Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '11

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Ölçek ve tahayyül

Ölçek ve tahayyül
 

Merak, bilimin tetikleyicisi...


Bugün sizinle geçmişe bir yolculuk yapalım istedim. Ama bu yolculuk bildiğimiz yakın geçmişe olmayacak. Hatta uzak geçmişe de olmayacak. Öyle bir geçmişten bahsedeceğim ki gözünüzde canlandırmanız epey zor olacak. En azından benim başarmam çok zor oldu. Hala da tam anlamıyla başarıp başaramadığımdan emin değilim.

Bu yazıyı yüzyılın deneyi olarak nitelenen Atlas’ın, CERN’de yapıldığı gün olan 10 Eylül’de yazmam aslında büyük bir rastlantı. Çünkü 21-30 Haziran 2008 tarihleri arasında Hatay’da katıldığım Tübitak Doğa Eğitimi’nden beri bu ölçeklendirme işi aklımda vardı.

Ne demişti bilim adamları (ve özellikle Prof.Dr.Ali Demirsoy)? “Büyük patlama 14 milyar yıl önce gerçekleşti. Samanyolu 6, dünyamız 5 milyar yıl önce oluştu. Biyolojik çeşitliliğin temelini oluşturan mayoz bölünme bir milyar yıl önce gerçekleşti. İlk deniz algleri 600 milyon yıl önce yaygınlaşmaya başladı. Dinazorlar 250 milyon önce sahneye çıktı. İlk memeliler 190 milyon yıl önce görüldü. Güneydoğu Afrika’da ayağa kalkmış, merak duygusu oldukça gelişmiş insansı yaratıklar 6, 5 milyon yıl önce oluştu. Bugün anladığımız anlamıyla insan 4 milyon önce evrimleşmeye başladı.”

Bu milyarlı, milyonlu yıllar ne anlama geliyor? Ne menem zaman uzunluklarıdır bunlar?

Dünyanın oluşumundan bugüne bir ip uzatacak olursak bu ipin uzunluğu ne kadar olur ve son 2000 yıl veya bir yüzyıl bu uzun ipin ne kadarını işgal eder?

Serde mühendislik var ya, beş milyar yıl için, beş milyar milimetrelik bir uzunluk düşündüm. Beş milyar milimetre, beş milyon metre, o da 5.000 kilometre yapar. Yani İzmir-Ağrı, Ağrı-İzmir, tekrar İzmir-Ağrı yapacağımız bir seyahatte katedeceğimiz yol kadar. Dünyanın oluşumundan bugüne geçen zamanı, mesafe kavramına benzerlikle tahayyül etmeye çalıştığımız bu İzmir-Ağrı yolculuğumuzun ilk iki seferinde zaten canlı diye bir şey yok. Herşey inorganik. Üçüncü seferinin üçte ikisinde de aynı, yani bu yolculuğun ilk 4500 kilometresinde canlı yok. 4975 kilometresinde anadolu karası daha oluşmamış. Sadece son 25 kilometrede (yani 25 milyon yıl önce) ülkemizin üzerinde bulunduğu topraklar ana kıtaların birbirlerini ittirmeleri kaktırmaları sonucu su yüzüne çıkarak şu anki şekline yakın hale geliyor. Milat dediğimiz İsa Peygamber’in doğuşu bu yolculuğun SON İKİ METREsine karşılık geliyor. Bizim yüzyıl dediğimiz, o koskoca asır kavramı ise bu 5.000 kilometrelik ipin sadece on santimini oluşturuyor, bir karış bile değil.

Zaman kavramını düşünürken kendi yaşam süremizi baz aldığımız ölçekten kurtaramıyoruz kendimizi çoğu kez. Bir an olsun sizi bu ölçekten kurtarmak istedim. Neden mi? Çünkü insanoğlunun (özellikle kuzey yarımkürenin belli bir bölümünün) çılgınca tüketse de hep DAHA, DAHA, DAHA naraları attığı, iktidar hırsının gözleri kararttığı bu gidişat sonumuzu hazırlıyor da ondan. Hiç tükenmeyecekmiş gibi hoyratça tüketilen doğal kaynaklar bitiyor da ondan. İnsanın kendini evrenin efendisi konumuna koyup, sözde ihtiyaçlarını (aslında doyumsuzluğunu) gidermek için doğanın milyarlarca yılda oluşturduğu düzeni bozmasına hiçbir güç engel olamıyor da ondan. Doğal kaynakların ve biyolojik çeşitliliğin ne kadar uzun zamanda oluştuğunu farketmek, onu koruma ve dikkatli kullanma yolundaki ilk adımdır da ondan.

İnsanoğlu sadece son yüzyıl içinde doğanın savunma mekanizması geliştirmediği 600.000’den çok yeni maddeyi kullanıma almış. Diyeceksiniz ki doğa işini bilir, halleder… Maalesef artık o dönemler geçti. Dünyamız, üzerindeki tüm canlıların %94’ünden çoğunun yok olması felaketini daha önce yedi-sekiz kez yaşamış. Ama her seferinde kendini yeniden toparlayabilmiş. (Nasıl ve neler sayesinde toparladığı uzun konu ama karbondioksit deposu kalkerli kayaçlar ve resifler diye ipucu vermekle yetineyim.) Bugün ise durum farklı. İnsanoğlu kendi eliyle kıyameti hazırlıyor. On santimlik ip beşbin kilometrelik ipin fitilini ateşliyor.

Herşeyin başı güvenlikse eğer, gezegenimizin yok olması tüm ülkelerin bir dalına tünediği ağacın kökten devrilmesidir. Askeri ve diplomatik güçleriyle koruyacakları bir ülkenin kalmamasıdır. Bu nedenle tüm kalkınma planlarının, ekonomik önceliklerin buna göre yapılması, seçmenlerin oy verecekleri politikacıların refah vaadlerini bu çerçevede değerlendirmesi gerekmektedir. Yakın geleceğin refahı, çok da uzak olmayan geleceğin kararması anlamına gelebilir.

Yerel seçimlerin yaklaştığı bugünlerde hiç olmazsa söylemlerinde küresel duyarlılıkları ifade eden adayları gözümüze kestirelim derim. Çünkü diğerlerinden zaten ne köy olacaktır ne de kasaba.  

13/09/2008, Yalova  

 
Toplam blog
: 16
: 688
Kayıt tarihi
: 03.07.11
 
 

Kırkaltı yaşındayım ama hala yirmilerimde sorduğum sorulara yanıt bulamadım. Mühendislik mezunuyu..