Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

20 Ağustos '12

 
Kategori
Blog
 

Aklıma düştünüz!

Nihayet bir rüzgar esmeğe başladı İzmir’de; nasıl özlemişim!

Erken kalktık bayram diye; oğlum uyudu kaldı…

Bedenim yorgun, içim uyumaya hiç hazır değil; üstelik kaç kadeh devirdim, saymadım!

Erken kalktık bugün dedim ya; annem hayatta diye… Bir başına koymayalım onu diye… Yoksa… Off… Anlayacağınız böyle bir ruh halindeyken, içim dualar ederken “Daha nice yıllara, bayramlara, hep birlikte” diye; ilk kez bu ezber cümlenin gerçek anlamını ta içimde hissettim.

Biraz da korkuttu beni, galiba…

Şöyle, kendi kendime bir dertleneyim dedim, müziği tutturamadım!

Tam şiir yazma halidir dedim lakin göze alamadım!

(Gözüm göz değil şekerim, gözyaşı üretmiyor doğru düzgün, normal şartlarda suni gözyaşı takviyesi istiyor, hele bir de ağladım mı, ertesi gün zindan! Ağlarken sicim gibi akıyor yaşlar, insanın aklı ermiyor! Ayol, hani gözyaşı üretmiyordu doğru-düzgün bu gözler?)

Böyle bir ruh halindeyken; yani bir yanda özlenen rüzgar, oğlum güzel rüyalarda, annem şu an için hayatta… (Allah sağlıklı, uzun ömürler versin! Hepimize, herkese…)

Şiire cesaret edemedim, lakin ille de yazmak istedim!

“Çıplak Pencere”ye yazmak istemedim; zira son yazdığım yazının bir-iki gün daha orada kalmasını tercih ettim.

Aklıma düştünüz işte o anda!

Hoş, aklıma ne ilk düşüşünüz, ne de sonuncusu olacaktır; bakmayın vakit darlığı…

Yoksa;  ilk göz ağrısını kim unutabilir?

******

İnsanlar en canları sıkıldığında en yakın bildiklerine koşarlar; böyle oldu bende de…

Bir selam vereyim, bir “Naber?” diyeyim istedim.

Huuu, yıllarımız geçti birlikte, ciğerlerimizi bildik, yaşam devam ediyor bir şekilde, sular akıyor, akan sular hepimizi peşi-sıra taşıyor; her birimiz bir nehre ulaşıyoruz, oradan da denize…

Aynı gölde dolaşan balıklarız sandık, oysa…

******

Bir “Merhaba” diyeyim istedim, tekrardan; bir “Nasılsınız?” diye sormak…

“Ben, bildiğiniz gibiyim, eski tas-eski hamam!”

Aynı kalmak fazlaca monoton, üzüleyim mi, sevineyim mi karar veremedim!

******

Bilmem kaçıncı kadehimi (Saymadım demiştim ama…) kaldırırken ilk üye olduğum zamanları hatırladım.

O vakitler bir ego yüklenmişti bana; öylesine yazdığım şeylere “şiir” diyorlardı!

Öyle de bir gaza getirmişlerdi ki; utana-sıkıla inanır oldum.

Zaman geçti, inanmakla kalmayıp, bir de internet üzerinden paylaşmaya başladım!

(O dönem tam bir yazı konusudur, çok gel-gitli olup, kısaca özetlemek mümkün değildir!) (Hele ki benim gibi uzun yazan biri tarafından!)

İbrahim Ormancı şiirlerime yorum falan yazarken bir site var dedi, milliyet blog…

Tam açılmışım, tam saçılmışım, “bir de oraya üye olayım bari” dedim.

Pıt diye üye oldum.

Üç-beş şiir gönderiyorum, o vakitler şiir kategorisi yokmuş meğer!

İbrahim diyor ki: Yazı aralarına koyuyorum şiirlerimi, sende öyle yap.

Amanin!...

O zaman adam gibi yazarım arkadaş!

Demedim tabii ki!...

Aha… Maksadım derdimi anlatmakmış; tam da o arada anladım!

Şiir falan bahane, şekerim, tek derdim fikirlerimi, duygularımı dışa vurmakmış!...

******

İşte, ne olduysa o arada oldu; düz yazı yazmaya başladım, şiirler öksüz kaldı!

