Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '10

 
Kategori
Anılar
 

"Güvercin olup yanına konsam?"

"Güvercin olup yanına konsam?"
 

Fotoğraf: Ümmü GS


Haber göndermiş, "Beni unut" diye. Yalnız bu da değil, sürdürmüş haberini "Nerede resmim varsa hepsini sil".

Ne tuhaf şeydir siz adına ne derseniz deyin benim "Aşk" dediğim şey. Seviyorsunuz, seviliyorsunuz bir gün geliyor "Aşk" bitiyor. Ya da bittiğini sanıyoruz. Biri diğerine haber yazıyor, yolluyor "Sil beni".

İnsan yalnız beden olarak var değil ki şu dünyada. Bir de manevi yapısıyla var. Hem de öylesine var ki, manevi dünyası yıkıldığı zaman hemen hemen her şey çökmüş oluyor. Şu teknoloji çağında bilgisayarlarımızdan sildiğimiz yazılar, notlar bile silinmeden öylece duruveriyor bir yerlerde. Sen kalk insan gibi bir varlıktan "Sil beni" de ve tamamen silinebileceğini düşün.

Olacak şey mi?

"Her köyün bir meczubu vardır" diye söylenegelen bir söz vardır. Eminim sizler de çok yerde ve çok kere karşılaşmışsınızdır bu tür insanlarla. Aslında hepsinin acıklı bir de öyküleri vardır.

Kalabalık olur İstanbul'un kutsal mekânları kutsal günlerde. Ben de bir cuma sabahı karşılaştım işte bir meczubla. İstanbul'un en tanınmış semtlerinden biri. İstanbul'un en kutsal mabetlerinin olduğu bir semt. Daha şimdiden Cuma'ya hazırlanıyor. Etraf temzileniyor, brandalar yerlere seriliyor, tenteler açılıyor. Çünkü, her Cuma cami avlusu dolar da dışarlara taşar namaz kılacak insanlar. Cami avusunun arka tarafında bir bölümü kadınlara ayrılır. Orası da tıklım tıklım olur her cuma.

Belediye banklar kurmuş gelip geçenler otursun da dinlensin diye. Ama, iki bank arasında bir battaniye üzerinde oturan pek de yaşlı olmayan bir adam var. Solunda bir kedi. Çevresinde de bir güvercin... Az ilerde cami avlusunda yüzlerce güvercin var. İki bank arasında oturan adamın çevresinde ise bir tek güvercin.

Meraklıyımdır bu insanların yaşam öykülerine. Bilirim çünkü hepsinin gerçek ya da düşlerinde ürettikleri bir yaşam öyküsü vardır. Usulca yaklaştım yanına. Önce solunda yatan kedi kaldırdı kafasını baktı bana. Sonra, insanlara alışmış olan güvercin havalandı ama aynı yere yeniden geldi kondu. En son adam kaldırdı kafasını suratıma baktı. Yanındaki banka oturana kadar gözleriyle beni takip etti.

Oturdum.

Bir iki selam kelamdan sonra ve bir birimize dost olduğumuzu anladıktan sonra başladık daha samimi sohbete. Hattâ elinde çay tepsisiyle gezen çocuğa "İki çay" dedim. Çevredeki simitçiden de iki açma aldım. Çaycı çocuk bir iki dakika sonra iki çay getirdi. Biri plastik bardakta, diğeri cam bardakta. Plastik olanı ona verdi. Sebebini sordum. Ben, sandım ki cam bardakla bir yerlerini keser diye düşünmüştür çaycı. Oysa "Yok abi bu adam kirli içtiği bardağı çöpe atıyoruz" dedi.

Hangimiz temiziz ki?

Her göz göze geldiğimizde koyu yeşil gözleriyle şaşırtıyordu beni. Yaşlı desem yaşlı değil, genç desem genç değil. Belki kırk bile yok. İşin ilginç yanı doğma büyüme İstanbulluymuş. O da her çocuk gibi geleceğe güzel hazırlansın diye ailesi tarafından okula gönderilmiş. İlk okul, orta okul, lise derken üniversiteye de girmiş. Siyasal'a girmiş. Bu kadar düzgün cümleler kurmasa ve anlattıklarını en güzel şekilde ifade etmemiş olsa, inanmayacaktım. Fakat, belli ki iyi bir aileden yetişme ve iyi bir eğitim almış.

Tamam, bütün bunlar dikkatimi çekti. İyi ama bu duruma nasıl düştü? Hem merak ediyorum, hem de sormaya korkuyorum. Ya kızarsa? Ama, benim öğrenmem gereken bu değil mi?

Eline yırtık pırtık ceketinin cebine attı. Bir avuç buğday çıkardı. Açtı avucunu. Çevresinde dolaşan güvercin uçup kondu avucuna ve başladı buğdayları yemeğe.

"Ne kadar alışmış bu güvercin sana elinden yem bile yiyor" dedim. İyi ki de demişim. Çünkü, merak ettiğim ama bir türlü soramadığım sorunun da cevabı gelmeye başlamıştı. Bir kere yol açılmıştı, ben sordum o cevapladı. Bir çay, bir daha içerken...

Anladınız tabi, sevip de kavuşamamanın ızdırabını.

