Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '07

 
Kategori
Blog
 

Osmaniye'li blog yazarları buluştu

Osmaniye'li blog yazarları buluştu
 

''Tuğba'cığım, bugün kü görüşme planımızı yarına ertelesek senin için sorun olur mu? Biraz halsizlik var da bende''
- Tabii ki olur..Hatta yarın da dinlen hafta sonu saat sınırlaması olmadan rahat rahat görüşelim derim ben.
'' Aaaa evet, bu daha iyi olur.
- Umarım, bu kez aksilik olmaz da buluşabiliriz. Yakın zamanda yapılacak blog toplantısı ve bizim de gitme olasılığımız olmadığından muhabbet edip, özlem gidermek için görüşmek iyi olacak.

4 gün sonra... 3 Kasım Cumartesi saat: 11:30.

Fulya ile yaptığım telefon konuşması,ufak bir plan değişlikliğinin ardından hazırlanmaya başlıyorum...Aylardır isteyip te gerçekleştiremediğimiz buluşma birkaç saat sonra gerçekleşecek. Son olarak Şeker Bayramı'ndan bir gün önce ortak arkadaşlarımızla geçen birkaç saatte görüşmüştük. Gidenleri yolcu ederken, en kısa sürede buluşmak üzere vedalaşmıştık. Aksilik olmadan, başka bir blog toplantısı organizasyonu olmadan kendi şehrimizde görüşecek olmak farklıydı tabi.

15 dakikalık tempolu bir yürüyüşle işte Fulya'ların sokağındayım. Evlerine ilk gidişim olduğu için bulamama ihtimaline karşı dışarda bekliyor. Arkadaşım, sevgili dostum ama ancak uygun oldu ev muhabbeti işte...Üzerinde beyaz kazağı, kot pantolonu yüzünde içten gülüşü var.

İlkbahar'da çiçeklerinden kolye, bileklik yapıp mis kokusu evlerimizi dolduran portakal, mandalina ağaçlarının ve annesinin özel olarak bakıp, çocuklarına gösterdiği ilgiyle gözü gibi koruduğu çiçeklerin arasından geçerek eve giriyoruz.

''Nasılsın, nihayet görüşmek güzel'' sözleri çıkıyor karşılıklı. ''Konuşacak çok şey var, hatta bugüne sığdırabilir miyiz emin değilim ama önce kahvemizi yapayım da sohbetimiz bölünmesin'' fikrini paylaştığım ve ''bir kahvenin kırk yıllık hatrı''nı düşünerek soluğu mutfakta alıyoruz.

Blog, yazılar, Temmuz ayından itibaren yok denecek derecede az yazıların yarattığı performans düşüklüğü alıyor ilk sırayı...''Bundan sonra daha çok göreceğiz yazılarını değil mi? ''sorusuna ''evet'' yanıtını aldıktan sonra türk kahvemizin güzel kokusu ve yanındaki çukulata ile salona geçiyoruz... Öyle özlemişiz ki yüz yüze sohbeti konudan konuya atladığımızı fark ediyoruz kahkahalar arasında. ''Böyle olmayacak, en iyisi sen İzmir'den başla'' diyor...Tebessümle o günü yeniden yaşayarak paylaşıyorum zihnimdeki izmir toplantısını. Yoklama yapar gibi orada bulunanlardan bahsedip kulaklarını çınlatırken, Eymir'e geldiğimizi fark ediyoruz.

Eymir deyince şöyle bir durup aynı anda öncesindeki hazırlıklar, yıllar geçsede kahkahalarla hatırlanacak yolculuğumuzdan konuşuyoruz. Seda'nın elinden düşürmediği fotoğraf makinesi, molalardaki belgesel çekimleri, ''dur dur profilden daha güzel çıkıyor.....Saçlarım yüzümü kapatmış...Olmadı ama fazla kilolu çıkmışım....Şarkılar, türküler .....derken dönüşle gelen tosun paşalı bölümler. ''Tosun paşa da kim? Böyle biri mi var blog'da. Kemal Sunal ve Şener Şen'in filmi vardı ama ne ilgisi var onunla'' sözlerinizi duyar gibi oluyorum...Var ya da yok...Tosun Paşa işte...İki kelime ile anlatılamaz ve Tosun Paşa deyince de biraz durmak gerekir.

Neyse, biz kahkahalar atıp eğlenirken zil çalıyor. Bu cumartesi öğle saatinden bürodan çıkma sevinci yaşayan Seda giriyor oturma odasından içeri...Yorgunluğu belli oluyor ama neşesi yerinde. Sarılıyoruz, ''ooooo merhaba, nihayet'' sözlerinin başlangıcı oluşturduğu cümlelere.. ''Ben bakayım diye mi fal kapattınız. Atın iki beşlik bakayım'' diyor... ''Öylesine...Bilmesek te karşılıklı bakarız diye kapattık'' diyorum..

''İki aydır bakıyorum..Benim tarzım ve yorumlarım farklı biraz'' diyerek Fulya'nın fincanını açıyor. Konuştuğu andan itibaren neler söylüyor neler.....Kalabalık, eğlence, şan, şöhret.......Ooooooo bal damlıyor dilinden...Kuzen ayrıcalığı diyeceğim ama öyle değil...Bana baktığı fal da öyle..Fulya sürekli gözünün önünde ama ben değilim...İyi niyet olunca söylenenler de güzel oluyor.

