Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '11

 
Kategori
Öykü
 

Hüzünbaz yanılsamalarda aşk vardı sanki - I

Hüzünbaz yanılsamalarda aşk vardı sanki - I
 

Bu şehri seviyorum diye geçirdi içinden. En çok da yazı yakıştırırdı ona. Hiçbir şey gizlemez, hüzzam mırıldanırdı sokakları.

Kırmızının eşsiz tonlarını denize sererek batıyordu güneş. Son yudumunu aldı birasından. Kalktı.

Sadece kızları değil; havası, doğası, evrende duruşu güzeldi. Hangisine bakacağını şaşırırdı. Onunla geçirdiği her saniyeden büyük keyif alırdı. Geçen sene salaş bir balıkçı lokantası keşfetmişti. Küçücük masaları ve tabureleri vardı. Sanki bambaşka bir dünyaya açılmıştı gözleri. Sımsıcak sevgi serpilmişti balıkların, midyelerin üzerine. Soğan gibi yaşartmıştı gözlerini. Maziye gitti benliğinde. Belki de fazla serpmişlerdi.

Güneşi hep aynı noktada uğurlamayı severdi. N'olur bekle diye yırtındığı da çok olurdu ardından. Beklemezdi güneş tabii. Gazanya'nın yaprakları gibi kapatırdı ruhunun kapılarını. Ama bilirdi, yeni bir sahnede rol çalacaktı seherle.

Neden yavaşladıklarını soramadı adımlarına. O'nu gördü. On metre kadar önündeydi. Durdu. Arada geçenler görüşünü engelledi. Karşıya geçmek için bekliyordu. Uzun boylu ve pek narindi. Demeter'i kıskandıracak kadar güzel saçları, kendinin farkında duruşu ve baş döndürücü edasını süsleyen gamzeleriyle ben senden de güzelim der gibiydi şehre.

Haklıydı.

Yaklaştı. Bambaşka bir dünyada buldu kendini. Ne gözlerini kırpmak istiyordu ne de aldığı nefesi vermek. Sesler de mi kesilmişti ne! Belki de tanrı yanına almıştı.

Güneşi unuttu. Bir akşam da onsuz batsındı.

Vapurda buldu kendini. Nereye gittiğinin değil, nerede olduğunun önemi vardı. Karşısına, uzak köşeye oturdu. Telefonla konuşuyordu kadın. Daha sonra çantasından çıkardığı kitabı okumaya başladı. Kara gözlüklerinin arkasına saklasa da bakışlarını, ona baktığını hissetmesinden ürküyordu.

Yaşamı boyunca aradığı kadını hiç ummadığı bir anda karşısında görürse ne yapardı bir erkek!

Şeyy, ben az önce sizi trafik ışıklarında gördüm de, yüreğim yerinden çıkacakmışçasına atmaya başladı diyerek dikilemezdi ya karşısına!

Belki de evliydi. Ama parmağında yüzük görünmüyordu. Takmıyor da olabilirdi. Böyle güzel bir kadını elbette ki boş bırakmazlardı. Kocası olmasa da erkek arkadaşı mutlaka vardı.

Nereye vardıklarından emin değildi. Önünden geçinceye kadar kalkmadı yerinden. Yine az arkasında, çıktılar vapurdan. Yavaşladı. Ara açıldı.

Arabasına bindi kadın, uzaklaştı. El sallamayı düşündü, gülümsedi sadece.

Neydi son yarım saat içinde olan!

Güneşin batışını izlemeye giderken bambaşka bir galakside güneşin doğuşunu izler bulmuştu kendini. O'nu tekrar görmeyi istediğini düşündü. Evi bu tarafta, işi karşı yakadaydı demek ki. Sabah erkenden iskeleye gelmeye karar verdi. Göremezse de akşamı beklerdi.

