Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

14 Haziran '07

 
Kategori
İstanbul
 

Zampara çarşambalar

Zampara çarşambalar
 

Yıllarca sabahları uyuyabilmek için dualar ettim emeklilik günleri gelsin de gönlümce uyuyayım diye, o günler geldi uyku gitmiş, sabahın kör vakitleri cin gibiyim anlayacağınız. Karşı tarafta banka işlerim var, kurduğum saatten çok once uyanıyorum ama isteksizim zorunluluktan. Uyku değil zorunluluklar sıkıyor beni bu yaşımda bunu anladım.

Göztepe’den Mecidiyeköy’e geçiyorum otobüsle. Bu gün arabayı almak istemiyorum fazla güneş var cilası solar diye. Dokuza çeyrek kala bankanın kapısındayım, makyajlı ve gülücüklü suratımla. Yıllarca arkadaşlarıma uykusuzluk yüzünden çok haksızlık etmişim o suratsız hallerimle. Müşteri temsilcisi, bu saatte ne işiniz var biraz uyusaydınız ya diyor, uykulu şaşırmış gözleriyle. O bile bilir benim uykuyu ne kadar sevdiğimi. Evden dualarla çıkınca insanın işleri rast gidiyor, sistem çalışıyor ve işlerim iki dakikadan biraz fazla sürede bitiyor.

Arkadaşım beni bekliyor karşı cadde de, elinde içine peynir ve salatalık konulmuş sade poğaçalar. Benimle gezmek için izinli. Bu günün adını “Zampara Çarşamba” ya çeviriyorum yüksek sesle. Gülüyor o dingin haliyle. Hazır bu tarafa geçmişken seni Pierre Loti’ye götüreceğim diyor. Seviniyorum. Hafta içi olduğu için yoğun trafik yok, sabah havası güzel, çabucak gidiyoruz Eyüp’e. Otopark dik mezarlıkların hemen dibinde. Arabadan indiğimde hemen 1 Fatiha 3 ihlas okuyorum burada yatan ölülere. Teleferikle mezarlıkların üzerinden geçmek garip geliyor nedense. Beni de sen göm diyorum. Olur merak etme gömerim diyor. Hemen Kabul etmesine sinirleneyim diyorum hiç kavga havası değil diye vazgeçiyorum söylenerek. Yorumsuz gülüyor iyi misin cinsinden.

Ve yukardayız. Tarihi taşlardan yer zemini, kahve ocağındaki kömür ateşinin sıcağı, o zamandan kalma döküm posta kutusu, tahta kaplamalı tavan kaplaması, Paşa olmayan dedemin evinde de aynısından olan eski zaman elektrik düğmeleri, güncel hediyelik eşya satımıyla güncelleştirilmeye çalışılmış odalar, ellerimizde Pierre Loti’yi beş dilde anlatan broşürler, duvarlarda eski tablo ve gazete küpürlerinin tarih kokan ifadeleri. Pierre Loti 1876-1877 yıllarında ilk kez gelir Türkiye’ye, Aziya’de isimli bir Çerkez kadınına aşık olmasıyla ve bu aşk çerçevesinde süren hikayesini okuyoruz birbirimize. O zamanda nasıl yaşanır bu aşk diye yorumlar yapıyoruz abuk abuk, gülüyoruz söylediklerimize. Neden diyorum daha kolaydır belki de, giy çarşafı kim olduğun, nereye gittiğin belli olmasın.

Ağaçların gölgeliğinde, en kenardaki masaya oturuyoruz ve işte o muhteşem manzara. İki ada var durgun suyun içinde. Siyah beyaz seyrettiğim Orhan Günşiray’ın bir filminden parçalar anlatıyorum burada çekildiği için. Güzel sohbetler, komik benzetmeler, ölülerle ilgili hoş olmayan komedi konuşmalar, konuştuklarımıza tövbeler ederek içiyoruz çaylarımızı. O sade içiyor ben şekerli. Osmanlı zamanıyla aramızdaki tek fark o zaman çarşaf giyiliyordu şimdi sıkmabaşlı kadınlarla dolu etraf. Teleferikten inerken manzarayı kazıyorum beynime yaptığımız tüm konuşmalarla birlikte.

