Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '11

 
Kategori
Güncel
 

AB ilerleme raporlarına değil kendimize kızalım

AB ilerleme raporlarına değil kendimize kızalım
 

Ülkemizin AB serüveni 1963 yılında Ankara anlaşmasının imzalanması ile başlayan çok uzun bir yol haritasıdır. Bu süreç içinde Avrupa Demir Çelik Birliği, Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Topluluğu ve bugünde Avrupa Birliği olarak adlandırılmışlardır. AB ile yapılan anlaşma aradan geçen 47 yıl sonra bile hala tam üyelikle sonuçlanamamıştır. Bu haliyle bu anlaşma dünya tarihinin en uzun ve belki de en önemini yitiren traji komik anlaşmasıdır. Ülkemiz neredeyse AB’nin kuruluş yıllarından beri ülkemiz AB’ye tam üyeliğin hayalini kurmuş, bu yolda ileri sürülen kriterler çerçevesinde elinden geleni yapmış bir ülkedir. Gelen her hükümet konuya önem vermiş ve her şeyi fazlası ile yerine getirmiştir.

AB serüveni bir zamanlar halkımızda Eurovizyon şarkı yarışmalarının verdiği heyecanı yaratmış ve bu nedenle hükümetler bu yolda yaptıkları uygulamaları ve sonuçlarını bir bayram havasında kamuoyuna sunmuşlardır. Tabii bu süreç ile birlikte bir zamanlar başta Almanya olmak üzere bu ülkelere başlayan işçi göçü ile bu ülkelerde Türk işçi sayısı da her geçen gün artmış, işçilerimiz düşük ücretler ve zor yaşam koşullarına rağmen canlarını da ortaya koyarak bu ülkelerin kalkınmalarında büyük rol oynamışlar. Ailelerini geçindirmek ve geleceklerini kurmak yanında bu ülkelerin ekonomilerini hızla yükselmesinde etkin olmuşlardır.

Ülkemizde yaşanan darbe dönemleri ve siyasi karışıklıklar nedeniyle başlangıçta tam üyelik konusunda AB’ye karşı ülkemizin elini zayıflatmış görünmüştür. Nitekim bu dönemlerde AB kriterleri çerçevesinde Türkiye’ye eleştiriler getirmiş ve süreçler kesintiye uğramıştır. Türk insanı da kesintilerin darbelerden kaynaklandığını düşünerek bu gelişmelere üzülmüş, fakat o dönemlerde heyecanını korumuş, AB’ye tam üyeliğinin daha iyi bir hayat düzeyi olacağının hayalini kurmuştur. Özellikle Almanya’ya karşı duyulan tarihsel dostluk duyguları, birinci dünya savaşı öncesinde güçlü bağlar ve bu ülkenin Türkler için ikinci vatan gibi görülmesi AB’ye duyulan güveni artırmıştır.

Başlangıçtan beri AB’nin lokomotif sayabileceğimiz ülkeleri Almanya ve Fransa AB’nin tüm politikalarında hâkimiyetlerini sürdürmüşler. Genişleme süreçlerini kendi politikaları doğrultusunda güçlü şekilde yürütmüşlerdir. AB’nin kriterlerinin belirlenmesinde ve uygulanmasında en etkin rolü oynamışlardır. Hükümetlerce 1980’li yıllara gelinceye kadar Türkiye AB ilişkilerindeki süreçte her şeyin normal gittiğini ve hataların ülkemizden kaynaklandığı düşünülmüştür. Çünkü AB temsilcileri bir evlilik sayılabilecek bu süreçte ülkemizden birliğin kurallarına uymasını, aksi halde bu evliliğin olamayacağı belirtilmişler. Kuralları koyan taraf hep AB ve kurallara uymaya çalışan hep Türkiye olmuştur. Ülkemiz mecburiyeti olmadığı halde AB’nin gümrük birliğine girme cesaretini bile göstermiştir. Bu bile ülkemizde bir siyasi başarı olarak sunulmuş ve sonuç ülkede törenlerle karşılanmıştır.

Ülkemizin müzakere sürecine başlaması da oldukça hareketli ve görselliği ön planda bir dönem olmuştur. TOBB ve IKV’in önderliğinde Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesinin tartışılacağı 17 Aralık 2004 öncesinde 10 Ekim 2004 tarihinde Türkiye Platformu konulu büyük bir toplantı düzenlenmiştir. Brüksel’e iki uçak dolusu yaklaşık tüm sektörlerden 264 sivil toplum örgütü temsilcinden oluşan 400 kişilik bir heyet ile gidilmiş, AB’ye adeta sivil bir çıkarma yapılmıştır.

