Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '15

 
Kategori
Anılar
 

Yaşanmışlıklarım - 3 : Hiç çekmedim şu fındıktan(!?) çektiğim kadar...

Yaşanmışlıklarım - 3 : Hiç çekmedim şu fındıktan(!?) çektiğim kadar...
 

Fındık kurdu balesinden bir sahne...Benimki de öyleydi ama...Aması var işte...(!?)


BU FINDIK ... BAŞKA "FINDIK"... HİÇ BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİL...

Evimizin bir Bizans sarnıcına dayalı, yani duvar duvara yapışık olduğunu, sarnıcın üstünün de evimizin bahçesi olduğunu daha önce  söylemiştim...

Bahçemizin üç yanı, kırmızı gül ağaçları ve o zamanlar bize öğrettikleri adıyla mor renkli salkım şeklinde çiçek veren Erguvan ağaçları ile çevrili idi... Bahçemizin dördüncü yanı ise, Yedikule'den Ayvansaray'a kadar uzanan Bizans surlarının bir bölümüne dayanıyordu. 

O Bizans surlarının üstünde de bizim bahçemizden çok daha büyük bir bahçe ve yanında da, halka açık bir alan vardı... Bu alana, yukarıdaki mahallenin çocukları oynamaya, anne ve babaları da özellikle akşamüstlerinde Haliç denizinin -- o günlerdeki güzel -- manzarasını seyretmeye gelirlerdi...

Duvarın yüksekliği 10 metre kadar vardı... Yani yukarı mahalle insanı, Haliç'in o güzel manzarasını bizden biraz daha yüksekten seyrediyorlardı.

 x      x      x

14 ya da 15 yaşlarındaydım. Tam hatırlamıyorum ama, zaman ya Ortaokulu bitirdiğim ya da lise birinci sınıf yaz tatili idi...

Babamın bahçeye ektiği domates, salatalık, mısır, sivribiber üzerinde, babamdan sonra en fazla hakkı olanın "ben" olduğumu düşünürdüm... Çünkü, bu sebzelerin yetişmesi için gereken suyu, evimizin önündeki çeşmeden, babamın bahçeden iple sarkıttığı kovalara dolduran bendim.

Bu nedenle, her sabah, kahvaltıdan sonra bahçeye çıkar onları kontrol eder, olgunlaşmış olanları  tespit eder, babama söylerdim.. Bu arada, olmuş domateslerden ve salatalıklardan birer tane, üzerini elimle silerek bir güzel yerdim. Bu arada, diğer meyve ağaçlarını da kontrol eder, sonra da, bahçenin Haliç'e bakan duvarı üzerine oturur Haliç Denizi'ni  ve özellikle de, bizim taraftan daha yeşil kalmış karşı kıyılarını seyrederdim...

O sıralarda, yabancıların Haliç'e "Altın Boynuz" dediklerini bilmezdim... Zaman geçip, bunu öğrendikten sonra, yabancıların, İstanbul Boğazı bağlantılı bu iç denize neden "Altın Boynuz" dediklerini çok iyi anladım.

Bu sabah kontrollerinin  birinde, bahçemize bitişik duvarın üstünden gülüşme sesleri duydum... Başımı çevirip yukarıya baktım... İki genç kız -- daha doğrusu iki küçük kız -- gördüm. Gülüşerek bana bakıyorlardı...Ben de, onlara el salladım ve Haliç'in güzel manzarasını seyretmeye devam ettim..

Bir ara, kızlardan biri, diğerine "Hadi fındık, gidelim artık!" dediğini duydum. Ama diğer kız, "biraz daha!" diyerek karşılık verdi. O zaman, benimle ilgilenenin  "fındık" olduğunu anladım... Keşke anlamasaydım...

