Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '16

 
Kategori
Blog
 

Neden Yazıyorum?

Neden Yazıyorum?
 

Bir insanın yaşam kaydını geleceğin eleştirisine sunmasından daha saygın bir hayat hediyesi olabilir mi?
 
Hayatım roman diyenler neden oturup yazmaz veya yazdırmaz! Kendimize ait bir hayat var mı ola? Başka hayatlar bizim hayatımızın hem içinde hem dışında dolanır dururken “bizim” dediğimiz hayat biraz da başkalarının değil midir? Ömür dediğimiz nedir ki, benim olsa ne yazar! Bundan böyle “hayatım roman” herkese ithaf edilmiştir.
 
Baloncuklar üflüyorum derin suların yüzeyine; güzel, şeffaf, irili ufaklı baloncuklar, tıpkı düşlerim gibi dalgalara binip gidiyorlar; bırak gitsinler, bende çok var... Kalk gidelim buralardan derken yüreğim, bir dağ gibi oturmuş bedenim kımıldamıyor. Düşlerim var; harflerden uçurtma kuyruğuna asıp salıyorum onları.
 
Öncelikle şunu itiraf edeyim ki hikâyesi, anlatısı ve ifade akışı bakımından bana özgün olsa da bu kitapta yazılış emeği dışında tamamen bana özgü bir şey bulabileceğinizi sanmıyorum.  Ben var olanın sadece kayıt düzenleyicisiyim. Her ne kadar aralara kendime özgün sandığım yaşam pencereleri açmışsam da, muhakkak ki okumuş, duymuş ve görmüş olduklarımdan derleyip toparladığım kırıntılardır; çünkü ben özgün felsefe yapabilen bir düşünür veya herhangi bir konunun bilim adamı değilim. Ne bir tez, ne bir teori ne de yeni bir ilk buluş sunmaktayım. Aslında benimle zaten var olana ben kendimi parlatılmış bir ayna gibi tutmaktan keyif almaktayım…
 
Bakmak, görmek, anlamak, keyiflenmek, kızmak, sıkılmak, hatta parlatmış olduğum aynaya tükürmek bu kitabı okuyana verilmiş bedelsiz bir özgürlüktür. Ancak aynayı taşlayıp kırmaya çalışmayın; attığınız taş değil kurşun olsa vız gelir, çünkü ne ben aynayım ne de ben aynanın içindeyim. Taşladığınız kendinizden başkası olmayacaktır; çünkü aynada gördüğünüz benim anlattığım değil sizin anlayışınız olacaktır… 
 
Neden yazıyorum? Hayatın gediklerine neden güzel deyişler oturtmaya çalışıyorum? Neden hayattan kotardığım bir hediyeyi şiir yapmak istiyorum?
 
Yazıyorum, çünkü içimdeki karanlığa bir ışık kaynağı tutmak istiyorum. Nereye varır ne işe yarar, şimdiden kestiremiyorum. Ancak bu yazılanların önce kendime ve belki daha sonra bir başkasının hüzün ve umuduna yaşama gücü aşılayacağını sezinliyorum…
 
Andre Gide der ki, “Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.” Yazmaya böyle soylu bir kahramanlık misyonu yüklenebilse de, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi, “Hiç kimse yazarak (huzursuz eden) yalnızlığı gideremez.” Ancak yalnızlığın huzurunda yazmanın keyfine de diyecek yoktur hani. İnsan beynini ve kalbini sadece keyfî yalnızlığında tam özgürlüğe açabilir. Yazar kendini daha net görebilmek için özgür beyin ve gönül açılımlarını yazıya dökmüş olsa da paylaşımında insani fayda görmediğinde yazdıklarını yok etmekten kendini sorumlu tutacak kadar ahlâklı olabilmelidir.
 
“İçimde insanlık tarihi zindanlarında katledilmiş güzel bir varlık taşıdığım duygusunu hep hissetmişimdir. Ben daha doğmadan katledilmiş bu varlığı bulmak zorundayım; ona yeniden can vermeyi denemeliyim”, der, SAMUEL BECKET.
 
Ben de, içimdeki derin dehlizlerde zincire vurulmuş yiğit bir kişiliğin çığlıklarını hep duyar gibi olmuşumdur. Bu yiğit kişiliği zincirlerinden ve karanlıktan kurtarıp, onun gücüyle kendimden olmayı öğrenmeliydim.  Bu yazma hevesim size kendimi tanıtma arzusundan değil, içimde gömülü kalmış insanlık bilincinin ruhuyla kendimi tanıştırma arzusundandır.
 
Yazmak ve yazılanı saklamak, kendini fark etmiş olan her bilincin insan geleceğine bilgi yapma sorumluluğudur. Yazmak, zamanı saklayan ve taşıyan insanlık bilincini görünür ve tutulu yapmaktır. Yazmak, yürüyen zamana nakış atmaktır. Biraz veya birazdan fazla eksikleri olsa da hayallerini, düşüncelerini ve yaşanmış gerçekliğini yazıya dökmelisin. Eğer henüz paylaşmaya uygun görmüş değilsen saklı günlüğüne kaydetmelisin. Artık herkesin somut yaşantısından kotardığı düşünce ve hayallerini kayıt altında tutabilecek bilimsel gelişmeye vardık. Bir ana bellek (hard disk) yapmışlar. Trilyon MB. Ve en önemlisi de 13 milyar yıl dayanıklı. Bilincimin kaydını geleceğe hediye bırakırsam ruhumun benden uzun yaşayacağını hissediyorum.
 
“Ya yaşanır, ya yazılır” demiş Çetin Altan.
 
Bence de hayat ya yazılır ya da yaşanır. En bedbaht ölüler hayatı ne yazmış ne de kendince yaşamış olanlardır. Yazmayan ve kendi yaşantısını yapamayan kaderin kısmetiyle yetinir. Tabi bu arada okumak da yaşamaktır elbette. Gene de derim ki hepsinden âlâdır yaşanmış ve yaşanacak olanı yazmayı yaşamak…
 
Çetin Altan’ın demek istediği şey de sanırım bunların birini tercihten daha başka bir şey: Tercih meselesi değil; bunları aynı anda yapabilir olmayışımızdan dem vurmaktadır. Sadece yaşanmışları ve yaşanır olmasını hayal ettiklerimizi yazabiliriz. Yani yazılan şeyi anlamlandıran ya yaşanmış ya da hayal edilebilir olmasıdır. Bu anlamda yazmak ve yaşamak aynı anlıklı bir zaman boyutunda gerçekleşemez… “ya yaşanır, ya yazılır”… Yazmanın kendisi bir yaşantı olsa da, sözün özü, “ya yaşanmışlık ve yaşanacak olasılık yazılır, ya yazılmış olan yaşanır” anlamına çıkar. Henüz yaşanamasa bile, her hayal ve düşünce bir gün yaşanır olması umuduyla yazıya geçer; bu yüzden yazmak sadece geçmişten değil, gelecekten de bilgi arşivler.
***
 
Muharrem Soyek
 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..