Toplantıya Başbakan ve AB’nin üst düzey yöneticileri de katılmışlardır. Ayrıca AB’deki her türlü sivil toplum örgütlerinden temsilciler katılmış ve Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini ve müzakere tarihi verilmesini destekler mahiyette konuşmalar yapmışlardır. 17 Aralık 2004 yılında Avrupa Konseyi toplantısında Türkiye ile 3 Ekim 2005 tarihinden itibaren müzakerelere başlanması kararı verilmiştir. Tabii bu kararda ülkemizde büyük coşku ile kutlanmıştır. Ankara Kızılay bir bayram yerine dönmüştür. 2012 yılına yaklaşıyoruz hala süreç devam etmektedir. Hala AB raporları ile oyalanmaya devam etmektedir.

Bugün en önemli ticaret ortağımız AB ülkeleridir. Ancak artık kabak tadı veren bu süreç Türk insanı ile alay eden bir oyuna dönüşmüştür. Öylesine ki bir zamanlar demirperde ülkelerini bile AB’ye tam üye olurken ve de o ülkelerdeki uzmanlar dahi ülkemize akıl vermeye AB uzmanı olarak gelirken bizler hala kapının önünde beklemekteyiz.  

Tabii bu arada AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barrosogeçtiğimiz günlerde verdiği bir demeçte,  Yunanistan’ın AB’ye alınmasının siyasi karar olduğu yönünde açıklama yapmıştır.  Aslında Barrosso sokaktaki insanımızın bildiği bir şeyi bize söylüyordu. AB istediğinde kriterlerini delebiliyordu. Nitekim benzer uygulamayı Kıbrıs için yapmış ve Güney Kıbrıs’ı tam üyeliğe almıştı. Romanya ve Bulgaristan’ı bugün bile birçok sorunu olmasına rağmen bağrına basmıştı.

Demokrasi ve insan hakları konusunda ideal olarak gördüğümüz AB, Yugoslavya’nın parçalanmasına göz yummuş, buradaki katliamlara bir ölçüde seyirci kalmış, sonuçta parçalanan Yugoslavya’nın yeni ülkelerini tam üyeliğe almaya başlamıştır.

Diğer taraftan bazı AB ülkeleri Arap baharı denen yağmaya ortak olurcasına bir politikanın içine girmiştir. Ülkemizdeki hukuk ve insan hakları ihlallerine göz yummuş ve bugüne kadar sesini çıkarmamış, ülkemizin bölünmesine yol açacak politika uygulamalara destek vermiş, ülkemiz aleyhine davranan terörist ve bölücü grupları demokrasi adına bir ölçüde desteklemiştir.  

Bazı AB ülkeleri topraklarında gerek ırkçılık gerekse İslam düşmanlığı konusundaki gelişmelere karşı etkin çözümler üretememiş bir yandan ülkemizdeki bölücüleri desteklerken, bir taraftan bu ülkelerde insanlarımızın yakılmasına, saldırıya uğramasına seyirci kalmıştır. AB gün olmuş, kendini hiç ilgilendirmeyen gerçekte Türk halkını katledenlerin oyunu olan ermeni sorununu engel olarak bizlere sunmakta, yakın tarihteki Cezayir’i, Paris’te katledilen ve sen nehrine atılan Cezayirlileri ve Kıbrıs’ı unutmuş görünmektedirler. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=19009427, http://www.youtube.com/watch?v=F-TRW74rQrYhttp://www.dailymotion.com/video/xhtqzb_fransa-nyn-cezayir-katliamy_news

Tabii ne olsa topluluğa girmek isteyen ülke Türkiye’dir ve anlaşmaların özet cevabı işinize gelirsedir.

Hele son yıllarda ülkemizdeki hukuk ve insan hakları ihlalleri daha da ikili davranıştır. Kendi insanlarına reva görmedikleri bir hukuk sistemini ve anayasa talebini bize önermeleri daha da üzücüdür. AB Türk insanı ile oyun oynamaktadır. Hükümetlerin icraatlarına işlerine geldiği zaman desteklemekte, işlerine gelmediğinde karşı çıkmaktadırlar. Bu durumu hükümetlerimiz de kullanmış, halka yönelik bazı uygulamalarda olası karşı çıkmalar, AB şartı denilerek kabul ettirilmeye ve olumsuz etki karşılanmaya çalışılmıştır.

