Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '11

 
Kategori
Psikoloji
 

Kırıldığımız anlar...

Kırıldığımız anlar...
 

Görsel:www.fantastikresimler.net


Gecenin bir vakti 'fikrinizin ince gülleri'yle kalkıp kağıda kaleme sarıldığınız ya da martıların masmavi bir denizin üzerinde kanat çırpışları gibi ellerinizin bilgisayar klavyesi üstünde gezinmesini dizginleyemediğiniz oldu mu hiç? Muhtemelen olmuştur. Ama yukarıdan, martıların süzüldüğü irtifadan baktığım yer ülkemin genel hâli olunca tüm kanatlarımın kırıldığını hissediyorum. Yüreğime de batan bir sızıyla...

Yine geceleri, yalnız başınıza, ıssız yerlerden geçerken korkudan ıslık çaldığınız olmadı mı hiç? Muhtemelen olmuştur. Ama olan bitenlerden, gelecekten kaygı duyan, yazan, çizen, düşünen yurtsever azınlığa bakıyorum da... Onları var eden fikir ve ideâllerinin bile yanından geçerken artık aynı şekilde ıslıklar çalmak zorunda olduklarını görüyorum. Zihinlerinde, sabahın erken saatlerinde yumruklanan kapılarının zahiri sesiyle dudaklara yapışan o ürkek, o endişeli ıslıklar...

Ya gündüzlerde...

Bir yere giderken ayaklarınızın geri geri gittiği olmadı mı hiç? Bende de çok oldu. Ama bu kez geri, geri gittiğimiz (ve iteklendiğimiz) yer ne iş, ne ev, ne de başka bir mekân! O yer önce kıyılar, ardından da maalesef güzeller güzeli ülkemin sınırlarının dışına doğru...

Hiç yok yere kendinizi kanattığınız oldu mu? Kendini kanatan bir kuğu gibi. O zarif ve saf beyazlığını al renkli lekelerle de süslercesine... Bazılarımıza göre uzun süredir ülkemiz de öyle...

Çok değerli bir şeyinizi, çok iyi bildiğiniz bir yere koyup da bulamadığınız olmadı mı hiç? Hepiniz gibi, onlar gibi benim de oldu. Ama şimdilerde bizi var eden çok değerli düşüncelerimizi, hayâl ve ideâllerimizi bile oldukları yerde bulamadığımız zamanlara doğru sürükleniyoruz...

Sanki çok önemli bir sınava sıkı sıkıya hazırlanmışsınız da sorular hep umulmadık yerlerden geliyor gibi...

Saklambaç ve körebe oyunlarında, mutlu kifayetsiz muhterisler arasında hep ebe kalmış, yarı-mutsuz bir şekilde ortada sıçan olmaktan hiç kurtulamamışız gibi... (*)

Sanki,

Gelişen birçok olay, freni patlak eski kamyonlardan karpuzlar bile -kalın, kıllı ve muhafazakâr kollarla- özenle fırlatılırken nadide kristal parçaların hoyratça yerlere fırlatılıp paramparça oluşları gibi...

Oy sandıkları ise eski zamanların çeyiz sandıkları gibi... İçerisine her seferinde en değerli şeylerinizi koyup da hiç evlen(e)memiş, onu gönlümüzce açamamış olmak gibi...

Sanki sapla saman, güllerle çöl kaktüsleri, masum çocuk tebessümleriyle işveli hayat kadını sırıtışları yer değiştirmiş gibi...

Sanki yaşamda amaçlarla araçlar, derin ve anlam yüklü olanlarla yüzeysel olanlar, akla, bilime uygun olanlarla hurafe, yanılsama ve sanal olanlar da son hızla yer değiştirmekte...

Değişim dedikleri buysa, o, bazılarımız için sanki kırıldığımız ve kanadığımız anlar bütünü...

Hızla dönen ve gösterimi sürekli yinelenen bir film şeridi gibi...

İşte o kırılan anların asil ve masum tanıkları aslında öyle bir kuşağa aitler ki 'parça', 'parça' da olsa "adanmışlık" duygusu olmadıkça eylemleri hep biraz kırgın, biraz kırık kalan bir kuşağa... Günümüzün "bireyciliğin" devingen girdabında geçici hazlarla çırpınan gençliğinden de, uhrevi, metafizik yarınlara yatırımı baş tacı edenlerden de çok farklı olan bir kuşaktan ve öylesi bir bilinçten gelmekteler...Toplumdan aldıkça değil, ona verdikçe zenginleştiğini düşünen bir kuşaktan...

İnanın sizlerin kırıldığınız yerlerden birçoğumuz da kırıldık ve bakmayın yazdıklarımıza aslında hiç bir cümleyle ağlayamayız artık bizler sizi... (**)

Yanlış anlaşıldıklarında ise;

Savunmaları da, tabiidir ki kendileri gibi içten ve masum olacak; "...merhaba" bile demedin, / sarılıp bir öpmedin / kırdın yüreğimi yanlış anladın / fikrimin ince gülü yanlış anladın - bir sevdasın içimde çığ gibi büyüyen / hasret oldun içimde / gözümde hiç durmadan tüten / filizlenmiş yüreğimi açmadan öldüren / can dostum yüreğimi yanladın / fikrimin ince gülü yanlış anladın"

Fikrimizin ince gülleri; vatanımız, yurdumuz, halkımız ve tüm diğer kutsal bildiklerimiz!

İ. Ersin Kabaoğlu,

17 Mart 2011, Ankara

(*) "...En çok kırılma anlarını yazmayı seviyorum. Dışarıdan çok da önemli görünmeyen ama içimizde bir şeyleri yıkan, yerle bir eden, bizi bambaşka bir insan yapan hatta yepyeni bir yola sokan anları. Bunlarla hesaplaşıyorum aslında. Bana dokunan o anları, gerçekten yaşadığımı hissettiğim o kısacık zamanları yazıyorum. Yazarken de içselleştiremediğim her şeyden uzak durmaya çalışıyorum.  Bu nedenle hep gerçeğin peşindeyim. En azından kendi gerçeğimin…" (Öykücü Gamze Güller) 

(**) "Seni kırdığım yerden beni de kırdılar / ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni" diyen şair Birhan Keskin'den esinle uyarlamam.

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..