"Ben çok sevdim" dedi. Siyasal'da okurken tanışmış seveceği kızla.

İnsan, bazı şeylere karşı zayıf düşebiliyor. Kimi içkinin, kimi sigaranın, kimi kumarın önünde yeniliyor. Kişiliğini, aklını ve servetini yitiriyor. Biz onları hep görüp, hep okuyorsuz da, işte iki bank arasında yaşamını sürdüren ve aşka yenilip meczup olan bu insanları tanımıyoruz. Kimimiz "Serseri", kimimiz "Dilenci", kimimiz de "Deli" deyip geçiyoruz. Oysa bu "Meczub"ları görmezden geliyoruz.

Güvercin sevdiği kızmış. Öyle anlatıyor. "Ben onu bir kere yitirdim bir daha da yitirmeyeceğim" diyor. "Eğer bir sabah uyandığımda sevgilimi yanımda göremezsem" diyor, sonra parmağınla az ilerdeki denizi göstererek "Oraya atarım kendimi... Çünkü, söz verdim kendime" diyor.

İnsan her davranışında ölçülü olmalı. Sevgide bile. Ama, hepimiz aynı bedende nasıl değilsek, hiçbirimiz de diğerimizin ruh yapısında değiliz.

Siyasal'da okurken görüp de sevdiği kızla iki yıl aşk yaşamışlar. Sonra, bir sabah aniden o kız çıkıvermiş hayatından. Gitmiş bir başka sevgili bulmuş. Buna da demiş ki "Beni hayatından sil. Resimlerimi yırt at. Yırt at ki gördükçe beni anımsama".

Yırtmamış hiç bir resmini. Çıkardı iç cebinden çok yapraklı küçük bir albüm ve bana gösterdi. Dünyalar yakışıklısı bir adam ve dünyalar güzeli genç bir kızın yaşamından kesitler. El ele, kol kola, sarmaş dolaş, kitaplar elde, yolda, okulda, anfide... Her yerde birlikte çekilmiş resimler.

"Daha o gün Siyasal'ı bıraktım" diyor. Evi de terk etmiş. Sokaklarda yatmış kalkmış. Hergün geri dönülmez bir uçuruma adım attığının kendisi de ayrımındaymış ama, aklına sahip olamayıp hep ruhunun istediği yola gitmiş. Aklı "Unut" derken ruhu ona hep sürprizler hazırlamış. "İçtiğim suda, attığım adımda, rüyamda hep ama hep onu gördüm" diyor.

Seneler ve seneler sonra da artık yıkılmış bir yaşamın enkazı altında bulmuş bedenini. Bazen yoldan gelip geçenleri anne babasına benzetir oluyormuş. Ama, her kadını da sevgilisi sanıyormuş. Birinin yürüyüşü, birinin gülüşü, birinin elleri, birinin gözleri hep sevgilisine benziyormuş.

"Resimlerimi yırt unut beni" demiş sevgilisi ayrılırken. O, hiç bir resmi yırtmamış. Yırtarsa sevgilisini kendi elleriyle öldürecekmiş gibi gelmiş. "Hadi onları yırtıp atayım, yüreğimi de mi, beynimi de mi yırtıp atayım?" diye bana soruyor.

Yıllarca sokaklarda dolaşmış. Çöplerden yemek bulup karnını doyurmuş. Ölmek istemiş ölememiş. Sonra üç dört sene önce gelip bu iki bankın arasına çökmüş. Etraf buna bu da etrafa alışmış. Altına battaniye vermişler. Karnını doyuracak yemek de vermişler. Kalan yemekleri yanındaki kediye vermiş. Bir akşam battaniyesi üzerinde uyurken rüya görmüş. Siyasal'da okurken sevdiği kız girmiş rüyasına. Konuşmuşlar. Sarılmışlar. "Güvercin olup yanına gelsem ne dersin?" demiş sevgilisi rüyasında.

Henüz sabah olmaktaymış. Açmış gözlerini. Açmış ki üzerinde beyaz bir güvercin. Bilirsiniz güvercinleri. Bu farklı bir güvercin. Açmış gözlerini evet beyaz güvercin üzerinde duruyor. Doğrulmuş. Güvercin iki kanat çırpıp yeniden konmuş yanına. O günden beri de hep yanındaymış.

"O benim sevgilim" diyor. "Eğer bir daha onu kaybedersem...." Parmağıyla denizi gösteriyor "Atarım kendimi suya... Dayanamam bir daha onun yokluğuna"

Uzun oldu konuşmamız. Kalktım. Cebimden bir miktar para çıkardım. Vermek için uzattım ki "Sakın" dedi "Sakın bana paradan söz etme". Utandım. Parayı cebime koydum.

Cuma namazına az kalmıştı. Cemaat yavaş yavaş cami avlusunu dolduruyordu. Vapura bindem doğru eve geldim. Bilgisayarımı açtım ki bu öyküyü herkesle paylaşayım diye... e-postamda bir ileti varmış. Açtım. Okudum:

"Lütfen beni anla... Bilgisayarında, evinde, albümünde benimle igili ne kadar fotoğraf, yazı yani beni sana anımsatan ne varsa sil ya da yırt at'"

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..