Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '09

 
Kategori
Siyaset
 

''XIX.yüzyıl; Türkiye Birleşik Devletleri'nden, Ermenilerin Büyük Felaket'ine...(II) Türkiye Defteri

''XIX.yüzyıl; Türkiye Birleşik Devletleri'nden, Ermenilerin Büyük Felaket'ine...(II) Türkiye Defteri
 

Beyaz adamın kızı misyoner rahibe Rose Lambert,Haçin yolunda... / Küçük Amerika'yı kurmaya doğru!...


''Adana vilayetine bağlı, Haçin'de, Ermeni kamavor ve komitacılarca, vahşice katledilen Avşar kızı şair Melek Hanım ve 535 Türk'ün anısına saygıyla...''


XIX.yüzyılda, dış dınamiğin büyük etkisiyle, imparatorlukta başlayan Osmanlı-Türk modernleşmesi, ilerki zamanlarda Cumhuriyet Devrimleri'ni de kapsayarak, II.Büyük Savaş'a kadar yükselen bir eğri çizdi...

1810 yılında Boston'da kurulan, Amerikan ABCFM'nin protestan misyonerleri, Anadolu'daki Hristiyanlar ve Hristiyanlık için okul ve hastane açtıklarını, o bölgeye ilaç götürüp, modern tıppı ve eğitimi yapılandırdıklarını söylüyorlardı!... ''Türkler bizi istemeyebilir, ama oranın sahibi Türkler değil ki!...'' demeyi de ihmal etmiyorlardı... Onlara göre, Türkiye, Türklerin değildi!...

1820'lerde İzmir'e gelen iki misyonerden L.Person; düşünü kurduğu en büyük şeyin, bu günahlar imparatorluğunu yıkabilme olduğunu söylüyordu!...

İslahat Fermanı'yla getirtilen (!) vicdan özgürlüğü ilkesi, mezhep değiştirmeyi kolaylaştırıp, ağırlıklı olarak bu ibreyi XVII.yüzyılda Osmanlı topraklarına giren, Katolik Fransız misyonerlere karşı, protestan misyonerlerlerin yönüne kaydırdı!... Amerikalı misyonerler ağırlıklı olarak Balkanlar ve Anadolu'da çalışırlarken, İngiliz misyonerler de, her nedense( !); Mısır, Filistin ve Mezopotamya'da çalışmayı tercih ediyorlardı!... Amerikalı misyonerler, İstanbul Robert Kolej'de Bulgar Milliyetçi aydınlarını yetiştirirken, Beyrut Amerikan Protestan Koleji'de Arap milliyetçilerini yetişmesine zemin hazırlıyorlardı!...

Yani özetle; XIX. yüzyılda, dış dinamiğin karşı konulamaz gücü yüzünden, ister istemez siyaseten başımıza sardırılan Tanzimat ve İslahat fermanları sonucunda, ülkede yaşayan ve ekonomik etkinliklerini sürdüren yabancıların, hakları zirve yapıyor, ayrıcalıklı haklar olarak, örgütlenme etkinliklerinin arttırıp, jeopolitik ve jeostratejik açıdan çok önem verilen, bu büyük ekonomik pazarda, elde ettikleri ''imtiyazlar'' sayesinde, azınlıklar yani, gayr-ı Müslim tebaa ayrıca Kürtler, Arnavut ve Yahudiler arasında, hem Hristiyanlaştırma çabalarını sürdürürlerken hem de, milliyetçi hareketlerin gelişmesine katkı(!) sunmaya çalışıyorlardı!..

Özellikle, Ortadoğu ve Anadolu'da azınlıkların yaşadığı bölgelerde yüzlerce okul açılmasına müsamaha gösteren Osmanlı yönetiminin bu zaafiyeti (!) ve Emperyalizmin, ''Kültür Emperyalizm'' ile nüfuz genişletme çabaları, Osmanlı'nın doğal sonunu hazırlama süreçlerinden biriydi!... Çünkü bir ülkeyi ekonomik ve politik açıdan yok etme ve ya da egemenlik altına almanın bir yolu da, o toplumu kendi kültürüne, diline yabancılaştırmaktan, o toplumun bireylerini, o değerlerini küçümsetecek şekilde, eğitilmesinden geçmekteydi!...

