- Kategori
- Siyaset
Aristokrasi – Burjuvazi ve Anayasa

Evet mi? Hayır mı?
Aristokrasi ekonomik, toplumsal ve siyasi gücün imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu siyasi hükümet şekli olarak tanımlanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan bir Cumhuriyet olmamız hasebiyle başlangıcı 1299 yılından alırsak toplumumuzun aristokrat sınıfını, aristokrasinin tanımı gereği, Osmanlı Hanedanı’nın temsil ettiğini görürüz. Cumhuriyet’in ilanı ve dolayısıyla hanedanın kaldırılması ile birlikte toplumumuzda bugün tanıma uygun bir aristokrat sınıfı kalmamıştır. İyi mi olmuştur, kötü mü olmuştur, burada tartışacak değilim. Tartışılmamalıdır da demiyorum. Belki bir başka yazıya konu olabilir. Şimdilik sadece bir tespitte bulunmak yeterli olacaktır. O da şudur ki Cumhuriyet ile birlikte ortadan kaldırılan aristokrat sınıfın yeri zamanla bürokrasi tarafından doldurulmuştur. Aristokratların olmadığı bir toplum yapısı özümlenememiş ve bürokratlar bu boşluktan yararlanmışlardır. Cumhuriyet tarihimiz bürokratını aşamayan bakanlar, iktidara soyunan askerler, bunları destekleyen akademisyenler görmüştür.
Günümüzde halen atanan validen daha az yetkiye sahip seçilmiş belediye başkanlarımız vardır. Devlet protokolünde atanmışlar seçilmişlerin önünde olabilmektedir. Toplumsal ve siyasi güç zamanla bir şekilde elde edilmiştir ama aristokrasinin tanımında vurgulanan soya bağlı imtiyaz durumu süreklilik gerektirdiği ve buna karşın ortada bir soy bağı olmadığı için maalesef bu süreklilik demokrasi dışı farklı örgütlenmelerle sağlanmaya çalışılmıştır. Bürokrat sınıfa zaman içinde gazeteci, iş adamı vs. tayfanın dâhil olması da bunun en açık kanıtıdır. Oysa Cumhuriyet Hanedanı asla, kendi aristokrat sınıfını yaratmak için kaldırmamıştır. Dolayısıyla, “anayasa değişikliği bu soruna çare olacak mıdır?” sorusundan önce aklımıza öncelikle “bu sorunun ortaya çıkmasında ve sürmesinde mevcut ve önceki anayasalar ne kadar etkindir?”sorusu gelmelidir. Demek oluyor ki tıpkı İngiltere’de olduğu gibi, ya tanımına uygun gerçek bir aristokrat sınıfınız olacak ve çağınızın şartlarına uygun olarak bunu sisteme entegre edeceksiniz, ya da tıpkı Fransa’da olduğu gibi benim artık aristokrat bir sınıfım ve herhangi bir türevi yoktur diyeceksiniz. Kimse de durumdan üzerine vazife çıkarmayacak.
Bununla birlikte, süreç işlerken çözüm için baskılar da artmakta ve sorun törpülenerek zamanla sıfırlanmaya çalışılmaktadır. Sorun kronikleşmeden nihayette amaca ulaşılmaktadır. Dikkat edilirse burjuva sınıfını ve dolayısıyla üretim ve istihdamı artırıcı politikaların en önemli uygulamaları Demirel ve rahmetli Özal tarafından darbe anayasaları yürürlükteyken yapılmıştır. Erdoğan için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Ancak gelir dağılımında ve dolayısıyla refahın yayılmasında halen büyük sorunlar vardır. Demek oluyor ki aş-iş sorunları direkt olarak anayasalar ile çözülemiyor. Önce doğru politikalar üretip uygulayacaksınız ki hiç bir anayasa buna engel teşkil etmez, yarattığınız artı değeri de bilahare adilane paylaştıracaksınız. Bunun için de pazarlık gücü az olanın elini güçlendirmeniz ve bunun için ona sürekli olarak bazı yeni haklar tanımanız gerekecektir. Anayasalar işte tam da bu noktada önem kazanır. O zaman da doğal olarak insanın aklına hemen şu soru geliyor; “Mevcut anayasa insanımıza bu imkânı ne kadar sağlıyor, halkoyuna sunulmayı bekleyen taslağı ne kadar?” Eğer taslağı okuduysanız ve de eğer objektifseniz, taslaktaki iyileştirmeleri görmemezlikten gelemezsiniz. Peki, proletarya – anayasa ilişkisi? O da gelecek yazıya kalsın.