Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '10

 
Kategori
Siyaset
 

Savaş oyun mu?

Savaş oyun mu?
 

Şavaşı oyun zannedenlerin yaşama ve yaşayanlara verdiği değer: Sıfırdır. Bu asıl onların ederidir.


(“Savaşan insan” ile başlayan “Savaş hikayemiz”, “Savaş, oyun mu?” ile devam ediyor.)

İnsanlık tarihinin büyük bir kısmı ilkellikle geçmişse de bizler, -bildiğimiz kadarı ile- kısa tarih sürecimizde hep savaşmış, fetihlerle, işgallerle, kanla, ölümle uğraşmayı fazlasıyla sevmiş bir türün üyeleriyiz. Temel amacı, gereklilikleri elde etmek olan savaş kavramı; çoğu zaman amacının ötesine çıkmış, “vahşet” gibi tanımlar almıştır. Buna rağmen savaşanlar yaptıklarını kurallar ile sınırlamışlardır. Bir tür ahlak yada meslek etiği mevcuttur.

Hatta ok, mızrak ve kılıç gibi silahlarının bile bir ahlakı ve doğallığı vardı. Bireysel olmaları, orantısız kullanılma ihtimallerinin az olması, bedenle bütünleşen bir yetenek ve beceri içerisinde kullanılması bir tür savaş ahlakı, mertlik tanımlaması ortaya koymaktadır. Savunma amacı ön plandadır. (Bu saçma mazeret bugün bile silahlanmanın dayanağıdır. Cahil siyasetçileri kandırmanın en kolay yoludur) Ve silah, bundan dolayı bir gereklilik olarak varlığını tarih boyunca korur.

* * *

Endüstrileşmeye doğru giden yolda en önemli icatlardan biri olan barut ve bunun kullanıldığı silahların gelişmesi ile birlikte bireysellik ortadan kalkmaya başladı. Yani görmediğimiz birileri ile savaşır hale geldik. Top gülleleri ve tüfek mermileri çok uzakları etkiliyordu. İlk çıktığında tüfek çok teknolojik bir araç olarak insanın savaşma yeteneğini güçlendirdi. Bu geçiş döneminin usta ozanı Karacaoğlan; “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” Derken bu bireyselliğin ortadan kalkmasından yakınıyordu.

Zaman, bozulan kavramları tamir ediyor ve toplu tüfekli savaşların da kendine göre bir ahlakı oluşuyor. Ateşli silahlar ile donatılmış savaş kültürü, askerlik sanatını da değiştiriyor. Böylece yeni bir savaş konsepti oluşturuluyor. Göğüs-göğse savaştan siper savaşına geçiliyor. Siper savaşlarının hakim olduğu tarih diliminde dünya haritası o güne kadar görmediği derecede hızlı değişiyor.

Her yaptığımızı ilişkilendirmeye meraklı olduğumuz Fransızlar, savaş denilince adı anılmadan geçilmeyecek, Napolyon adında bir komutana sahipler. Bu komutan, her maçını nakavtla kazanan bir boksör gibi zafer sarhoşu halde girdiği son savaşında İngilizler ve Prusyalılar karşısında ilk nakavt oluşunda tarih sahnesinden silindi. Waterloo denilen yerde yaşana bu savaşta İngiliz ordusu karşısında tutunamayan Napolyon’un askerleri geri çekilmeye başladılar. Ama bu geri çekilme sırasında arkadan gelen İngilizleri yok etmek isteyen Napolyon; birbirine karışmış, aralarında kendi askerlerinin de bulunduğu kalabalığı atış emri verdi. Topçu subayı: “Aralarında Fransız askerleri de var!” Diye uyarsa da emrinde ısrar etti ve topçular, bölgeyi gülleler ile dövmeye başladı. Sonuç; bol kanlı bir ova manzarasıydı. Avrupa’nın orta yerinde 40 binden fazla asker, 10 binden fazla at öldü. Fransızlar, ‘büyük komutanları’ için çok şey söylese de kendi askerlerinin ölüm emrini veren bu komutan, ne hikmetse(!) savaştığı İngilizlere sığındı!… Yıllar sonra aynı tecrübeyi bizler de yaşadık. Savaş halindeki ülkemizi Boğaz kıyısındaki sıcak koltuğunda yöneten bir padişah düşünün. Üstelik bu adam, elindeki gücü düşmanına değil kendi askerine karşı kullanıyor... İşte Vahdettin, ülkesine böyle bir utancı yaşattı. O tarihte Anadolu’da direniş hareketini örgütleyen Mustafa Kemal ve arkadaşları için ölüm fermanı çıkardı. Sonunda da, savaş halinde olduğumuz ülkeye aynı garip mantıkla sığındı. Napolyon ile Vahdettin’in; hem düşmanla olan sıcak ilişkisi, hem de ikisinin de kucağına koştukları düşmanın İngilizler olması ilginç bir tesadüf müdür? Benzerlikler elbette bununla da kalmıyor. Bu ikilinin sonları da yalnız ve sıradan biri olarak çok benzerlik gösterir. Hayatları da hatalı bir hikayenin çöpe atılmış müsveddesi gibi lâyık oldukları şekilde son buldu…

Bir imparatorluğun başındaki adam, sanki mahalle maçında renkli formalar giymiş takım oyuncuları gibi üzerindeki formayı kolayca değiştiremez. Savaş, bir oyun değil. Olmamalı. (O kadar da basit değil ya!...) Hadi, savaşı da bir tür ‘oyun’ saydığımızı farz edelim.

O durumda dahi; oyunun kurallarına; ‘hainlik’ ve ‘ihanet’ kavramlarını da koymayalım mı?

Hep sevgi ile kalın.

Murat SEVGİ
msevgi@mental.com.tr

(Devam edecek. Sonraki yazı: “Siper savaşından siber savaşa”)

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..