Ek olarak söz edeceğimiz, Osmanlı'daki insani haklara gelince; 30.Ekim.1895 tarihinde İstanbul'da yapılan ve bir provakatif bir eyleme dönüşen gösteri öncesinde, Ermeni Hınçak Örgütü, bir bildiri yayınlayarak “ Ermenilerin ıslahatın uygulanmasını istemek amacıyla gürültüsüz bir gösteri yapacaklarını, hükümet tarafından asker, jandarma, polis vasıtası ile bu hareket önlendiği takdirde bundan ağır sonuçlar çıkabileceğinden bütün sorumluluğu şimdiden hükümete yüklediklerini” söylüyebiliyorlardı!... Ve başlattıkları provakatif Babıali gösterilerinin başlangıcında, patrikhane önünde bir Ermeni kızın, '' Ermeniler, ya ölüm, ya hürriyet istiyor'' şeklinde bağırabileceği bir özgür ortam vardı!...

Gene 1848 yılında Erzurum'da doğan(!) ve yukarıda, 1896 yılında, Newyork'da yayınladığı; ''Türkiye ve Ermenilere Yapılan Zulümler'' adlı kitabına eklediği, pembe bölgeyle Ermenistan olarak işaretlediği haritanın olduğu kitabı yazan ve aynı zamanda bir Osmanlı tebaası olan, Edwin Munsell Bliss'in, bildiğimizce, o yıllarda kalkıp İstanbul'a eğitime gelmesi ve oradan da Amerikan İncil Konseyi(!) desteğiyle Amerikaya eğitime gönderilmesi, Amherst koleji ve ardından Yale'de ilahiyat eğitimi alarak, 1873-1883 yıllarında misyoner olarak tekrar Anadolu'ya gelmesi, trajik bir süreç olsa da, aynı zamanda Osmanlı'nın bir ferdine verdiği ''hürriyet''inde bir göstergesiydi!... Ayrıca, o ve onun gibi idrakine Evangelist ilahi bir kılıf geçirilmiş, milliyetçi binlerce 'Ermeni' de, ''Şark Meselesi''nin çözümünde ve çözüme gidilecek olası bir süreçte, Hristiyanların korunması için, ABD'nin bir öncü görevi göreceğine de, kendilerini hazırlamışlardı, ya da ''Misyon'' tarafından eğitim alıp, öyle hazırlanmaları uygun görülmüştü!...


Osmanlı topraklarına ayak basan ilk protestan misyoner, 1815 yılında Mısır'a gelen ve İngiliz '' Church of Misionary Society''e bağlı olan, bir papazdır... Ve Osmanlı İmparatorluğu topraklarına özel ilgi duymalarının subjektif nedenlerinden biri, Haçlılar döneminde, kutsal kabul edilen bu bölgeye sürekli yerleşememenin getirdiği psikoloji önemli bir neden olsa da; asıl önemlisi, dünya enerji kaynaklarının Ortadoğu ve Hazar Havzasında olması ve bu yüzden bu bölgeye, bu gün de dahil olmak üzere , Batı emperyalizminin verdiği jeopolitik ve jeostratejik önemdir... Bu yüzden bir türlü çözemediğimiz tüm sorunların da en büyük kaynağı, bu coğrafyada yaşayan bahtsız insanların, kültür emperyalizmiyle baskılanmış; kendi marifet, basiret ve zihniyet fukaralığında, aciz bırakılmaya çalışılmasının yanısıra, onların demokratik ve insani haklarının Batı'yı zerre kadar ilgilendirmemesinden kaynaklanan bir siyasi yaklaşımdır!

I.Büyük Savaş'da Kudüs'ü işgal eden İngiliz Birliklerinin başındaki Mareşal Edmund Allenby'nin, Şam'da Sebahattin Eyyubi'nn türbesine gelip ve sandukasına ayağıyla vurup; ''Gene geldik Sebahattin'' demesiyle, aynı savaşta , müttefikimiz Alman subaylarının o yılki Noel kutlamaları ya da ''Christmas Yortusu'' nda, düşmanları İngilizlerce, başarılan tekrar ''Kudüs'ün fethini'' coşkuyla kutlamaları (!) ve günümüzde de bir AB yetkilisinin İstanbul ve Trakya'nın AB'ye girmesini içtenlikle istemesinin altındaki psikolojik ana neden, bu coğrafya insanlarının , eğer idrak edebilirlerse, her zaman karşılarına, bir kılık içersinde çıkacaktır!...

