Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Zorlu kış geceleri ve 'geleydi, içeydi'

Zorlu kış geceleri ve 'geleydi, içeydi'
 

İlçemiz, l970 li yılların ortalarında (1976 yılı olarak anımsıyorum) ‘şehir şebekesi’diye bilinip adlandırılan ‘Ulusal Elektrik Sistemi’(enterkonnekte)ne bağlanınca bazı şeyler de kendiliğinden değişti.

Refikimiz (eskiden köşe yazarları birbirlerinden böyle bahsederlerdi) Aydın Tiryaki yazmasa aklıma gelmeyecekti. Onun, ‘Kent Tarihi’ ile ilgili ”Marazın Kahvesi’nde bir sohbet” başlıklı yazısını(1) okuyunca benim de bir zamanlar Şabanözü’nde yaşananlar gözümün önünden akıp geçti...

Ne vardı o zamana kadar elektriğe en çok gereksinim duyulan; tabiiki öncelikle aydınlanma.

Daha önce (2) yazımda elektrik olmadığı için gaz lambasında ders yaptığım günler olduğunu anlatmıştım. Ama biraz daha kötü koşullarda olanı da vardı, iyi olanı da...Örneğin ‘idare’ denilen bir aydınlanma aracını kullananlar da vardı, pompalandıkça gazyağıyla aydınlatan Lux adı verilen( yerel ağızda lüküs diye anılırdı) bir başka aygıt da vardı. Lux aydınlatıcısı gerçektende lükstü! En önemli sorunu; en ufak bir sarsıntıda düşüveren ‘kese’si idi. Işığın kaynağı olan ve sanıyorum amyant ya da karışımı bir maddeden yapılmaktaydı. Gazocağının farklı bir uyarlaması yani. Dedemin ahırda ineklerin altını kurulamaya ve yem vermeye gittiğinde görürdüm idareyi. Onunla aydınlatarak işlerini yapardı dedem.

Biz çocuktuk ama gençlerin ve yetişkinlerin bir de eğlence sorunları vardı. Hele uzun kış gecelerinde nasıl vakit geçer, nasıl sabahı olurdu o uzun gecelerin?... O günleri yaşayanlar da koşullara uygun yol yöntem geliştirmişlerdi.

Aslında kıraathane olması gereken ama kahvehaneden öteye geçemeyen ve erkeklerin oyalandığı, oyun oynadığı mekanlar vardı. Çay, kahve, Oralet ve kant (sadece sıcak suya şeker katılarak içilen bir içecek) içilirdi. Oyunları da var elbet; domino, iskambil ve tavla. Okey henüz tanınmıyor o zamanlar bizim oralarda...

Havaların iyi olduğu zamanlarda normal işleyen yaşamın akışı, kışın gelişiyle başka bir şekle bürünüyordu. Hele bir de kar yağmaya başladığında, ortalık şenlenirken, yaşam da güçleşmeye başlardı. Evlerde o zamanlar kiremitli olanlar az idi. Toprak damlar ağırlıktaydı. Kar da yağınca mutlaka küremek gerekiyor. 'Ayalama' adı verilen ahşap bir aletle karlar kürenir, ama nereye? Yine sokağa...Dar sokaklar bu kez kürenmiş karlardan geçilmez olur.

Bir süre, çok yüksekse oyularak, değilse yarılarak geçiş yolu açılırdı. Özellikle hayvan besleyen aileler için oluklardan su içirmeye götürülen koyun sürüleri ve büyük baş hayvanlar biraz eziyetli yolculuk ederlerdi. İnsanlar gibi onlarda da kayan, sakatlananlar olur, hatta zorunluluktan kesilenlere bile tanıklık edebilirdiniz. Sonraki zamanlarda güneşin açması ya da yağmurun yağmasıyla, az önce resmini çizdiğim sokak aralarının halini bir düşünün artık, her yer balgam... Yürümek... bir işkence artık, her tür canlıya... Bir de okul zamanı, okula gelip giden biz minik öğrencilerin halini düşünün!

Bunlar bir gündüz resmiydi. Bir de akşamları vardı elbet!

Akşamları yetişkinler kahvehanede toplanıyorlar. Bu işin maddi boyutu da var. Bazı hallerde iş burada düğümlenir. Adamın işi yok gücü yok, ne yapacak; çayını içip oyununu oynayacak. Ama iş hesap ödemeye gelince...o güz dönemine kalacak. İş yok, para yok dedik ya, kahveci adamın canını da alacak değil, o nedenle de güz dönemi hasadını yapıp parası eline geçince getirip borcunu ödeyecek.

Kahvehaneler ve diğer işletmelerin ilçedeki yapısal durumları; hemen tümü ahşap. Ahşap yapıda da inşaat ağaç direkler üzerine kurulmakta. Anımsanacağı gibi, bir dönemin ünlü politik terimiydi ‘ortadirek!’(Bizde onun da yerel adı vardır: 'boğsu'). İşte o sözü edilen direk, ahşap yapının en önemli unsurlarındandı.

Yine dönelim biz kahvehaneye. Kışı bitirdik; ektik, diktik, hasadı yaptık para kazandık. Ve hesap zamanı... kahveciyle tabii.

Kara Veli amca da o hesabı ödeyeceklerden, kahvecinin yaptığı hesaba itiraz ediyor. ‘Ben’ diyor, Kara Veli amca, ‘...Şubatın 13’üyle 22’si arası, Mart ayının da 18’iyle 26’sı arası komşu köylere koyun davarı bakmaya gittim. O yüzden de ne geldim, ne de çay içtim.’ Kahveci de o ortadireklerden birisine içilen her bir çay için çarpı işareti koymakta; Bir için, soldan sağa ve yukarıdan aşağı bir çizgi, iki için de sağdan sola yukarıdan aşağıya bir çizgi daha çekerek çarpı işaretini tamamlıyor. İşte bu hesaba itiraz ediyor Kara Veli amca.

Kahveci de durumu açıklıyor; ‘Ben anlamam dayı, sizin keyfinize göre çay demliyorum. İster gel iç, ister gelme o senin sorunun, ben işaretimi koyarım; geleydin, içeydin!

1- http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=58330 (Marazın kahves..)

2- http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=55548 (Suat Sayın’ı anmak)


Fotoğraf: http://www.fotokritik.com/365181

 
Toplam blog
: 355
: 1099
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

1960 Ankara doğumlu bir Çankırılıyım. İşimin burada olması nedeniyle, Antalya'da yaşamaktayım. Ti..