Ortaköy’deyiz daha sonra, gecikmiş sabah kahvelerimizi denize sıfır bir kafede içeceğiz. O sade içiyor ben orta şekerli. Bu sefer konu denize ve hissettirdiklerine geliyor. Hafiften acıkmış gibi miyiz yoksa hava mı acıktırdı bizi. Kapat sana fal bakayım diyorum ilk kez. Iyi tanıdıklarıma bakamam oysa, içimden geliyor. Kapatıyor bu günün zampara rahatlığına uyarak. Çok güzel şeyler söylüyorum yarısını benzetiyorum çoğunu uydurarak. Uydurduklarımı bilerek gülüyor gülen gözleriyle birlikte. Yerimiz, manzara öyle güzel ki yemeklerimizi de oturduğumuz yerde yemeye karar veriyoruz. Ben kırmızı etten yanayım, o daha hafif şeylerden.

Hemen yanıbaşımızdan Boğaz motoru kalkıyor, çabucak yiyoruz yemeklerimizi. Kalabalik motorun en üst katını yasaklamışlar iple engelleyerek. Gidip kaptanla konuşuyor ve açtırıyor, çıkıyoruz en üst kata. Ayrı ayrı çok iyi bildiğimiz yerleri gösteriyoruz birbirimize, yorumlarımız, beğendiğimiz yalılar. Aşiyan mezarlığının yer seçimi garibime gidiyor. Böyle bir manzara mezarlık için nasıl kullanılır diyorum. Niye belki de doğrusu budur diyor. Evet dünyada mekan dedikleri bu olsa gerek diyorum. Bütün güzellikleri tek tek ele alıp yeniden değerlendiriyoruz. Hangilerinde oturmak istediklerimizi ayırıyoruz, sahip olmak istediklerimiz, istemediklerimiz. Çirkinleştirilen manzaraları da unutmuş değiliz kesinlikle. Şu terasta kahve, bunda kahvaltı, şurada akşam oturmaları yaparız, …, Kendimizle ilgili konuşmalarda var. Herşeyin hayırlısıyla bağlanan temiz-arınmış-bildik cümleler kuruyoruz.

Rumeli Hisarın’dan geçerken, bir şiir okuyor, fazlasıyla şaşırıyorum ama şımarmasın diye bir şey demiyorum. Orhan Veli diyorum, kafa sallıyor, koluna usulcacık bir öpücük konduruyorum. Şurada kahve içmiştik, burada yemek yemiştik konuşmaları. Zampara Çarşamba diye anlatacağım bu günü diyorum. Saçmalama diyor ama onu dinlemeyeceğimi bildiği için gülüyor. Yol kıyılarında şortlarıyla yayılmış güneşlenen adamlar çocuklar var. Herkes birbirine el sallıyor. Erkek olmanın rahatlığından bahsediyorum kıskanarak. Yanımızdan bir gezi motoru geçiyor az sonra. Üstünde bir sürü hatun sere serpe yatmışlar. Ne bakıyorsun diyorum kızmış gibi, kadınların rahatlığına bakıyordum diyor yalancı felsefi bakışlarla .

Anadolu tarafında oturduğumuz, yemek yediğimiz kahve içtiğimiz mekanları aynı yaşadığımız günlerdeki gibi anlatıyoruz birbirimize, hatırladığımız ayrıntılarıyla. Aynı ayrıntıları hatırlayıp takılmak diye buna denir. Motorda nerede gezdiğini güzel manzaraları kaçırdığını anlamayacak kadar genç gruplar var. Onlar için maksat sadece birlikte olmak. Bizim için de maksat birlikte olmak tek fark gördüğümüz yerler, yaşadığımız anlar çok kıymetli.

Keyifli bir akşam yemeği, huzurla içilen akşam çayı, kütür kütür kiraz ve erikler, hayatın güzelliği, sağlıklı olmamız, birlikte olmamız o kadar kıymetli ki şükürler ediyoruz yüksek sesle. Körler sağırlar birbirini ağırlar tarzı iltifatlar karşılıklı. Öyle bir uyumuşum ki yorgunluktan nasıl kalktığımı bilemiyorum.

Yok bütün bu güzellikler bir günde yaşanamaz rüyaydı galiba diyorum. Kollarımın acısını hissediyorum, kollarımda Boğaz rüzgarından kalma güneş yanıkları. Gözlerimi açınca baş ucumda Pierre Loti’nin broşürü, gülüyorum rüya değilmiş diye. Çarşambaların hepsini zampara yapmak için şeytanca fikirler dolaşıyor kafamda.

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..