AB ülkemizde gerek anayasa gerekse hukuk uygulamalarında bizlere dürüst davranmamaktadır. Ülkemizin parçalanmasına, askeri gücümüzün zayıflamasına ve yüzyıllardan beri Osmanlı Devleti sonrasında dahi yeni Türkiye’nin sınırlarına sığınan tüm ırklardan ve dinlerden insanlarımızın bir araya geldiği huzur ve barış içinde yaşadığı bu topraklarda birlik ve beraberliğinin bozulmasına yönelik siyasi yaklaşım içindedir. Halkımızın farkına vardığı bu resim siyasilerimiz tarafından da artık görülmelidir.  

AB’nin başından beri en önemli kişiliklerinden biri olan Fransa Eski Devlet Başkanı Valery Giscard d’Estaing hep Türkiye’ye karşı idi. AB’yi hep hıristiyan bir birlik ve Fransa’yı da topluluğun lider ülkesi olarak gördü. Bugün Sarkozy’nin bu yöndeki yaklaşımlarını yadırgamamak lazımdır. İkinci vatan saydığımız uğruna koca Osmanlıyı feda ettiğimiz, ordularımıza komutan yaptığımız, kalkınmaları için can verdiğimiz Almanya Başbakanı Angela Merkel Türkiye’yi istemediğini her vesile açıklamaktadır.

Tabi ki bir gerçeği artık anlamak lazımdır. Gerek Fransa’nın ve gerekse de Almanya’nın kaygısı gerçekte hıristiyan birliğin bozulması, AB ülkeleri arasındaki liderlik gücünün kendileri aleyhine zayıflaması, Türkiye’nin nüfus gücünün toplulukta etkin olası ihtimalidir. Yugoslavya’nın parçalanmasının altında yatan gerçek neden de budur.

http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=23124&l=1, http://abhaber.com/ozelhaber.php?id=11152

Bugün Türk insanının AB konusundaki yaklaşımları AB’deki gazetelerde de işlenmeye başlamıştır. Bir Newsweek dergisinde yayınlanan bir haberde Türkiye’de AB tam üyeliği destekleyenlerin sayısının azaldığını, güvenin kaybolduğunu açıklanmıştır. Bu durum Türkiye’deki AB yanlılarını üzen, fakat AB’nin Türkiye’nin üyeliğini istemeyen ülkeler için sevindirici bir haberdir.

AB’nin son raporu bu gelişmeler ışığında bir timsah gözyaşıdır. Raporda ele alınan değerlendirmeler bugüne kadar olan yaklaşımlar çerçevesinde traji komiktir. Ülkemiz için hiçbir yapıcı tarafı yoktur. Yapıcı görünen hususlarda da değerlendirmeler samimi değildir. Bu raporu doğru bulanlar da bulundukları noktadan menfaatlerine göre bakmayı bırakıp, halkın arasına inmeli, dünya ve ülke gerçeklerini iyi görmelidirler.  

http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=11393

Gerek AB siyasileri gerekse bizim siyasilerimizin artık Türk insanının AB’ye güvenmediğini, AB’nin gerçek niyetini bildiğini anlamalarıdır. Türk insana göre AB’nin ülkemizdeki adalet ve insan hakları yaklaşımlarının bir aldatmacadır.  Türkiye AB’yi bir hıristiyan topluluğu olduğunu anlamalı ve artık bu oyuna son vermelidir. Ama yeni bir yol haritası çizmeli, kendi insanlarına güvenmelidir. Ülkemiz insanın teknik ve idari kapasitesi küçümsenmemelidir. İnsan gücümüz her sorunu aşacak düzeydedir.

Eğer gerçek demokrasiyi ve anayasayı da inşa etmek istiyorsak, AB’nin penceresinden değil, darbe dönemlerinin mantığıyla baskı ile ve adalete gölge düşürerek değil, toplumunun tümünün benimsemesi ile, cumhuriyetin temel değerleri gölgesinde iktidarı ve muhalefeti ile birlikte düşünmeli ve karar vermeliyiz. Askeri ve sivili tüm insanlarımızı ve tüm değerlerimizi kucaklamalıyız.

Aksi halde gelecekte birlik ve beraberliğimizin sağlanması mümkün olmayacaktır. Zaten AB’nin de beklediği budur. AB ilerleme  raporlarına kızmaya hiç hakkımız yoktur. Türkiye için AB yolunun da sonu yoktur.

 
Toplam blog
: 416
: 790
Kayıt tarihi
: 19.02.10
 
 

Tarım, Gıda, Ormancılık, Çevre, Örgütlenme ve Proje konularında çalışmalarda bulunmaktayım. Öncel..