Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '10

 
Kategori
Siyaset
 

Aristokrasi – Burjuvazi ve Anayasa

Aristokrasi – Burjuvazi ve Anayasa
 

Evet mi? Hayır mı?


Aristokrasi ekonomik, toplumsal ve siyasi gücün imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu siyasi hükümet şekli olarak tanımlanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan bir Cumhuriyet olmamız hasebiyle başlangıcı 1299 yılından alırsak toplumumuzun aristokrat sınıfını, aristokrasinin tanımı gereği, Osmanlı Hanedanı’nın temsil ettiğini görürüz. Cumhuriyet’in ilanı ve dolayısıyla hanedanın kaldırılması ile birlikte toplumumuzda bugün tanıma uygun bir aristokrat sınıfı kalmamıştır. İyi mi olmuştur, kötü mü olmuştur, burada tartışacak değilim. Tartışılmamalıdır da demiyorum. Belki bir başka yazıya konu olabilir. Şimdilik sadece bir tespitte bulunmak yeterli olacaktır. O da şudur ki Cumhuriyet ile birlikte ortadan kaldırılan aristokrat sınıfın yeri zamanla bürokrasi tarafından doldurulmuştur. Aristokratların olmadığı bir toplum yapısı özümlenememiş ve bürokratlar bu boşluktan yararlanmışlardır. Cumhuriyet tarihimiz bürokratını aşamayan bakanlar, iktidara soyunan askerler, bunları destekleyen akademisyenler görmüştür.

Günümüzde halen atanan validen daha az yetkiye sahip seçilmiş belediye başkanlarımız vardır. Devlet protokolünde atanmışlar seçilmişlerin önünde olabilmektedir. Toplumsal ve siyasi güç zamanla bir şekilde elde edilmiştir ama aristokrasinin tanımında vurgulanan soya bağlı imtiyaz durumu süreklilik gerektirdiği ve buna karşın ortada bir soy bağı olmadığı için maalesef bu süreklilik demokrasi dışı farklı örgütlenmelerle sağlanmaya çalışılmıştır. Bürokrat sınıfa zaman içinde gazeteci, iş adamı vs. tayfanın dâhil olması da bunun en açık kanıtıdır. Oysa Cumhuriyet Hanedanı asla, kendi aristokrat sınıfını yaratmak için kaldırmamıştır. Dolayısıyla, “anayasa değişikliği bu soruna çare olacak mıdır?” sorusundan önce aklımıza öncelikle “bu sorunun ortaya çıkmasında ve sürmesinde mevcut ve önceki anayasalar ne kadar etkindir?”sorusu gelmelidir. Demek oluyor ki tıpkı İngiltere’de olduğu gibi, ya tanımına uygun gerçek bir aristokrat sınıfınız olacak ve çağınızın şartlarına uygun olarak bunu sisteme entegre edeceksiniz, ya da tıpkı Fransa’da olduğu gibi benim artık aristokrat bir sınıfım ve herhangi bir türevi yoktur diyeceksiniz. Kimse de durumdan üzerine vazife çıkarmayacak.

Sosyal statüsünü ve gücünü, eğitiminden, işveren konumundan ve zenginliğinden alan şehirli kişilerin oluşturduğu sosyal sınıf olarak tanımlanan burjuvazi de başlangıcı yine 1299’dan alırsak, toplumumuzda 50’li yıllara kadar hiç oluşmamıştır. Belki gücünü zenginliğinden alan insanımız olmuştur ancak bu durum gerçek bir burjuva sınıfının oluşması için yeterli değildir. Gücünü zenginliğinden alan insanımızda eksik kalan eğitim ve istihdam yaratma düzeyidir. Şehirli ve işveren olma özelliği de yoktur. Yapı tipik feodalizmdir ve dolayısıyla tarımsal üretim kapsamında toprak ağalığına dayanır. Bugün artık bilinmektedir ki sanayileşmeden (unutulmamalıdır ki günümüzde artık tarım da turizm de sanayileşmiştir) yeterli istihdam kapasitesi yaratamazsınız ve dolayısıyla şehirleşemezsiniz ve sonuçta da burjuva sınıfınız oluşmaz. Gerekli istihdam düzeyinin devlet eliyle yaratılamayacağı, özel sektörün başka bir ifadeyle, girişimcilerin teşvik edilmesi gerektiği günümüzde artık su götürmez bir gerçektir. Burjuva sınıfının yaratılması, geliştirilmesi, teşvik edilmesi toplum açısından zararlı bir politika değildir. Önemli olan refahın adil dağıtılması ve insan haklarına yönelik uygulamalarda gelişimin sağlanmasıdır ki devletin asıl işlevi de bu noktada ortaya çıkmaktadır. Devlet bu noktada ağırlıklı olarak düzenleyici ve denetleyici rol üstlenmek zorundadır. Burjuva sınıfının oluşturulması ve geliştirilmesi hususunda en önemli adımlar rahmetli Menderes, Demirel, rahmetli Özal ve Erdoğan döneminde atılmıştır. Artmaya başlayan refahın topluma yayılması konusunda da en önemli sorunlar doğal olarak, yine bu dönemlerde ortaya çıkmıştır. Ancak kabul etmek gerekir ki bugün gelişmiş batı ekonomileri de aynı süreçten geçmiştir. Burjuva sınıfının oluşturulması sürecinde bu tür sorunların yaşanması doğaldır. Zira burjuva sınıfının gelişimini tamamlamadan toplumun, özellikle de proletaryanın refahını yeterli düzeye ulaştırmak mümkün değildir.

Bununla birlikte, süreç işlerken çözüm için baskılar da artmakta ve sorun törpülenerek zamanla sıfırlanmaya çalışılmaktadır. Sorun kronikleşmeden nihayette amaca ulaşılmaktadır. Dikkat edilirse burjuva sınıfını ve dolayısıyla üretim ve istihdamı artırıcı politikaların en önemli uygulamaları Demirel ve rahmetli Özal tarafından darbe anayasaları yürürlükteyken yapılmıştır. Erdoğan için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Ancak gelir dağılımında ve dolayısıyla refahın yayılmasında halen büyük sorunlar vardır. Demek oluyor ki aş-iş sorunları direkt olarak anayasalar ile çözülemiyor. Önce doğru politikalar üretip uygulayacaksınız ki hiç bir anayasa buna engel teşkil etmez, yarattığınız artı değeri de bilahare adilane paylaştıracaksınız. Bunun için de pazarlık gücü az olanın elini güçlendirmeniz ve bunun için ona sürekli olarak bazı yeni haklar tanımanız gerekecektir. Anayasalar işte tam da bu noktada önem kazanır. O zaman da doğal olarak insanın aklına hemen şu soru geliyor; “Mevcut anayasa insanımıza bu imkânı ne kadar sağlıyor, halkoyuna sunulmayı bekleyen taslağı ne kadar?” Eğer taslağı okuduysanız ve de eğer objektifseniz, taslaktaki iyileştirmeleri görmemezlikten gelemezsiniz. Peki, proletarya – anayasa ilişkisi? O da gelecek yazıya kalsın.
 
Toplam blog
: 6
: 1142
Kayıt tarihi
: 23.07.10
 
 

İşletme lisans ve yüksek lisans eğitimimin ardından denetim ve bankacılık sektöründe çalışmaya başla..