Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk, baba ve kadın

Aşk, baba ve kadın
 

matruşka hayat


Kafam karmakarışıktı. Olmaz olmuyor olmayacak kaygılarının arasında kaybetmiştim duygularımı. Beynim sürekli, neden olamayacağını sıralayıp duruyordu. Sürekli vazgeçiyor şimdiki bakış açımla güvenli bir uzaklığa çekilmek, ancak oradan, uzaktan sevebilmek istiyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum, çünkü bu arzuyu, tutkuyu, aklımın iki kişilik yaşayıp, “o” ekseninde dönüp durmasını içimde nereye koyacağımı bulamıyordum.

Benim bu duyguları koyacak bir cebim, bu süreci kadın gibi yaşayacak şemalarım yoktu. Ben, yalnız yaşamış ve kadın olduğuna dair tüm kavramları mutfak dolabımızdaki kavanozlara kaldırmış bir annenin kızıydım. Sevişmelerin “s” sinden bahsedilmediği, tutkuyu bir bisküvi adı sanan ve öpüşme sahnelerinde kanal değiştirilmese de başka tarafa bakılan bir evde büyümüştüm. Anne olabilirdim, iyi bir kardeş, sıkı bir dost ama nasıl bir “aşık kadın” olacağını bilmiyordum işte. Bu nedenle her aşık oluşumda korkudan ödüm kopuyordu. Bu adamlar zaten hep istediğim gibi değildiler, isteğimi sorsalar tüm saçma ve aslında zavallı bu bahaneler ardında ne vardı ben de merak ediyordum.

Pskhe’yi tavlamak zordur derlerdi, klasik oyunları yemez o, zor kadın zor… Zor olduğum doğruydu; aşık olmaktan ölesiye kaçmakla meşgulken güvenlik kontrolünden geçemeyen hiç kimseye yaklaşma izni veremezdim. Bu sürekli güvenli yer arayışım nedeniyle çoktan bitmiş, içi bomboş kalmış ilişkilerimi bile yıllarca sürdürdüm. Hani derler ya yirmi beşinde öldü altmışında gömdüler diye, işte o misal.

Yakınımda üç erkek vardı ve hiçbiri babam değildi. Dayım bir garip, sevgisiz, öfke dolu bir adamdı hep. Gözleri; o kahve ve hep kızgın gözleridir aklımda kalan. Kuzenim hem anne hem babasız kalmıştı çok küçücükken, o da benim gibi dedemin yorgun, yüklü ve sevgi göstermekten kaçınan kanatlarında büyüdü. Dedem, dünyanın en tatlı dedesiydi benim için. Çokoprens harçlığı veren, bahçeye benim için çilek eken, dizlerine yatıp köstekli saatini dinlediğim yaşlı adamın, hayatımdaki “baba” figürü yerine geçememiş olduğunu çok sonraları anladım.

Kendisine bakıp da ileride “aşık modeli” alacağım babam; beni uzaktan izlediğini düşündüğüm, ihtiyacım ama “gerçekten” ihtiyacım olduğunda /bu da kendi ihtiyaçlarımın ve babamın umarsızlığını yadsımak için uydurduğum bir savunmaydı sanırım/ yanımda olacak, şöförüyle hiç kullanmadığım ve hiç de ihtiyacım olmayan saçma şeyler göndererek, anneme gösteriş yapmaya çalışan ama hiçbir zaman varolmayan bir adamdı. Aramızda, ilkokulda teyzemin dikte ettirerek bana yazdırdığı ve onun da ben yerine aslında anneme cümleler kurup durduğu mektuplar dışında hiç iletişimimiz olmadı. Onun tarafından yok sayılmamı, ilk o zaman çıplaklıkla hissetmiştim. Sekiz yaşındayken bile bu mektuplarda bana, benim duygularıma, varlığıma ait tekbir cümle bile geçmediğinin farkına varabilmiş ama yaşayabilmek ve yalanıma inanabilmek için bu kez ben kendimi yok farzetmiştim. Teyzemler, annem ve annemin çok sevgili arkadaşı arasında elden ele gezinen bu mektuplar ben anlayamasam da heralde çok mühim bir şeyler içeriyordu. Fakat bu mühimmatın benle hiçbir ilgisi de yoktu.

Günler geçip Pskhe genç kız olduğunda, yüreğine ne vakit bir alev düşse korkan, aklın rehberliğinden şaşmayan, duygularını inkar ve terbiye etmeye çalışıp duran biri olup çıktı. Kontrolü kaybetmek… Ne büyük korku. Aşık olmakla nasıl başa çıkılabilir.

Pskhe’nin aşık modeli öylece kalakaldı. Onu yok farzeden, iletişim kurmayan, değer ve gerçek ilgi göstermeyen, ihtiyaçlarına duyarsız ve en mühimi de aslında onu tanıma isteği duymayan… Hiç böyle bir ilişki olur mu? Olur! Ben defalarca böyle adamlar buldum ve onların bir kısmıyla da aynen böyle bir ilişki sürdürdüm. Böylece aklımın ilişki modelini defalarca tekrarladım. Mutsuzluğumu da…

İlişkinin içinde adamın annesi, kardeşi, orospusu, dostu olmayı biliyordum ama “kadını” olmayı bilemiyordum. Bazı kadınlarda görürüm, hani çaktırmadan yönlendirirler adamı, tatlı tatlı isteklerini yaptırırlar, yumuşak bir geçiş sağlarlar süreçler arasında benim bilemediğim bu kadınlıktı işte. Annem beni kimseye karşı idare etmediği gibi, bir erkeği de nasıl idare edeceğini öğretmemişti bana. Ben aynı anda baba da olmaya çalışan bir annenin resminden, dümdüz ifadelerle bu “kadınlık” tan nasibimi almadan yaşayıp durdum. Delice kıskandığımda numaralar yapıp ilgiyi çekmeye çalışmak yerine “ben seni kıskanıyorum böyle böyle yapma” dedim mesela. Nasıl cilvesiz, nasıl yontulmamış…

Farkındalığım arttıkça ve hep aynı duvara tosladığımı gördükçe cümleler “sevilmiyorum” dan “sevemiyorum” a döndü. Ben sevgiyi kabul edemediğim gibi veremediğimi de gördüm. O kadar çok korkuyordum ki kaybetmekten hiç almamak ve hiç vermemekti güvende hissettiğim. Derinlere dokunan duygusal bir hesap olmayınca, suyun yüzünde akıp gidiyordu hayat. Bu nedenle hep böyle uzak ve soğuk ilişkiler yarattım, olmuyorlarla avuttum ve gecelerce süren kalp ağrımı aşk sandım. Oysa ben aşka bırakamıyordum kendimi, hiçbir zaman teslim olamıyordum. Süreklileşen ileri geri manevralarla ilişikte ama uzak kalabiliyordum.

Tanrım, şimdi aşık olmak istiyorum. Hissetmek, duygularımla akmak ve karşılıksız verileni kabul edebilmek. Ama delice korkuyorum da…

Hoş, kibar, sıcak, samimi ve yakışıklı bu adam ne korkunç!

 
Toplam blog
: 11
: 585
Kayıt tarihi
: 23.06.08
 
 

Felsefeyi bitirdim önce, Psikolojik Danışmanlık, aile terapisi, pozitif psikoterapi, TA ve hayatımı ..