''Çaylar hazıııırrr'' diyor elinde tepsi ile içeri gelen Fulya...Bisküviler de var....Hazırlık yapma dedim ya...Hiçbir şey yapmamış korkusundan..Ama güzel kek yaptığını ve annesinin poğaçalarının ününü biliyorum...Bu kez şekerli bisküviler, hindistan cevizli çukulata topları ve envai çeşit şekerimiz var, doyumsuz sohbetlerin yanında....

''Bu anları kaçırmamalıyım'' diyen Seda bir koşu fotoğraf makinesini almaya eve giderken, Fulya'nın aklına Yücel ve nişanlısını da çağırmak geliyor....Yücel'le hemşeriliğimiz var ama hiç görüşmedik. Nişanlısı ile aile dostluğumuz var....Ne iyi olur diyoruz hep birlikte. İki telefon görüşmesi ve kırk beş dakika geçtikten sonra geliyorlar, ellerinde büyük bir tabakla...Üzeri peçete ile kapatılmış ama yiyecek olduğu belli..Nazik insanlar. Sİyahlar içinde, güler yüzlü, samimi bir insan.Selamlaşıyoruz merhaba diyerek. Sonra nişanlısı ve onun ablası...Özlemişim onları da...Kızımız daha da güzelleşmiş..Yaramış nişanlılık...Kırmızıları da giyince......

Oturur oturmaz kaldığımız yerden devam edercesine konuşuyoruz..Az sonra Yücel'in espirileri, Seda'ya takılmaları, meslekdaş muhabbetleri derken herşeye güldüğümüzü fark ediyoruz. Elimizde fotoğraf makinesi ile ölümsüzleştirmek istediğimiz anları çoğaltırken. Blog, yazılar, performans düşüklüklerimiz, İnönü'ye gidemeyiş, yemek tarifleri, blogdan görüştüklerimiz, toplantılar....Neler var neler.....Bu arada getirdikleri tabaktan sıcak poğaçalar çıkıyor. Yok Yücel değil, kayınvalidesi yapmış...Lezzetli tabii. Övmek gibi olmasın ama bizim memleketin hanımları yemek yapmak kadar, hamur işlerinde de beceriklidirler.

Son zamanlarda iş yoğunluğundan klasik müzik dinleme fırsatı bulamayan Yücel, elindeki arşivi gösteriyor. ''Ah Pavarotti'' diyerek...Tamam ama Jose Carreras'la Placido Domingo'yu da unutma diyoruz. Ne güzeldi üçlü olarak yaptıkları albüm...Üniversite yıllarında daha çok dinliyorduk. '' En son geçen yıl Adana'da konsere gitmiştim. Keyifliydi. Bu alanda başarılı sanatçılarımız olması çok güzel.'' yorumu yaptı. Yazısından da belliydi nasıl keyif aldığı...

Çay, poğaça, bisküvi derken, Fulya'nın annesi büyük bir meyve tabağı getirince hepimizin dikkati masaya yöneldi. Kırmızı elmalar, dalından koparılmış mandalinler, muz.....Hepsi güzel görünüyordu ama bahçe ürünü olan mandalinlerin farkı ortadaydı işte...Bir, iki, üç.......tabağı silip süpürdük hepimiz. Ne ekşi, ne tatlı..Tam kıvamında..Mayhoş...En sevdiğim hali....

''Doyum olmuyor sohbete ve sizlere ama ben kalkayım'' deyince ''birazdan hep birlikte çıkalım seni bırakır oradan da mesai arkadaşımızın düğününe geçeriz'' dedi Fulya. Sohbete devam. Bu kez nişan detayları başladı. Tarih konusunda netlik olmadığından Seda'nın şehir dışına çıkışını ertelemek durumunda kaldığı, nihayet karar verilen günde takılan yüzüklerin ardından iş amaçlı şehir dışı seyahatine çıkışı. Nişan, yüzük derken daha güzel tebessüm ediyor, gözleri ışıldıyordu arkadaşlarımızın. Birbirlerine de yakışıyorlar...Sevgi, içtenlik, saygı...Hemen anlaşılıyor birbirlerine davranışları, konuşmalarından.. Nazar değmesin diyoruz.

Anlat anlat bitmiyor...Ne var şimdi, nasıl bir toplantı bu diyeceksiniz belki..Başlangıçta Fulya ile buluşup, sohbet edecekken Osmaniye'li blog yazarları buluşması'na dönüşen, keyifli saatler yaşadığımız bir paylaşım demek daha doğru olur. Bundan sonra ne zaman, nerede buluşacağımızı belirlemedik ama bir şekilde görüşürüz. Görüşemesek te gönüller bir değil mi diğer dostlarla olduğu gibi. Yazılarımız olsun, yazdıkça paylaşalım o da görüşmedir.

Geçen hafta Cumartesi günü bu saatlerde Fulya'larda keyifli saatlerin başlangıcındaydık. Dostluğu, sevinci, hüznü paylaştık. Bazen kahkahalar attık, bazen derinlere daldık. İçten tebessümleri, sorunları, nasıl daha iyi olabilirizi paylaştık....Zaman yeterli olmadı, konuşacaklarımız bitmedi ama olsun birbirimize ihtiyacımız olduğunda, özlediğimizde çok yakınız birbirimize.....Dostluklar baki....

Blog not : Fotoğraflar için Seda'ya teşekkürler....
 
Toplam blog
: 126
: 2338
Kayıt tarihi
: 01.08.06
 
 

Kompozisyon derslerini biraz daha fazla önemsediğim, uzun cümleler kurmaya başladığımdan bu yana sev..