Bu yüzden güncel hükümetlerin dışında, Türk Dişişleri'nin de, artık kolaya kaçmadan, taşeronsuz ve siyasal bir konsensüse dayanan; bu ülkenin Ortadoğu'nun mıhı olduğunu unutmadan, bu coğrafyanın çekirdek ülkesi olduğunu hiç aklından çıkarmadan(!), bizle ilişki kurmak isteyen ülkelere, takkeli, sarıklı, zenci, Kürt ve Ermeni dememenin gerekliliğini anlayacak büyüklükte, ulusal politikalar üretmeye çalışmasında, ülkenin uzun vadeli çıkarları açısından sayısız yararlar vardır... Yoksa su akarken, hiç bitmeyen, dış politika oluşturma çabalarına devam edeceğiz!...

ABD Temsilciler Meclisi 31 Ocak 1896’da bir yasa taslağı hazırlıyordu: Bu yasa taslağına göre, dünyadaki Hıristiyanlardan oluşan bir komisyon kurulacak, Türkiye’yi yönetmek için bir Hristiyan başkan seçmesi istenecekti!.... Devletin yönetimi Osmanlı Türklerinden alınacak, ülke eyaletlere bölünüp ve yeniden yapılandırılacak bu siyasi oluşumun oluşumun adı da, Türkiye Birleşik Devletleri olacaktı!.... Yani bu gün de gündemi hep işgal eden seneryaların prototipi, o yıllara ve ABD'ye dayanır!... Ancak bu senaryo diğer emperyal devletlerden destekgörmeyip ve büyük siyasi nedenlerden (!) dolayı kabul görmedi ve ABD'nin istemesine rağmen, uygulamaya bir türlü konulamadı!...

Demokrat partinin Türkiye'ye daha tam, net olarak ne olduğu belirsiz olumlu yaklaşımı (!) dışında ikiyüz yıllık bir geçmişe sahip Türk-Amerikan ilişkilerinde olumsuzluk; Irak İşgali sürecinde en üst çizgiye ulaştı... O kadar pazarlıktan sonra, ''Tezkerenin Reddi''nin bedeli, Irak'ta PKK ve diğer gelişen süreçlerde bize söz hakkı verilmiyerek ödetildi!... Bu yüzden, yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe sahip Türk-Amerikan ilişkileri, son yıllarda en ciddi sorunlarını yaşıyor. Zaten, İnönü ve Menderes'le başlayan ve altmış yıldır en büyük müttefikimiz olarak yansıtılmaya çalışılan Amerika, gerçekte hiçbir zaman bize ne samimi müttefik ne de dost oldu. (İlk Kıbrıs harekatında, Başkan Johnson'un, İnönü'ye o ünlü mektubu, önemli bir siyasi ikazdı!...)

İlişkilerin tarihsel gelişim süreci, İngiliz Emperyalizmi'ne paralel olarak gelişen bağımlılık ilişkisinden Amerikalılarında bu enerji bölgesinden pay kapmaya çalıştığı ve kışkırtma operasyonlarına da, o yıllarda başladığını gösteriyor!...

Özetle; Osmanlı’da Millet-i Sadıka olarak, takdirle anılan Ermenilerin 1830’lu yıllar itibariyle Amerikalı misyonerler aracılığıyla kışkırtılmasıyla, Protestan kilisesi ve okullarının kurulmasıyla başlayan yıkıcı hareketler ve bölgede Rus, İngiliz, Fransız ve Almanların çıkar çatışmaları sonucunda, milyonlarca Müslüman sürgün edildi ve kırıma uğradı...

İngiliz ve Fransızlar, aralıklarla Kıbrıs'da, '' Monarga Ermeni Lejyon Kampı'' nı kurup çalıştırdılar!... Burada, Ermeni, Arap ve kısmen de Yahudi gençler, eğitim alıp, Anadolu ve Filistine gönderildi!... Bölge, planlı iç karışıklık, isyan ve bölgesel iç savaş ve kırımlarla, Ermenilerin ''Büyük felaket'' diye adlandırdıkları , trajik durumların yaşandığı günlere kadar getirildi!... Yani bu coğrafyada bu gün de kapanmamış yaraların sızlamasından ve gene başka tür hesaplarla açılmasından, en az, o günün Alman işbirlikçisi Osmanlı yöneticileri kadar, Rus ve Batı emperyalizmi de birinci derecede sorumludur!...

Ve biz ne yazık ki bu durumu ne kendi halkımıza açıklama, ne de, kısmen, '' one minute''ler dışında, desteğini bir türlü alamadığımız diğer Birleşmiş Milletler üyelerine açıklama marifet ve kabiliyetine sahibiz...

7.Mayıs.2009 / Perpa

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..