Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '08

 
Kategori
Siyaset
 

Tarihimizdeki anayasa metinleri

Başlarken


Kuruluşundan itibaren Osmanlı'nın yönü genelde (kısa bir süre Doğu'ya yönelmenin dışında) hep Batı'ya doğru olmuştur.Osmanlı'nın batılılaşma serüveni "Batı ile temas", "Batı'yı anlama", "batı'dan etkilenme" ya da "Batılı gibi olma" ve nihayet "Batılı olma" şeklinde gelişmiştir.Bu gelişme toplumun sosyal ve kültürel alanda olduğu kadar, hukuk alanında da kendini göstermiştir.

Yeni bir anayasa çalışmalarının tamamlandığı ve TBMM'ne sunulmaya hazırlandığı şu sıralarda, bloglarımı okumak zahmetinde bulunan, özellikle genç arkadaşlarıma, geçmişteki anayasa çalışmalarımızı kısaca hatırlatmak istedim.

Magna Carta

Anayasalar konusunda araştırmalar yapanlar, çalışmalarına genelde, bir İngiliz anayasa belgesi olarak tanınan Magna Carta(Büyük Ferman) ile başlarlar.1215 yılında İngiliz Kralı Yurtsuz Jhon'un İngiliz baronlarına haklar tanımak üzere çıkarılan bu ferman, başlangıçta tartışma konusu yapılmışken XVII.yüzyılda İngiltere'nin temel özgürlüklerinin simgesi haline gelmiştir.


Sened-i İttifak

Aynı yüzyıllarda, benzer bir çalışma da Osmanlı döneminde Sened-i İttifak adıyla yapıldı.II.Mahmut döneminde Merkezi hükümet ile Anadolu ve Rumeli Ayanları(Anadolu ve Rumeli'deki devlet idaresinin ileri gelen yöneticileri) arasında yapılan bu sözleşme(7 Ekim 1808)'nin şartlarının özü "Ayan'ın merkeze sadakat sözü, merkezin de Ayan'a güvence vermesidir).Sened-i İttifak, bir kısım hukukçular ve tarihçiler tarafından, "saltanatın, kendisine, kendisi dışından bir sınırlama getirmesi " nedeniyle "anayasal monarşi"ye gidilişte ilk adım olarak değerlendirilmiştir.

Tanzimat ve Islahat Fermanları

Batı'ya öykünme ile başlayan ve Batılı gibi olma özlemleri, II.Mahmut'un otoriter kişiliğinde, özellikle devlet yönetim düzeninde bazı değişikliklerin yapılmasını gerektirmişti.Arkasından gelen Tanzimat döneminde ilan edilen Tanzimat Fermanı ile(1839) Batı benzeri değişiklikler, devlet düzeninden halka yöneltilmiş ve "çağdaş görüşe doğru ilerleyen bir hukuk reformunun esaslarını vermiş;halkın ırk, din ve mezhep farkı gözetilmeden bütün haklarda eşitliğini ve özgürlüğünü" ilan etmiştir.Bugünkü anlamda, bir anayasal niteliği olmayan bu değişiklikler, halkın siyasal ve sosyo-kültürel bakımdan hazır olmaması nedeniyle halk katında arzu edilen uygulama ortamı bulamamıştır.

Islahat Fermanı(1856 Fermanı) ise aynı özellikleri taşımasıyla birlikte, Müslüman olmayanların hak ve güvencelerini de devlet güvencesi altına lıyordu.

Bu iki fermanın, bazı tarihçiler tarafından, Batı'nın baskısı ile ilan edidiği de söylenebilmektedir.


1876 Anayasa'sı(Kanun-i Esasi)

Tanzimat ve Islahat Fermanları, devlet yapısının kuruluşu ve işleyişiyle ilgili kurallara yer vermeyişi nedeniyle "anayasa niteliğinde" değillerdi.Düzenleniş biçimleri bakımından da anayasadan daha çok "hak bildirileri"ne benziyordu.Yine de bu belgeler, gerçek anlamda ilk anayasa olan 1876 Anayasası'na önemli malzeme sağlamışlardır.