Otele döndü, zihninde onlarca düşünceyle. Hayatın ne zaman nereden çakacağı ya da tebessüm edeceği hiç belli olmazdı. Nasıl bir yönetim merkezi vardı tanrının ki milyarlaca insana farklı kader çizebiliyordu. Kendini bildi bileli gece uyumadan önce tanrıya dua eder, verdikleri için teşekkür ederdi. Çünkü sabah uyanamayabilirdi. Bu akşam okşamıştı tanrı yanağını. Gülümsedi. Yüreği pır pırdı.

Roof'ta şarabını yudumlarken denize karşı, sabah onu göreceği için heyecanlıydı. Emindi, tanrı yarın da yanında olacaktı.

Bir iki kere uyandı gece boyu. 28. Kattaki odasından deniz görünüyordu. Çok uzaklarda iskele de. Işıklara daldı. Teşekkür etti tanrıya, sabah uyanmayı diledi. Kapattı gözlerini.

Sabah 07:00'de düştü yollara. Kara gözlüklerinin arkasında kendini güvende hissediyordu. Dün hiç birleşmemişti gözleri; ama gözüne çarpmış olabilirdi. Her ihtimale karşı farklı giyindi. Dün kot-tişörtlüydü, oysa şimdi keten pantolon-gömlekliydi. Vapurdan indiğinde saat 08:00'e geliyordu. O'nu tanıyacağından emindi. Bir an içini ürperti kapladı. Ya bekleme salonundaysaydı ve onun indiği vapura bindiyseydi! Belki de vapura geri binmeliydi, yoksa beklemeli miydi. Gözlerini göğe kaldırdı. Tanrının neden hep gökte olduğunu merak etmekten vazgeçeli uzun yıllar olduysa da gözlerini maviden kaçırmadı. N'olur tanrısı, henüz gelmemiş olsundu.

Giden vapurun ardından baktı bir süre. Çaresizlik kötü şeydi. Arkasına döndüğü anda onu gördü. Hızlı adımlarla iskeleye yaklaşıyordu. Attığı her adımda farklı ışıyan aurora'sı göz kamaştırıyordu. İnanılmaz bir öz güven rayihasıyla geçti önünden. İçine çekti ve tuttu. Dünden beri olanlara bir açıklama getiremiyordu. Aşk perileri mi üşüşmüştü başına, yoksa perinin kendisi miydi karşısına çıkan; idrak edecek halde değildi. Bu sefer tam karşısına oturdu. Hem kendi gözlüklerine hem de onunkilere güveniyordu. Gözlük gözlüğeydiler! O da bakıyordu, emindi. Çünkü ne telefonla konuşmuştu ne de kitabını çıkarmıştı. Kalkarken de bakışlarını ayırmamıştı; ama gülümsememişti de.

Önlü-arkalı çıktılar vapurdan. Ya onu takip ettiğini düşünüyorduysa. Mutlaka dün de fark etmişti. Bu olasılık rahatsız etti. Adımlarını yavaşlattı. Poğaça ya da açma gibi bir şey aldı kadın ve yürümeye devam etti. Bir binanın önünde durdu, arkasına döndü. Gözlüğünü çıkardı. Gözleri buluştu. İçeri girdi.

Terlediğini hissetti. Yaptığı doğru değildi. Ya yanlış anlarsaydı. Akşam konuşmaya karar verdi. Vapurda uzağına oturacaktı ve inince de konuşacaktı. İnsan ömrü boyunca aradığı kadını bir anda karşısında görürse ve bir daha da görmesi imkansızsa, geçip gitmesine izin mi vermeli yoksa ona hislerini söylemeli mi diyecekti. Modern bir kadın olduğu belliydi. Herhalde çağdaştı da ve dünden beri ne cüretle beni takip ediyorsunuz deyip tokadı yapıştırmayacaktı.

