Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '14

 
Kategori
Felsefe
 

Aramak ve bulmak üzerine...

Aramak ve bulmak üzerine...
 

Görsel: www.sevgiliyehediyeler.com


Aramak deyince; ilk bakışda, aranan şeylerin niteliğine -ve sayısına- uygun olarak en yakınımızdan, mahallemizden tüm yeryüzüne hatta uzayın sonsuzluklarına ve oradan geri dönüp kendi içimize bakmaya kadar uzanan çok geniş bir menzil canlanır zihnimde. Hele de günümüzde....

Enformasyon ve iletişim teknolojisindeki hızlı gelişmeler sonucu... 'Sanal olan'ı da eklerseniz ufuk ötesi bir menzil! Eğer dizginleriniz tutmuyorsa, isteklerimizin, arzularımızın kışkırtılmış ivmesiyle eldekilerden çok havadakilere de yönelme, o ölçüdede 'gerçek olan'dan uzaklaşıp daha çok 'uzak', 'soyut' ve 'hayalî olanlara' değin uzanan açık uçlu bir eylem olarak aramak...

Öte yandan, 'hayatı' kavramlaştırma olanağımız var. Onu, üzerinde düşünürken, tüketemiyoruz. Hep açık uçlu. Bir anlamıyla sonsuz. Kendisi kavramları taşıyor. Evrendeki oluşumun, enerjinin, canlılığın yaşantılarımıza (tecrübelerimize) ulaşan bir biçimi. Çağımız bu çok hızlı değişen, bize binbir yüzüyie görünen hayatı yorumlama, anlama çabalarıyla dolu. Sonsuz a uzanan bir menzil... İşte bu menzil içinde ancak 'arayarak' yol alınabilir belki de...

Bulduklarımız deyince de; artık o sonsuz, uzak ve soyut hayâl alemini arkada bırakıp fiziki varlığı, ruhsal özellikleri ile 'somut', çekiciliği kadar sorunları da gerçek olan karşılaştıklarımız gelir akla. Bu çerçevede onları çözme, aşma ya da yeniden şekillendirme anlamında mücadele, direnç, azim gerektiren bir varlık alanı ve onunla ilişkiler de ... (*)

Hangisi daha elzem?

Aramak mı daha elzem yoksa bulmak mı? Aranılanlar mı daha güzel, yoksa bulduklarımız mı?

Uzak, soyut olan ve hayâl okyanusunda yüzenler mi, yoksa gerçek olanlar mı?

Sürekli seçimler yapabileceğini sandığın yalçın bir tepede tek başına olmak mı, yoksa sonuçlarına gönüllüce katlanmak üzere yaptığımız seçimlerin olası ve doğal sorunları mı?

Ya uyum? Hem de tüm çaba ve mücadelelere rağmen... Garantisi var mı? Neyin var ki?

Ya bilineni aramak?

Bunlar 'yeni olan'ı, 'bilinmeyen' ve henüz 'karşılaşılmamış' olanı ararken akla gelenler, hissedilenler...

Ya bulup da kaybettiğini aramak?

Aklını başına, ruhunu da özüne devşirip kişisel dersler çıkararak önceki öz(n)el seçimlerinin yeniden peşine düşmek. Bu öz eleştirinin gücünü de içinde taşıyan sağlıklı bir boyut. Ya yorulup, sıkılıp tükenerek terkedip gideni yarı hastalıklı bir 'tutku' ile yeniden aramak? İşte bu da sağlıksız boyut!

Aslında var olduğu bilinen de kolay kolay yok olmaz ki!

Bazen aramaktan vazgeçtiğin zaman bulursun, bazen de asıl sevdiğinin aramak olduğunu düşünürsün...

Ne sevindim bulduğuma ne de şaşırdım,

Belki de orada, olduğunu sandığın yerde bulursun aradığını. Gizli amaç aramaya devam etmekse, ne olup bittiğine, ne söylendiğine aldırmaz ve devam edersin aramaya. Bulabilirsin de! Hem de bazen en yakınında, en içerde, en bilinen yerde...

Bulmak için aramak, aramak için neyi, nerede aradığını bilmek gerek;

Ne aradığını bilmek de yetmez bazen, nerede arayacağını da bilmeli insan.

Mevlânâ'ya göre; "Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, aramamak demektir". Kendisi de, Mesnevî'nin baş kısmında bu anlamda dert yanar;" Herkes, kendi sanısına göre bana yâr oldu. Ama sırlarımı içimden arayan olmadı."

Aslında ararken yaptığımız seçimlerle kendimizi de mi ararız diyen soran yanımız hep canlıdır yaşam boyunca. Aramaya inanmak ve asla yılmamak da yaşama azmi ve sevinci için oldukça önemli... Bu anlamda 'aramak' ile 'umut'un mutlak bir akrabalığı, hatta kardeşliği de söz konusu olsa gerek! 'Beklemek' edilgin, 'aramak' ise etkin, çalışkan bir kardeş gibi. Zîra bu kardeşliğin ve yolculuğun da sanki bir sonu yok! Büyük felsefi deha, özlü söz ustası Ömer Hayyam'a " Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik / Yada bu yolun ucunu bir görebilseydik/ O umut da yok, bu umutta da yok/ Hiç değilse;/ Otlar gibi kesilip yeniden sürebilseydik..." dedirten de acaba bu yoğun arama serüveninin yoruculuğu mu? Peki, onca yorulmak niye?

Akıllı, sağlıklı, sağduyulu ve tedbirli bir irade ile aramak galiba en iyisi. Ama bir yandan yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik ve kültürel düzey, kişisel özellikler derken oluşan seçme özgürlüğüne yönelik kısıtlar, diğer yandan yaşamın o biteviye ezberi ve hızlı günlük akışı içinde rastlantıların ritmik salınımı bunu ne kadar olanaklı kılabiliyor ki?

Ararken kendine de rastlarsın ama her kendini bulduğunu sandığın an, çoğu kez yeni bir yolcuğun başlangıcı olacaktır. Çünkü aradığımız benliğimizi bulduğunuz an, biz artık o eski biz değilizdir. Ondan daha fazla birşey haline gelmişizdir. Bu durum yeni 'ben'inizi de aramanızı gerektirir. Bir tür diyalektik taşır içinde bu eylem. Yolculuk hep sürer gider... ( Bu boyuta en uygun efsane: 'Simurg (Otuz kuş) Efsanesi'dir. Bkz. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=163274 Blognot (1)

Aslında ararken,

Hakikati arıyoruz. Ödünsüz bir tavırla ve asla yorulmadan... Hakikat neyse onu... Kavramlarla çıktığımız yolculukta hedefimiz hakikat arayışıdır. Araştırmasıdır. Bu araştırmada dürüst bir tavırla "açık"lığı arıyoruz. Anlaşılır olmaya çabalıyoruz. Kavramlarımızı açık bir zihin ve ruh haliyle inceleyip, bulandırmamaya uğraşıyoruz... Ve süreç boyunca b izlerle birlikte araştıranlara, hakikate, topluma, dünyaya karşı sorumluyuz. Dünyadaki haksızlıktan, baskılardan, kurulmuş egemenlik çemberlerinden uzakta değiliz. 

Şöyle ya da böyle, kendi yazgısını kendi biçimlendirmeyi ilke edinen kişilerin temel eylem alanı gibidir aramak. Ya da bir yanı(lgı)yla; "nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir" diyerek "ben"i bulmaya gitmek.

O'n da kendi içindeki 'ben'i de bulana dek! Çünkü 'iç dünyamız' da bu 'fiziki dünyaya' dahildir!

Uzun sözün kısası, ne istediğini ve nerede bulabileceğini bildikten sonra aramak da güzeldir bulmak da diyelim. Olabildiğince...

(*) Bu yazı da UMAG (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı). Yazma Seminer'inde bilge ve nüktedan derviş filozof  Prof. Ahmet İnam tarafından verilen " Yaşamda aramak, arayıcı olmak nasıl bir şeydir? İyi midir yoksa kötü mü? ", bu konuda düşünün ve yazın önerisi ile gelen bir ödev çerçevesinde kaleme alınıştır.

İ. Ersin KABAOĞLU,

2 Temmuz 2014, Ankara 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..