I.Meşrutiyet Dönemi'nde, Tanzimatın getirdiği Avrupa'ya yönelme ve çağdaşlaşma özlemi ortasında yetişen aydınlar, devletin ve toplumun ilerlemesine yönelik yeni arayışlar içine girmişlerdi.Bu genç aydınlar, Batı'nın sosyal kurum ve davranışları benimsendiğinde ve padişahın mutlak otoritesinin kısıtlandığı meşruti bir siyasal sisteme geçildiğinde sorunların çözüleceğini düşünmüşlerdi.Fransız Devrimi'nin getirdiği eşitlik, özgürlük, adalet, insan hakları, meşrutiyet gibi kavramlar, Osmanlı'ya "parlamenter demokrasi" anlayışı olarak girmiş ve siyasal alanda mutlakiyet yönetimine karşı bir hareketin doğmasına yol açmıştı.Sonuçta, 23 Aralık 1876'da ilk Osmanlı Anayasa'sı ilan edilmiştir.Bu anayasa ile insan hakları bütün Osmanlı halkı için kabul edilmiş ve siyasi haklar yönünden halkın bütünü eşit tutulmuştur.Ancak, parlamenter bir sistem içinde padişahın yetkileri sınırlandırılmış olmasına rağmen, kanun yapma girişimi padişahın iradesine bağlanmıştır.Bu nedenle de 1876 Anayasası, "şekli bir özgürlük" ve "sözde bir parlamenter düzen"in ömrü 14 ay kadar sürmüştür.14 Şubat 1878'de Meclis-i Mebusan(milletvekilleri meclisi-parlamento) süresiz olarak kapatılmış ve Anayasa rafa kaldırılmıştır.


1909 Değişikliği

Anayasası'nı yok sayan II.Abdülhamit'e karşı başlayan muhalefet sonucunda ilan edilen II.Meşrutiyet ile raftan indirilen Anayasa tekrar yürürlüğe kondu.1909'da yapılan değişiklikler ile Padişahın "yasama ve yürütme" üzerindeki yetkileri esaslı bir şekilde kısıldı.Padişah, "meşruti-parlamenter" bir rejimin devlet başkanı durumuna getirildi.Padişah, saadece başbakanı atamakta;bakanlar ise başbakan tarafından seçilip Padişahın onayına sunulmaktadır(Günümüzde olduğu gibi).Bakanlar Kurulu, artık Padişaha değil, parlamentoya karşı sorumludurlar;Padişahtan bağımsız siyaset yapabilirlerdi.Padişahın meclisi fesih hakkı da bir tehdit unsuru olmaktan çıkarılmış, son derece kısıtlanmıştır.Meclisin artık Padişah iradesine bağlı kalmadan yasa önerebilme yetkisi vardır.

Hürriyetin ilanına ve anayasa değişikliklerine rağmen II.Meşrutiyet'in getirdiği siyasal liberalizm ve parlamenter düzen de 1913 Babıali Baskını ile iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi yönetimi ile son bulmuştur.

1921 Anayasası

Anayasalar, toplumun isteklerini ya da toplumsal gereksinimleri karşılamalıdırlar.Anayasaların bu niteliği onlara ulusal ve halkçı bir özellik kazandırır.Olağanüstü koşullara karşı hazırlanan ve amacı, halkın Anadolu Hareketi'ne katılımını sağlamak olan 1921 Anayasası'nın(20 Ocak 1921) başlangıçta, toplum özgürlüğünü ve ulusallığı önde tuttuğu için bireysel özgürlüklere yeteri kadar önem vermediği söylenebilmektedir.Buna rağmen devlet düzeniyle ilgili konularda getirilen kuralların eksikliği ve yetersizliğinden doğan boşluklar, herbiri anayasa hükmü değerinde yirmi kadar, karar ve kararname ile doldurulmaya çalışılmıştır.Hatta, 1876 Anayasası'nın 1921 Anayasası ile çekişmeyen kuralları da bu dönemde yürürlükte olmuştur.Çünkü, 1876 Anayasası, daha snraki 1924 Anayasası ile yürürlükten kaldırılmıştır.

1924 Anayasası

1924 Anayasası, olağanüstü koşulların anayasasıydı.Kurtuluş Savaşı sonrasında yeni devletin örgütlenmesinin getirdiği sorunlar ise, yeni ve daha kapsamlı bir anayasayı gerekli kılıyordu.1876 ve 1921 Anayasalarından ve bu arada III.Cumhuriyet ve Polonya anayasalarından da yararlanılarak hazırlanan 1924 Anayasası(20 Nisan 1924) da, 1921 Anayasası ile benimsenen temel ilke kuralları içeriyordu.Ulusal egemenlik, Kuvvetler Birliği sistemi esas olarak devam etmekte;ancak yürütmeye eskiye oranla daha geniş bir serbestlik alanı verilmiştir.