Saatler geçmiyordu. Aslında şehirden ayrılmalıydı; ama gidememişti. İşe gidiş-geliş saatlerini, poğaçasını aldığı yeri ve iş yerini biliyor olması tanrının hediyesiydi. Araştırmamış, önüne konulmuştu. Artık emindi, tanrı onunlaydı. Acaba ne giymeliydi. Yoksa konuşmasını değiştirmeli miydi. Afedersiniz, önce sizi birine benzettim; ama o olmadığınızı anladım. Fakat bir şey gözlerimi sizden almamı engelliyordu ya da benim olmayan bir şehirde sizi gördüm, binmemem gereken bir taşıta bindim. Şimdi ne o taşıttan ne de o şehirden ayrılamıyorum diyecekti.

Otele döndü. Kahvaltı etmediğini hatırladı. Yağsız yoğurtla meyveli müsli yedi ve odasına çıktı. Sırt üstü uzandı yatağa. Tavanlarla hep iyi olmuştu arası. Tanrı gülümsüyordu! Çıktı odadan. Saat 10:00'a geliyordu. O'na bir hediye almalıydı. Tokadı yerse de verecekti. En uygun hediye kitap olacaktı. Vapurda dahi kitap okuduğuna göre okumayı seviyordu. Özenle seçmeliydi.

Kitabevinin gıcırdayan ahşap merdivenlerini heyecanla çıktı. Gözlerini kapatacak ve o kitabı hislerinin göstermesini dileyecekti. Öyle de yaptı. Ruhu titreyerek açtı gözlerini. Karşısındaydı işte. Uzandı, rafından aldı.

"Aşk, bir kere."

İçine bir şey yazmalı mıydı, bilemedi. İsmini dahi bilmediği bir insan için ne yazabilirdi. Vakit geçmiyordu! Ancak öğlen olmuştu. İş yerine gitse belki de yemeğe çıkışını görürdü; ama fark ederse kim bilir ne kadar rahatsız olurdu. Sabretmeli, akşamı beklemeliydi. Otele döndü. Kitabı odaya bırakıp, havuza indi. Yüzdükçe vakit daha hızlı geçer sanrısı esir almıştı tüm benliğini.

Hayır, bugün de dönmüyorum canım. Gökten bir yıldız kaydı, yüreğime asacağım dedi telefonda kardeşine.

Asansörde yaşlı Japon çifte gülümsedi. Gerçekten de onlara gülümsediğinden emin değildi. Belki de hemen arkalarındaki aynaya gülümsemişti. Varsın onlara sansınlardı.

Acaba ne iş yapıyor diye düşündü. Çok şık ve bakımlıydı. Gözlerini kapatıp hayal kurdu. Belki de boynuna sarılırdı kadın! Ben de fark ettim sizi dün, çok heyecanlıyım derdi. İlk görüşte aşk belki bir ömür beraberliğe taşınırdı. Gözlerini açtı. Çılgınca hayallerinden sıyrıldı. Rüya görüyorsun sen dedi kendine. Üzülmeyi en son isteyeceği günlerdeydi. Güneşi -uğurlamaya giderken- karşılamıştı. Ya erkenden batarsaydı.

Özenle tıraş oldu, parfümünü sıktı. Beyaz keten gömlek ve lacivert kanvas pantolon giydi. Siyah loafer'larını parlattı. Aynada son kez baktı kendine. Fena olmamıştı. Tozlanan heyecanların üzerini üflüyordu. Yürüyüşü dahi değişmişti sanki. Güneş gözlüğünü takmayacaktı. Dünden beri bambaşka parlayan, açık kalabilmek için kapaklarıyla savaşan gözlerindeki heyecanı görmesini istiyordu. Odadan çıktı. Tekrar geri döndü. Kitabı unutmuştu. Aslında yürüyebilirdi iskeleye; ama taksiye bindi. Onulmaz bir heyecan tüm bedenini sarmıştı.

"Neşen bol olsun abi." dedi dikiz aynasından bakan şoför. Dünden beri yüzünde istem dışı peydahlanan tebessümü o da yakalamıştı.Japonlar da onlara güldüğümü sandı demedi.

