, sayısı dahi belli değil. Ve bu faili meçhul cinayetlerden o anki siyasal iktidar sorumlu tutulmuş. Oysa rejimin iç yüzüne bir nebze olsun kafa yormuş olsak ve “devlet” denen aygıtı tam anlamı ile algılama çabasına girişmiş olsak, belki de faili meçhul kalmış cinayetlere dair daha net bir yaklaşım ortaya konulabilir.

Bu gün bir yerlerde rast geldim Sabahattin Ali ile ilgili bir yazıya. Oradan esinlenerek bir şeyler yazma ihtiyacı duydum. Bazen böyle oluyor. Hiç yazı yazma hevesim yokken, birden bire gökten zembille inercesine bir yazı yazma iştahı doğuyor ortalık yerde ve sarılıyorsunuz o biricik gün içi arkadaşınız olan bilgisayara, başlıyorsunuz ahengli bir şekilde klavyenin üzerinde parmaklarınızı dolaştırmaya. Eh işte en nihayetinde soruyu sorabilmiştim… “Faili meçhul kalmış cinayetler kim ve kimler tarafından işlenmiştir?” Bu zamanda bu soruyu tartışmak gerekmiyor. İşaret belli… Neresi olduğu belli… Emrin nereden geldiği ve niçin geldiği de belli… O halde... İşte tam da bu noktada kendisini solda tarif edenlerin ısrarla 1950’li yılları işaret etmiş olmalarını ben pek bir manidar karşılamaktayım. Oysa Sabahattin Ali 1948 yılında hunharca öldürülmüştü… Kimdi o yılların iktidarı? Demokrat Parti mi?

Bu sorumuzu bir tarafa not edelim ve hemen soralım, “Nazım Hikmet ve Kemal Tahir ne zaman kodese tıkıldılar?” Şimdilerde Nazım’ın şiirlerini dilinden düşürmeyenlerin, Kemal Tahir’in kitaplarını ellerine dolayıp, okuyanların dertleri 1950’lili yılardır. Zira o yıllarda karşı devrimciler iktidara gelmiştir!!! Ülkeyi karanlığa terk eylemek adına olmadık işler yapmaya kalkışmışlardır!!! Bu yüzdendir ki asker 27 Mayıs’ta kafalarına silahı indirmiş, dönemin iktidarının as takımını yağlı urganda sallandırmıştır… Bu durumu halen kimiler savunmaktadır. “Hakettiler” diyerek bu düşüncesini zirveye taşıyanlar da yok değil hani. Nazım’ın şiirlerini dile dolarken, Nazım’ı kodeslere kimlerin tıktığından pek bir habersiz olsa gerektir bu çevreler. 1950 öncesine methiyeler düzüp, dönemin onca devrimcisinin kodeslik günlerine dair tek kelam laf etmemek pek bir tuhaf kaçmaktadır. Mesela Doktor Hikmet Kıvılcımlı… Aynı yıllarda hayatı hapislerde geçmedi mi? Orhan Kemal farklı mı? Nazım’ın oda arkadaşı Bursa Cezaevin de. Hangi rejim bu insanları kodese koydu? 1950 senesinde iktidara gelenler mi? O sadece muvazza idi. Rejim aynı rejimdi oysa. Sadece sazı çalanlar değişmişti. Fakat bu durumu halen anlamamak için direnenler, bu gün de gericilerin iktidarda olduğu sanısı ile hareket edip, o “devlet” denen baskı aygıtını sahiplenmekten beri durmuyorlar.

Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Hikmet Kıvılcımlı, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin ve sairler… Yani bu ülkenin solcu sosyalist isimleri, 1950 öncesindeki rejimin despotizmine esir olmadılar mı? Bu insanların her biri cumhuriyet kurulduğundan beridir ki hapislerde ömür törpülemediler mi? Bu insanların düşüncelerini kendilerine rehber edinenlerin, 1950 öncesini kutsamaları aslında tuhaf olan şey. 1950 sonrasında hiç iktidara gelememiş olduklarını düşündükleri 1950 öncesi düşüncenin, 1950 sonrasındaki her faili meçhul kalmış cinayetin sorumluluğunu siyasal iktidarda aramaları da normaldir. Oysa dedik ya “Devlet denen o aygıtı iyi tanımak gerekiyor” diye. Örneğin; Celal Bayar’ı sağ kolu yapan Mustafa Kemal, neden Celal Bayar’ı bir kez olsun yanından ayırmamıştır. Neden Mustafa Kemal’in her zaman en güvendiği isimlerden birisi olmuştur Celal Bayar? Oysa Celal Bayar karşı devrimci olarak tarif edilmiyor mu?

Rejimi iki döneme ayırıp, bir dönemi ilericilikle taçlandırıp, diğerine gericilik atfetmek o rejimin yapısını tam olarak anlayamamakla eş anlamlıdır. Sağ olsun bu günkü CHP taraftarlarının en fazla ters köşe hali tam da burasıdır.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..