1924 Anayasası'nın da, 1921 Anayasası gibi "laik" bir nitelik göstermediği söylenebilirdi.Çünkü, 2.madde "Türkiye Devleti'nin dini;Din-i İslam'dır" diye başlıyordu.Ancak, devlet dininin İslam olarak geçmesi, uygulamada yani devlet ve birey ilişkilerinde, Müslümanlar lehine bir ayrıcalık getirmiyordu.Ayrıca, Anayasanın diğer maddelerinde Müslüman olmayanlar için koruyucu önlemler alınmıştı.75.madde, hiçbir kimsenin mensup olduğu din, mezhep, tarikat(Anayasanın 1937 değişikliğinde "tarikat" sözcüğü kullanılmamıştır) ve felsefi görüşünden dolayı muaheze(cezalandırma, kınama) edilmeyeceğini;88.madde ise, "din, ve ırk farkı gözetmeden bütün Türkiye halkına vatandaşlık" sıfatı veriyordu.Bu maddenin aslı şöyleydi, "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle(Türk) ıtlak olunur"

Hiç kuşkusuz, o günlerin koşulları içinde hazırlanmış olan 1924 Anayasa metninin, yasaların anayasaya uygunluğu-
nun denetlenmesi, sosyal haklar ve hatta klasik özgürlükler açısından pek çok eksiklikleri vardı.Buna rağmen Beşinci Bölümde, "Türklerin Hukuku Ammesi" başlığı altında kişi hak ve özgürlükleri açıklanmıştır.Ancak yirmibir maddede açıklanan bu özgürlüklerin sınırının kanunla tayin ve tespit edileceği(Md.68) belirtilmiştir.(Bu sınırlama, Anayasanın"güçler birliği" ilkesine uygundur.Ancak bu sınırlılık, Atatürk döneminde toplumsal değişiklikler için olumlu yönde kullanılırken, Atatürk'ten sonra özgürlükleri kısıtlamak ve otoriter bir yönetime geçmek için araç olarak kullanılmıştır.Bu kullanış, 1960 Askeri yönetimin nedeni olmuştur)

10 Nisan 1928'de, 2.maddedeki "Türkiye Devleti'nin dini;din-i İslam'dır" cümlesi ve 26.maddedeki "Ahkam-ı Şer'iye'nin Tenzifi" terimi anayasadan çıkarılmıştır.Ayrıca 3 Şubat 1937 yılında yapılan bir başka değişiklik ile de 2.maddeye Türkiye Devleti'nin cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçı nitelikleri eklenerek Anayasa'nın laik niteliği pekiştirilmiştir.

1945'ten sonra girişilen çok partili siyasal hayat döneminde, 1924 Anayasası'nın da eksiklikleri ortaya çıkmıştır.Çünkü 1924 Anayasası, çok partili sistemin gerektirdiği "iktidar-muhalefet" ve "meclis-hükümet" dengelerini kuramamış, özgürlüklerin güvencesini getirememişti.Yargı bağımsızlığını ve güvencesini de boşlukta bırakmıştı.1945-1960 döneminde.bu eksikliklerin giderilmesini öneren düşüncelere rağmen Anayasayı yeni kurallara uyduracak eklemeler ve düzeltmeler yapılamamıştı.Sonuçta yukarıda da belirtildiği gibi iktidardaki Demokrat Parti'nin baskıcı yönetimi, rejim bunalımına yol açmıştır.


1961 Anayasası

27 Mayıs 1960 hareketini takiben oluşturulan Kurucu Meclis'in seçtiği "Anayasa Komisyonu" 6 Ocak 1961'de yeni bir anayasa için çalışmalara başladı.Hazırlanan anayasa Kurucu Meclis'te görüşüldükten sonra, 27 Mayıs 1961 günü onaylandı ve 9 Temmuz 1961 günü yapılan bir refarundum ile halk oyuna sunuldu ve kabul edildi.(Bu Anayasanın kabulü, 1982 Anayasası gibi halkın büyük çoğunluğuyla değil, "evet" ve "hayır" oyları arasında az bir farklala oldu).

"Türkiye Cumhuriyeti'nin insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu bildiren bu anayasa, 1924 Anayasası'ndan farklı olarak "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesini getiriyordu.Anayasa'nın ilk şeklinde, daha çok "yasama gücü"nü kayıran bu "Güçler Ayrılığı", daha sonra 1971'de yapılan değişikliklerle "yürütme"yi de güçlendirecek ve dengeyi sağlayacak şekilde değiştirilmiştir.

1961 Anayasası'nda, yasama yetkisinin, biri "Millet Meclisi" diğeri "Cumhuriyet Senatosu" adlı iki meclis tarafından
kullanılması ve ayrıca bir "Anayasa Mahkemesi"nin kurulması da Cumhuriyet Dönemi için bir yenilikti.

1961 Anayasası, özgürlüklerin sınırlandırılmasında da liberal ölçüler getirmekte, sınırlamanın ancak yasayla yapılabileceği ve hiçbir durumda özgürlüklerin özüne dokunulmayacağını bildirmekteydi.