Hoş; ertesi gün acısını çekeceğimi bile bile şiirler de yazdım, yüreğim göz acısını iplemedi bile, lakin gözümün yaşarmasına neden olan şeyleri pat-pat yazmak daha bir iyi geldi bana.

Yüzlerce blog yazdım, binlerce diyemeyeceğim, zira henüz “Bin” rakamına bile ulaşamadım. Oysa yıl olmuş neredeyse… Offf… Neyse… Ne yılı ne de blog sayısını önemsemedim zaten!

******

“Ne istiyorsan onu yaz kızım” dedim kendime, ne blog ne de köşe yazılarımda hiç klavye başına “Şunu yazacağım” diye oturmadım!

Parmaklarımı yüreğime ve beynime teslim ettim hep; hiçbir yazımı da bir daha geri dönüp okumadım!

Okusam var ya, hiçbir yerini beğenmez ve çöpe atardım, mutlaka!

Lakin, okumama, yani okuyamama nedenim ise çöpe atma korkusundan ziyade doğallığına halel gelmesin kaygısından da kaynaklanıyor olabilir. (Tam olarak emin değilim).

Misal, eksik harf çıkıyor yazılarımda, anlamı değiştiriyor çoğu kez, lakin bu hatalar geri dönüp de okuyamamamdan kaynaklanıyor ve neredeyse marka olmuş durumda!

Altında adım yazan bir makalede eğer ki hiç harf eksiği yoksa, biliniz ki onu yazan ben değilimdir!

******

Benden haberler aynen böyle…

Eeee, sizlerden ne haberler?

(Yalnız var ya; nasıl iyi geldi böyle yazmak! Dalgasız, parlak mavi bir denizde yüzer gibi hissettim!)

******

“Blog kategorisini” çok geç keşfetmiştim; keşfettiğim andan itibaren ağzım açık kalmıştı!

Hoş, şaşkın biriyim, ana sayfaya girmeyi bile ne kadar zaman sonra akıl etmiştim!

Yazılarımı giriyordum, çıktı mı, çıktı!

“Enler” bölümü varmış, falan…

Blog kategorisini keşfettikten sonra, keşfedip de oku Allah-okuduktan sonra ayırtına vardım!

******

Çok fırtınalar kopmuştu, ille de anlamam gerektiğine kanaat getirmiştim, sanki bilmezsem eksilirmişim gibi hissetmiştim!

Epey bir mesai harcamıştım anlamak için; kim neyi neden yazmış, ne tetiklemiş falan?

İlk başta pek eğlenceliydi, lakin sonradan durum değişmeye başlamıştı!

Garip bir ikilem içinde bulmaya başlamıştım kendimi: İşte o zaman karar verdim!

Amacın kendini ifade etmek, kendi düşünce ve duygularını ortaya koymaksa eğer, bu yolda devam et!

******

Çok mesajlar aldım, “Yayınlamayın, size özel” diye başlayan, “Böyle yap, şöyle yapma” diyenler de çok oldu; “Bilmem kim neler yaptı, biliyor musun?” diye başlık atılan…

İnsan işte, merak edip okuyor; okudum, ne yalan!

Hangi birine güvendin derseniz?

Hiç birine!

Kendi mantık ve yürek süzgecimden geçmesi gerekir bir bilginin; empoze edilmesine dayanamam, bu bir, bilemediğim bir konuda ahkam kesemem, bu iki; İnsan faktörü söz konusuysa her türlü insani davranışa anlayış gösteririm, üç!

******

Ruh halim yazdıkça sağaldı, hatta neredeyse “Ego” yapmaya başlayacağım, yani…

“Ego” mudur, yoksa “Tecrübe” midir, vallaha şu an test edemeyeceğim, malum, şerefinize kaldırılan kadehler var burada; lakin: Benzer amaçlarla, üç aşağı- beş yukarı, buradayız.

Biz bizi gayet iyi anlarız!

Hedeflerimiz farklı olsa dahi ortak bir paydamız ille ki vardır!...

******

Bir “Merhaba” diyecektim, bir “Naber”, azıcık içimi boşaltacaktım, fazla oldu, hep olduğunca…

Eee, sonuçta bir anlamda “Kendini sağaltma yeri” değil midir?

Tepe tepe kullanıyoruz!

 

http://twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara