- Kategori
- Eğitim
Üniversitelerimiz ve Köy Enstitülerimiz

Zor yılların eğitim neferleri, Enstitülüler...
Türkiye, eğitim sistemini bir türlü oturtamamış olmaktan kurtulamıyor maalesef. Öyle ki hep aynı adamın yönettiği son 12 yılda bile en çok bakan değiştirilen bakanlık Milli Eğitim Bakanlığı olmuştur. Hal-i hazırdaki 4. bakandır.
Eğitimdeki istikrarsızlık beraberinde kalitenin de düşmesini getirmektedir. Fiziki yetersizlik, personel eksikliği, nitelikli personelin yetiştirilmesindeki problemler, müfredat çıkmazı, eğitim gereçleri eksikliği, derslik sayısının yetersizliği ve en önemlisi de eğitime verilen önemin hem devlet nazarında hem de birey nazarında düşük olması gibi etmenler eğitimin niteliğini menfi yönde etkilemektedir.
Bu yazıda ülkemizde uygulanmış en olumlu, en çağdaş, en optimal ve çağın gereklerini karşılayan en iyi eğitim kurumlarından olan Köy Enstitüleri ile günümüzün yamalı bohça gibi delik deşik, adeta kevgire dönmüş eğitim kurumlarını karşılaştıracağım.
Köy Enstitüleri; bünyesindeki her öğrenciye pratik ve teorik eğitim vermekteydi. Öğrenciler hem ileri seviyede okumaya ve yazmaya tabi kılınıyor hem de ziraat işleri, veterinerlik işleri, yapı ustalığı gibi pratik gündelik bilgileri öğreniyorlardı. Öyle ki tabak, çanak, kaşık gibi aletleri bile öğrenciler kendileri yapıyorlardı. Bunun yanında, Enstitülü öğrencilerin öğrenim görecekleri binaları ve yurtlukları, hayvan damlarını ve kümesleri temelden inşa ettikleri de bilinmektedir. Yine zırai faaliyetleri tatbik ederek, ekip-biçme, fidan dikimi ve aşılaması, un ve ekmek üretimi, meyve ve sebze yetiştirilmesi gibi köy ekonomisinin bel kemiğini oluşturan işleri öğrenmekteydiler. Hayvan yetiştiriciliği, veteriner gibi hayvan sağaltımı hizmetleri, kümes hayvancılığı, süt ve süt ürünleri üretimi ve arıcılık faaliyetleri de öğrencilere kazandırılan diğer köy ekonomisi faaliyetlerindendi. Kısaca bu eğitime "iş için, iş içinde eğitim
adı veriliyordu.Modern üniversiteler; zaman olarak daha çağdaş, daha blimsel, daha ileride olması gereken bu kurumlar maalesef istenilen düzeye erişememişlerdir. Bu okullar, belli başlı birtakım bölümler haricinde, pratik eğitimden uzak, kalıplaşmış teorik eğitim vermekten öteye gidememişlerdir. Hukuk fakültelerinde bile "ders mahkemeleri" kurulmadan dersler sadece mevzuat üzerinden verilmektedir. Kaldi ki verilen derslerin içerikleri de tartışmalıdır. Müfredatın dışına çıkılamadan verilen dersler ve hocaların üzerindeki çeşitli baskılar nedeniyle derslerin özgünlüğü ve özgürlüğü kısıtlanmış haldedir. Bu üniversitelerden mezun olmuş öğrenciler mezuniyet sonrası sudan çıkmış balığa dönmektedirler. Çünki aldıkları eğitim maalesef gerçek hayatta pek bir işe yaramamaktadır.
Köy Enstitüleri; asli görevi öğretmen / eğitimci yetiştirmek olan okullardı. Buradan mezun olan öğrenciler Anadolu'nun ücra köylerine dağılarak, eğitimin gitmediği halka hizmet etmeye memur kılınıyordu. Ancak sadece öğretmenlik değil; ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk gibi köy hayatında önem arz eden görevleri de üstleniyorlardı. Kısaca gittikleri köyün eli-ayağı oluyorlardı adeta!
Modern üniversiteler;
mezun verdikleri öğretmen adaylarına tatbiki hiçbir ders vermiyorlar. Örneğin bir "tarih öğretmenliği bölümü" öğrencisi Çanakkale Savaş alanına, Hititlerin ören yerini yada İstanbuldaki Osmanlı eserlerini yerinde göremeden derslerini tamamlayıp mezun olmaktadırlar. Ya da bir coğrafyacı saha derleri yapmadan öğretmen olabilmektedir.Köy Enstitüleri; öğrencilerini sanatsal yönden de ileri bir eğitime tabi tutmaktaydı. Dünya Klasikleri her öğrencinin okuması gereken eserler bütünüydü. Dönüşümlü olarak öğrenciler bu kitapları okuyor ve birbirleri arasında takas ediyorlardı. Bunların içindeki tiyatro eserlerini sahneleme gibi uğraşlarda mevcuttu bu okullarda. Bunun yanısıra her öğrenci bir nüzik enstrümanı çalmakla mükellefti. Ozellikle taşıma kolaylığı nedeniyle mondolin en sık çalınan aletti. Aşık Veysel, Enstitüleri gezerek öğrencilere bağlama dersleri vermiştir. Tüm bunların sonucu yetişen öğretmen adayı çalmayı bildiği enstrümanı gittiği köydeki öğrencilere de öğretme şansı bulabilmiştir. Yani Enstitülerde sanat da önemli bir yere sahipti.
Modern üniversiteler;
-güzel sanatlar fakülteleri hariç- sanatsal açıdan öğrenciye hiçbirşey vermemektedirler. Lise düzeyinde verilen bir takım dersler hariç öğrencinin sanatsal yeteneğini keşfedebilecek hiçbir eğitim gereği uygulanmamaktadır. Örneğin -adeta doğuştan- çok iyi birer çalgıcı ve dansçı olan Roman çocukları, okula gitmedikleri için bu yeteneklerini sadece kendi aralarında veya alalade ortamlarda gösterebiliyorlar ve keşfedilemiyorlar. Yine kitap okuma ve okutma konusundaki eksiğimiz edebiyat alanında kendini göstermektedir. Modern ve plastik sanatlar da halen istenilen seviyeye ulaşamamış durumdayız.Köy Enstitüleri köylere yakın yerlerde, ülkenin coğrafi durumu gözönüne alınarak, ihityaç duyulan sayıda açılmıştır. Bu nedenle eğitim kalitesini koruyabilmişlerdir. Şimdiki üniversitelere ve fakültelere baktığımızda, hiç ihtiyaç duyulmasa bile her şehirde ve her kasabada dağ başında kulübe inşa eder gibi, eğitim kalitesi ayaklar altında ve kuru bir binadan ibaret eğitim kurumları olduklarını görüyoruz. S
Aslında kıyaslama yapmak ne kadar doğru blmiyorum ama günümüzdeki niteliksiz eğitime bakınca, eğitim verdikleri 15 yıl boyunca Köy Enstitüleri'nin ülkeye kazandırdıkları daha iyi anlaşılabilir. Zor şartlarda ve zor bir zamanda ülkenin gerekleri de göz önüne alınarak açılan Enstitüler, eğitim sistemimizin yüzakı olmuş kurumlarıdır. Ancak ne yazık ki Enstitülü öğretmenler, sağcı iktidarların gazabına uğramış ve köyden köye sürülmüşlerdir. Takdir ve taltif edilmesi gereken bu eğitim ordusu, Cumhuriyet'in ücra köylerinde adeta meşale olmuşlardı. Gittikleri köylere dirlik ve ışık getirmişler, gericiliğe, yobazlığa, bağnazlığa karşı aydınlığı, bilimselliği ve Atatürkçülüğü yeşertmişlerdi. İşte sağcı iktidarlar bu nedenle onları komünistlikle suçlamışlardır. Bu suçlamalar ABD'ye kadar duyulmuş ve Marshall Yardımı alan Türkiye'nin ABD'den "Sovyet tipi model" olarak gösterilen bu okulların kapatılması teklifi geri çevrilememiştir.
Sonuçta Enstitüler doğru zamanda, doğru bir sistemle ve doğru adamlarla
eğitim verdikleri için başarılı olmuşlardır. Bu adamları anmadan yazıyı bitirmek olmaz!Hasan Ali Yücel; dönemin Milli Eğitim Bakanı ve Enstitülerin kurucularındandır. Dünya Klasiklerini Türkçe'ye kazandırmış aydın bir politikacı ve eğitimcidir.
İsmail Hakkı Tonguç; dönemin İlköğretim Genel Müdürüdür. Enstitülerin her aşamasında görev almış bir eğitimcidir. Enstitüler Tonguç'a çok şey borçludur.