Ertesi sabah, yine bahçeye çıktığımda, bu sefer yalnızca bir kız, yani "fındık" vardı... Bu sefer  biraz daha dikkatle baktım. Duvara dayanarak baktığı için kızın alt kısmını göremiyordum. Gördüğüm kadarı ile gerçekten minyon tipli küçük bir kızdı... Belki de, arkadaşı ona bunun için "fındık" diyordu. Belli ki kızın, mahalledeki takma adı da buydu; Fındık...11-12, belki de 13 yaşlarında bir kızdı...Sanki ben çok büyüktüm: ben de 14-15 yaşlarındaydım...

Bahçeye her çıkışımda o kızı hep görürdüm. Bakışma ve arada bir de birkaç sözden ibaret konuşmalar tatil boyunca devam etti... Bazen, bizim evin önünden de geçtiği olurdu. Her geçtiğinde bakışır ve gülümserdik birbirimize... Kızla aramızda bir şeyler olduğunu mahalle arkadaşlarım da anlamışlardı..."Seninki mi, ulan?" demişlerdi bana, ilk fark ettiklerinde...O sıralarda, bir kızla gezip tozmak olacak iş değildi. Yalnızca bakışırdık. Böyle bir durum, o kızın "benimki", "seninki" olması için yeterliydi.

Tatil bitti ve okula döndüm. yatılı okuyordum. Okulum, Anadolu yakasında idi. Haftada bir --Cumartesi öğlenden Pazar akşamına kadar -- eve gelirdim...Pazar günleri sabahları yine babamın ektiği benim de sulanmasına yardım ettiğim sebzeleri kontrol için bahçeye çıkardım...Her çıkışımda kızı, muhakkak, bizim bahçenin duvarının arkasında görürdüm.. .Karşılıklı olarak, "Nasılsın?...Ne yapıyorsun?.. Ne zaman geldin?... Dersler nasıl?... Ne zaman gideceksin?..." gibi laflamalar olurdu aramızda..

Okula başladığımın ikinci ya da üçüncü haftasıydı. Bir gün öğle tatilinde, bir öğretmen geldi yanıma ve Okul Müdürü'nün beni istediğini söyledi... Korkarak gittim. Müdürün odasına girer girmez, ne olduğunu anlamadan, Müdür'ün, "burası okul mu, aşk meşk yeri mi?" diyen sesi kulaklarımı çınlattı... Beni kolumdan tuttu ve yan odaya geçirdi. Ne görsem beğenirsiniz, benim Fındık, bir etek üzerinde bir gömlek ve ayağında da, o zamanların deyişi ile "şıpıdık" adı verilen terliklerle ayakta duruyor.

Fındık'ı ilk kez bu kadar yakından görüyordum... Yüzünde belli belirsiz çiller vardı. Gözleri, açık mavi ya da gri renkli gibiydi... Okul Müdürü'nden yediğim fırçadan sonra, geldiğine hiç sevinemedim. Hem nasıl geldiğini de bir türlü anlamamıştım. Nasıl geldiğini sordum; okulumun bulunduğu semtte akrabalarının olduğunu söyledi. Niye geldiğini sordum; hiç sesini çıkarmadı, yalnızca önüne baktı... Fazla konuşmadan,

"Kalk!" dedim, "Hadi, dışarı çıkalım..."

Korka korka kalktı. Biraz da şaşırdı herhalde. Kim bilir içinden neler geçirmişti beni görmeye gelirken... Büyük bir hayal kırıklığı geçirdiğine eminim. Ama o durumda, benim bunları düşünmem imkansızdı. En nihayet ben de çocuktum ve bu olaydan dolayı da çok korkmuştum. Müdürün odasından, önümüze bakarak süklüm püklüm geçerken, arkamızdan, Müdür'ün, "Allah! Allah..." şeklindeki mırıldanmasını duydum...

Dışarı çıktık. Okulun kapısında onu uğurladım...

Okula döndüm ve sınıfıma giderek oturdum... Uzun uzun düşündüm... İşin buraya kadar varacağı hiç aklıma gelmemişti... Oysa ki, bu durumun, sonra olacakların yanında çok hafif kalacağını nereden bilebilirdim....

Sonra olanları da, bir sonraki anlatımıma bırakayım....

 

cdenizkent

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..