- Kategori
- Psikoloji
'' Hoşgeldin dost '' diyebilmek...

http://www.kaut.org/wp-content/uploads/2006/03/Elster-im-Nebel.jpg
Ruhumuza karanlık çöktüğünde ve düşüncelerimizin pusu yüreğimize perde perde iner olduğunda savunmasız kalırız biz. Kalırız ve göğüs kafesimizde her zaman titizlikle sakladığımız narin yüreğimize rahatlıkla inebilir olur beynimizin kıvrımlarında pusuya yatmış olan vahşi kurtlar.
Biliriz hepimiz aslında kurtların puslu havaları sevdiğini. Bal gibi biliriz aslında puslu ruhumuzun bu buz gibi havasında, ortalıklarda dost kimseler kalmamışken.. Arkadaşlarımız sıcacık evlerine çekilmişken, savunmasız kalan kalbimize nasıl da kolayca saldırabileceklerini.
Saldırma açlığının savaşa hazır salyalarıyla parlayan ağızlarındaki yırtıcı dişlerini ne de kolay batırabileceklerini biliriz kalbimize.
Ama savunmaya geçmeyiz.. Geçemeyiz belki de..
Mazoşist bir yaklaşımla, can acısında ararız teselliyi.
Acı, acımayı ve acınmayı da beraberinde getirecektir ve belki de biz kendimize acımayı seçeriz en çok böylesi anlarda..
Kendimize acımaya başladığımızda çünkü, başka hiç kimselerden şefkât beklemeye gerek bırakmayacaktır kendi kendimize sunduğumuz şefkâtimiz..
Savunma içgüdüsüyle kollarımızı göğsümüzde birleştirip, ellerimizi boynumuzun sıcaklığında ısıtmaya çalışırken yapayalnız yatağımızda, upuzun.. Çok uzunca bir müddet, uzanacak başka sımsıcak ellere kapatmayı yeğleriz kendimizi, göğsümüzde kavuşmuş kollarımızın korumasında.
Düşünmek istemeyiz..
Sesleri duymak, konuşmak, sormak-sordurmak şöyle dursun, hissetmeyi bile istemeyiz o anda hiçbirşeyleri.
Ne açlık duygusu, ne susuzluk, ne ses, ne de nefes?!
Nâfile gelir hepsi..
Kudurmuş hayal ve yaşam kırgınlığımız, bir parça ışıktan bile korkutmaya başlamıştır bizi ağzından saçtığı köpüklerle..
Yaşamak saçma… Nefes almak.. Yemek, içmek.. Sohbet etmek, dans etmek.. Gülmek, hele de katıla katıla gülmek! Çok anlâmsız ve uzak gelmektedir katıla katıla ağlama isteğinin yanında..
Gözyaşlarımızla yıkamaya mı çalışırız kirlenmiş dünyamızı..Başkalarından üzerimize sıçramış pisliklerden bu tuzlu su ile mi arınmaya çalışırız bilmiyorum..
Ama bilmemiz gereken bir şey var ki; bu umutsuz ve kapkara bakmakta olan gözlerden akan her damla yaş, buharlaşıp buharlaşıp daha fazla beslemekte düşüncelerimizin sisini..
Ve karanlık ruhumuzun derinliklerindeki ıssız vadilere, daha kalın perdeler halinde indirmekte sisi.. Daha fazla üşütmekte yalnızlığın ayazında buz kesmeye yüz tutmuş yüreğimizi.
O vahşi salyalarını akıtmakta olan kurt sürüsünün işini daha bir kolaylaştırmakta.
O zaman vakit, boylu boyunca uzandığımız o yatağı terk ederek, göğsümüzde savunma amaçlı birleştirdiğimiz kollarımızı çözmek.. Ve dostun sıcacık boynuna, güçlenme amaçlı sarma vaktidir.. Hani o etrafımızdan yolladığımız ve kendi karanlığımıza adım atmasına izin vermediğimiz dostlar var ya?!.
Bu dost bazen bir meşguliyet.. Bazen etiyle, kanıyla, sıcacık yüreğiyle bir insan.. Bazen de belki sadece kendi aydınlık düşüncelerimizdir.
Şimdi sadece kapıya kulak vermeli ve gönül penceremizi örten kapkalın perdeyi açmaya hazır, sıcacık elleriyle kapımızda bekleyen o dostu buyur etmeli..
Buyur etmeli ki; içimize doldurduğu aydınlıkla ısınacak yüreğimizin sıcağı dağıtıversin pusları. Ama elbette, ‘’Hoş geldin dost’’ diye mırıldanmayı unutmadan ve vakit çok geç olmadan.
Hoş geldin dost…
Sanı/Yorum: Belki de anlık baskınlar, bizim dost ellerimizin zillere uzanması için en uygun zamanlardır… Başkalarına gidecek gücü ve cesareti o an için kendinde bulamasa da birileri, çalan kapısının ziline heyecanla ve ümitle koşacak kimseler yok mudur sizce de?