- Kategori
- Aşk - Evlilik
''Can'dan Can'a fısıldamalar 04''

NUR…
Kışın uğramadığı şehirlerde çiçek kokuları alışıla gelmiş kokulardandır. Ta’ki bu şehre yaz sıcağını aratmayan güneş kadar yakıcı bakışların uğrayan adam gelene kadar. Dedim ya, kışın uğramadığı şehirler diye, buralarda kara hasret kalırsınız. Kar’da şarap içmenin keyfini, kar yağarken öpüşmenin zevkini tadamazsınız. Eli üşümesin diye kabanının cebinde elini tutma bahanesini de pek uygulayamazsınız. Hani dağlarına kar yağacak da, bu şehirlerin ayazı vuracak da, bu şehre iliklerinde hissedecesin de; ancak ozaman üşüme diye sarılıyorum bahanesine sığınacaksınız. Bu şehrin kızları bunun bahane yapamayan erkeklerin ezikliğine, tatlı bir tebessümle yaklaşırlar…
Her kadın gibi bahaneye sığınmadan sarılacak, elleri üşüdü diye değil; yumuşak tenine dokunmayı istediği için tutacak. Adamlığının her halini yaşatacak erkekleri hep etkileyici bulurlar...
Şimdi ülkenin her yerinde bahar yavaş yavaş gelmeye başlıyor. Yıllar önce yine bu zamanlara ellerimde elleri, dudağında afilli tebessümü; üzerinde mavi gömleği, kot pantlonu, sırtına aldığı beyaz kazağı, gözlerinde her zaman ki büyüleyici bakışı, ellerinde papatyaları; beni aynı parktan alıp, yine kulağıma fıslıdayacağı aşk sözcüklerinin döküleceği yere yol alırken fark ettim…
Oysa ben ne şanslı bir kadınım. Kışı hep bahar tadında yaşan bir şehirde, ellerim üşüdü diye değil de, tenime tenini yakıştırdığı; tenimi teni saydığı için elimi tutan, bakışlarında yazdan kalma günleri aratmayacak kavurucu bir aşkı dudaklarında aşkın vazgeçilmez tadını taşıyan bir adamla… Her zaman elele yürümekten keyif alıyor mutlu oluyordum…
Ben ona gelen güneşin kızı, sıcaklığının dozunu ayarlamayı öğrenmiş; onun sıcaklığında kendimi kaybeder olmuşum. Gizemli gözleri, şen kahkası, zekâsı; etkileyici tavırları büyülemekten öteye götürüyordu beni. Her kelimesinde aramızda oluşan o bağa, daha sıkı tutunuyordum. Beni sana gönderen tanrılar... Yıllarca minnettar birini bıraktılar sana…
Ey bu şehri böylesine büyülü yapan adam! Bana kavrulmaktan öte serinliği öğreten adam, bana baharı anlatan; bana serin rüzgârlarda saçlarımı uçuran rüzgârları sevmemi sağlayan adam, yüreğimin yarısısın, diğer yarım nedir? Bu büyü gözlerinin varlığında…
Üzerinden geçen zamana rağmen hâlâ bulamadım bunun sebebini. Bulursam kaybederim diye mi saklıyorsun bilmiyorum, yoksa bulursam senden vazgeçerim mi zannediyordun?
Belki de hiç bilemeyeceğim…
CAN…
Baharın ilk ışıklarının büyüsünü hissettiğinde, topraktan çıkmaya çabalayan; bahar çiçeğim. Yağmur mevsimidir, uyanır hayat toprakta. Uyanır deli bir özlemek teninin bahar tadına. Çiçek açarım severken seni. Sen gül kokuları yağarsın sevildikçe mevsimin uyanışına. Biz, hani baharı; müjdeyen şen şakrak kuşlar misali şimdi. Kim sevmez ki, yüzü sevince boğulmuş insanları?
Dün bir özlemek vardı. Bugün içime kapandı o çocuk, içimi yiyor bıkmaksızın. Cümleler alıp başını gidiyor tutkuya yenilen bu aşka. Yok, garipsemiyorum artık aşkın suskun bütün hallerini. Ben sustukca sana geliyorum ya, bu yetiyor içimdeki derviş halime…
Mahalleye şerçeler baskın yaptı bugün. Dallardan dallara koştular gün boyu. Nasıl da bir naz dişi kuşlarda? Nasıl da bir inat çapkın er kuşlarda? Görseydin, tutup aşk kafeslerinde tutsak edesin gelirdi o serçeleri. Tutup beni, saklayasın gelirdi kendine…
Şimdi, unutulmayacak bir sevmenin kapısını aralamak vardı seninle. Güneşin kızının aydınlattığı bir odanın güler yüzünde, aynı yastığa baş koymak vardı. Ellerini tutmak vardı. Gözlerine değmek vardı gözlerimle. Hasreti aşk dilinde yeniden yaratmak vardı seninle. Özlemi avutmak vardı. Tadına yenilmek vardı teninin tuzuna…
Oysa aşk adına işlenmiş en büyük günah değil mi hasreti susturamamak sevdiğinde...
Bir dalgın bakışın hüznüne yenildim şimdi, şu an. Bir şiir yazasım geldi, peşinden bir aşk öyküsü. Bilirsin mutlu aşkları severim ben. Çünkü hasretin delirdiğinde, kapısını kilitlediğim odaların karanlığından çocuklar gibi korkuyorum sevgilim. Sensizlikten, anasını savaş meydanlarında kaybetmiş; masum ve telâşlı bir çocuk gibi, çok korkuyorum ben…
Hasretin alın yazısıdır düş kurarken kendini avutmak. Sen, elinde yüreğimin armağanı o papatyalarla gel. Beyaz gel. Deli bir beyazla gel. Çılgın bir beyaz, arsız bir çocuk gibi bembeyaz. İlk defa telaşla öptüğün dudaklarımı tadını kaybetmekten korkar gibi gel. Gel, bahar gelsin artık. Bahar gelsin, serin bir yağmurun çoşkusunda…
Mehmet ÖZCAN-Nurcan BİNGÖL