Bu nitelikleriyle 1961 Anayasası, özgürlükçü ve parlamenter bir rejim için gerekli başlıca güvenceleri getirmiş durumdaydı.Anayasa, buna ek olarak sosyal adaleti amaçlayan, devlete "sosyal olma" niteliğiyle birlikte bazı sosyal görevleri yükleyen ve sosyal hakları tanıyan yönleriyle, klasik demokrasinin yanı sıra sosyal demokrasiyi de benimsiyordu.Bu bakımdan da, Türk demokrasi tarihinde ileri bir aşamayı temsil etmekteydi.Ancak, Anayasa'nın getirdiği hak ve özgürlüklerin geniş kitlelerce kullanılmaya başlanması, ülkede görülen yeni düşünce akımları, bazı çevreler tarafından hoşgörü ile karşılanmıyordu.Bu bakımdan bazı kişi ve gruplar, bu anayasanın topluma bol bir elbise gibi geldiğini ve toplumun bü özgürlükleri taşıyacak kadar demokratik bilince sahip olmadığını ileri sürerek harekete geçtiler.Bu hareketlilik, 12 Mart 1971 muhtırası ile başlayan ve iki yıl kadar süren yarı-askeri rejimi getirdi.Parlamento dışından da destek alan hükümetlerin önayak olmalarıyla 1971 ve 1973 yıllarında Anayasa'da önemli değişiklikler yapıldı.Devlet katında yapılan değişikliklerle, askeri otorite, sivil otorite karşısında güç kazandı(askeri yargının genel yargı aleyhine genişlemesi, sıkıyönetim ilanının kolaylaştırılması, Milli Güvenlik Kurulu'nun rolünün artırılması gibi..).Bu gelişmeler, 12 Eylül'ün gelişini kolaylaştırmıştır.

1982 Anayasası(12 Eylül Anayasası)

12 Eylül 1980'de, Silahlı Kuvvetler, ülkenin bir iç savaş eşiğine geldiğini ve mevcut devlet organ ve kurumlarının bunu önlemekte aciz kaldıkları gerekçesiyle emir ve komuta zinciri içerisinde devlet yönetimine el koydu.

Oluşturulan Anayasa Komisyonu, 200 maddelik bir anayasa taslağı hazırladı Danışma meclisinde tartışılan ve bazı yanları değiştirilan taslak, 193 madde ve 11 geçici madde olarak kabul edildi.MGK tarafından da incelenen ve burada da bazı maddeleri değiştirilen taslak anayasa , 177 madde ve 16 geçici madde ile 7 Kasım 1982'de yapılan halk oylaması ile oyların %91.37'sini alarak kabul edildi.

1982 Anayasası'nın en önemli yanı "hak ve özgürlüklerin sınırlarının çizilmesi ihtiyacının kuvvetli bir şekilde hissedilmiş olmasıydı.Anayasada hak ve özgürlüklerin sınırlanabilme nedenleri çoğaltılmş, bazı hak ve özgürlüklere açık ve özel yasaklar getirilmiş(siyaset yasakları, düşünce suçları..), bir önceki anayasada var olan hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmayacağını bildiren kurallara yer verilmemiştir.Anayasa, yürütmenin(idarenin) hak ve özgürlüklere müdahalesini kolaylaştırmıştır.

Sonuçta, 1982 Anayasası, "hak ve özgürlükler" bakımından, 1961 Anayasası'nın çok gerisinde kalmıştır.Çünkü, hukuk ile toplumsal değişme arasında sıkı bir bağlantı vardır.Yasalar, toplumsal şartların ürünü olmalıdır.Değişen ve gelişen toplum ihtiyaçları, ancak bu değişim ve gelişmeye uygun hukuk kuralları ve yasalarla karşılanmalıdır.1961 Anayasası'dan bu yana 47 yıl;1982 Anayasası'ndan bu yana da 26 yıl geçmiştir.Geçen bu uzun süre içinde Türk toplumu yerinde saymamıştır.1961 Anayasası'nın topluma bol bir elbise gibi geldiğini, o günün toplumunun siyasal ve sosyal görüntüsüne bakarak az da olsa kabul etsek bile, 1982 Anayasası'nın da topluma çok dar bir elbise gibi geldiğini teslim etmek zorundayız.Bu elbise artık patlamak üzere;Türk toplumu artık üzerine yakışan ve çağdaş çizgileri olan yeni bir elbise istemektedir.Üzerimizdeki bu eski ve daralmış elbise ile yurtdışı gezielerine nasıl gideriz?

cdenizkent


NOT: Bu blog'un kaynağı, kitaplaştırılmış ve yayımlanmış "Doktora Tezi"m ve ilgili anayasaların metinleridir.
 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..