Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '14

 
Kategori
Deneme
 

Anadolu Köy Pazarı: -İznik-

Tarihi kent İznik, bereketli Yenişehir ve Pamuk Ovaları'nın ortasında, adını verip karşılığında hayat bulduğu gölüyle beraber kendi halinde bir kasabadır.  Sessizdir, sakindir...

Çarşamba günleri hariç!

İznik'in ve diğer komşu kentlerin köylerinden, kasabalarından gelen köylüler ve gezici pazar esnafı her çarşamba olduğu gibi bugün de İznik pazarındaki yerlerini almışlar. Kimi kendi yetiştirdiği zerzevatı, kimi elde yaptığı köy peynirini, tarhanasını, salçasını, kimi bağından özenle hasat ettiği üzümü, kimisi meyvasını ve tabi en çok da zeytinini ve kendi sızdırdığı zeytinyağını pazardaki tezgahlarına dizmişler, müşterlerini beklemeye başlamışlar.

Yöresel kıyafetler içindeki yaşlı teyzeler, tatlı dilleriyle müşterilerini karşılar ve el emeklerini satıp, küçük rızıklarını çıkarmaya bakarlar bu pazarda. Tabi Anadolu'nun birçok kasabasında olduğu gibi...Burası İznik ama siz doğduğunuz kasabaları yada anne-babanızın memleketlerini de düşleyebilirsiniz....

İznik pazarında dolaşırken insan kaptırır kendini ve tezgahta gördüğü tarhananın yapıldığı köy evinin bahçesinde, salçanın kaynatıldığı ocakta, zeytinin turşusunun kurulduğu kilerde hisseder bir an...Ya da hiç uzakta olmayan zeytinliklerin gölgesinde...

Pazardaki esnafın yöresel oluşu, ürünlerin yerli olması, birçoğunun el yapımı olması ve İstanbul'daki kabzımal uzantısı, kadına kıza laf atan, kenar mahallenin bitirim esnafı tiplerin buralarda olmaması pazarın samimiyetini ve hararetini artırır. Tezgahtaki ürünü seçme özgürlüğü ise müşteriyi cezbeder! Tabi pazarlık! Eliyle yoğurduğu tarhanayı satarken yaşlı Anadolu kadını hiç de insafsız değildir! İstesen belki hayrına, bedava doldurur kendi elleriyle filene...  Ama emek var! İnsan düşünür o an ve bu yaşta emek edip ürün çıkaran insanlara saygı duyar! Al satçı değildir çünki onlar. Üretir ve satar! Üç kuruşluk ot alırsın, parayı tezgahın üzerine koyarsın ve "helali hoş olsun" dersin gönlünden koparak!

İri iri müşküle üzümleri, çavuş üzümleri, kara kara salkım salkım tezgahlarda dizili dururlar. Kim bilir hangi dağın suyundan, havasından almış besini. Hangi arılar onlardan bal yapmışlar, insan o an düşünmez tabi bunları. Gelişi güzel sorarsın "üzümler yerli mi?" Cevabı bilirsin ama iş olsun işte! "Kendi bağımızdan evladım, önce bi yi de dadına bi bak!"

Paketlenmiş, ambalajlanmış hayatlarımızın yine paket içindeki gıdalarını bir düşünün; herşey pakette! Süt, yoğurt, peynir, zeytin, salça, turşu, tarhana, zeytinyağı, ceviz, reçel, erişte, yumurta, tereyağ, kuruyemiş, kekik, meyveler, sebzeler ve daha neler neler..! Su da öyle maalesef! Öyle ya artık bedava su kalmadı, olanlar da pet şişede, istersen içme!

Bir de şu pazardaki tezgahlara bakın. Organik diye dile dolanmış gidiyor bir kelime! Yani benim anladığım organik besin, hammaddesi doğa olan ve üretiminde doğadışı hiçbir materyalin kullanılmamış olduğu besin! İstanbul ve diğer metropoller de bulmak mesele, bulan da zaten aylık maaşının yarısını  feda etmek zorunda! Ama organikler burada, bu tezgahta işte! Herşey el yapımı ve yılların kazandırdığı birikim ile üretilmiş. Ateşi bile doğal yakılmış şu kıpkırmızı biber salçasının, gerisini siz düşünün! Öyle ambalajın üzerinde yazar ya çok marifetmiş gibi hani; "üretiminde son teknoloji kullanılmıştır" diye, yok kardeşim kalsın senin son teknolojin, bana 50'li 60'lı yılların geleneksel üretimi lazım! Öyle ya! Bir hastalıklar salgınıdır gidiyor dünyada. Modern tıptan önce dünyada kırımlara sebep olan viral hastalıkların çarelerini bulmuş olan insanoğlu, şimdi modern hastalıklarla uğraşıyor. Bu hastalıklar viral değil ama sinsice günden güne insanlığı sarıp sarmalıyor.

Neden?

Neden olacak; sağlıksız beslenme, artan nüfusu doyurmak için üretimde olağanüstü ve doğadışı hammaddenin ve tekniklerin kullanılması, hızlı yemek için, aylar önce üretilmiş ve dondurulmuş besinlerin bir anda tabağa konması ve tabi bol para kazanmak! Sonuç; doktorların ve eczacıların daha yapacakları çok iş, muayene edecekleri çok hastaları olacak...

Neyse! Nerelere geldik İznik pazarından?..

Uzatmadan, kısa bir hikaye ile bağlayalım yazıyı...

Pazar tezgahına gelişigüzel yığılmış mantarlar hiç de tanıdık gelmiyor tarihi İznik çarşısını gezen Yabancı bayana! Tezgahın arkasında oturmuş yaşlı teyzeye dönerek;

- Teyze ne mantarı bunlar böyle? Zehirli olmasın sakın? Sanki ilk defa satılıyormuş gibi soruyor. Hoş, kendisi ilk defa alacak ama...

- Yok gızım, olur mu öyle hiç! Biz hep yeriz bunu! Ganlıce mantarıdır bu, etten üstündür...

- Ay alsam mı acaba? Hiç de bilmiyorum bunu, yemedim ki! Alışmışız kültür mantarına valla.

- Gızım bunu alcen, üstüne birez duz serpecen, ateşin üstüne atıp, duzuyla beraber et gibi yiyecen! Deyme dadına bak! İstersen yağda kavurup da yiyebilirsin...

- Eh! Tart bakalım bi pişirimlik, deneyelim.

Yaşlı teyze çam ormanından topladığı mantarlardan birazını teraziye koyup tarttıktan sonra, yabancı kadına dönerek;

- Gızım siz alışmışınız hormonlu yimeye ama bunu yedikten sonra hep bu pazar gelcek aklına, keşke birez fazla aleydim diyecen, unutma!..

 

 
Toplam blog
: 34
: 10895
Kayıt tarihi
: 14.05.14
 
 

Kamu yönetimi ve sosyoloji öğrenimi... Tarih bölümüyle devam eden öğrencilik... Siyasetbilim, top..