İskelede indiğinde yeni bir korku kapladı içini. Ya bu akşam gelmezseydi. Yok yok, gelirdi. Tanrı sarmamış mıydı bu heyecanı başına, herhalde yarı yolda bırakmazdı. Elinde kırmızı gül buketiyle bekleyen biri daha vardı az ötesinde. Bakışları tek yöneydi. Hatta ona bir şey soran kişiye yanıt verirken dahi başını çevirmemişti. Heyecan ötesi bir boyuta geçtiği anlaşılıyordu. Belki o da önce kitap hediye etmişti.

Vakit yaklaştıkça kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. Gelmeyebileceği endişesi bir yandan, fark ederse sinirlenir mi nin merakı diğer yandan sıkıştırıyordu. Belki de hiç görünmemeli, hatta vapurda dahi uzağına oturmalıydı. Bu düşünceler içinde kıvranırken, gördü onu. O da güneş gözlüğünü takmamıştı. Tanrının büyüklüğüne bir kez daha inandı. Günün yorgunluğundan eser yoktu. Dimdik yürüyordu. Buketli adamın gülleriyle aynı kadrajdayken yavaşladı; ifadesiz bir yüzle, bekleyenine bakıyordu. Gülümsese, dudaklarına uzanan gamzeleri kim bilir ne hoş kıvrımlı vadilere davet edecekti. Tüm kanı binlerce şelaleden o vadilere çağladı sanki. Sürüklenircesine bindi vapura. Kadını görebileceği en uzak köşeye oturdu. Ayaklarını yan yana birleştirmiş, Okul Disiplin Kurulu'nun içeri çağırmasını bekleyen öğrenci gibiydi! Beş on dakika sonra bu ızdıraba son verecekti. O'na döndü. Kitabını okuyordu genç kadın. Bir an başını kaldırdığını gördü. Adamı aradı bakışları. Gözleri birleşti. Bir ömür o gözlere bakabilirdi.

Vapur daha yanaşmadan ayağa kalktı. Karşısında oturan teyze, geldik mi oğlum dedi. Tekrar oturdu. Sağ ayağına bir titreme geldi. Belki de çok mutlu bir yolculuğun ilk günündeydi ve ileride hatırlanıp anlatılacak ne hoş heyecanlar yaşıyordu. Arka arkaya indiler vapurdan. Birkaç metre vardı aralarında. Kalabalıktan sıyrıldıklarında yanaşmalıydı ona da söze nasıl başlayacaktı? Afedersiniz hanımefendi demeliydi herhalde. Sonraki kelimeler nasıl dökülecekti, düşünmekten vazgeçti. Belki de konuşmasına izin vermeyecekti.

İskeleden çıktılar. Otoparka doğru yürüyordu kadın. Tam sırasıydı.

"Anneee!!"

"Aşkıımmm gelmişşş!!" derken, kendisine koşan çocuğa sarıldı kadın. Çocuğun hemen arkasındaki adam da gülümsüyordu. Kadının yanına geldi. Sarıldılar. Öpüştüler de.

Kuzeyden battığı nerede görülmüştü güneşin!

İşte, batmıştı.

Başını arkaya çevirir gibi oldu kadın.

Çevirmedi.

Uzaklaşıncaya kadar izledi onları. Tuttuğu nefesi verdi.

El sallamadı. Gülümsemedi de.

Banka oturdu, yüzünü denize döndü. Teşekkür ederim sana, teşekkür ederim yaşattığın heyecana dedi.

Paketi açtı, kitabı çıkardı. Hayatımı güzelleştiren ve beni çok mutlu eden sana minnet ve sevgilerimle diyordu Maeve Binchy.

Ne kadar zamandır bankta oturduğunu bilemedi. Kalktı. Dönse iyi olacaktı. Sabah belki de güneş güneyden doğardı.

"Hadiii, Beşiktaş Beşiktaaşş. Son vapur gittii." diye yırtınıyordu motorun çığırtkanı.

 

http://blog.milliyet.com.tr/huzunbaz-yanilsamalarda-ask-vardi-sanki---ii/Blog/?BlogNo=331844  

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..