Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

27 Şubat '13

 
Kategori
Sinema
 

Aşk en güzel bahanesidir şiirin...

Aşk en güzel bahanesidir şiirin...
 

“Aşk en güzel bahanesidir şiirin” diyordu iki yitik şairden biri Kelebeğin Rüyası’nda. Hayatı şiire kesmiş iki yoksul şiir heveslisi gencin kısa ömürlerindeki yoksulluk, hastalık ve aşklarındaki mücadelelerinde şiirden kuvvet bulmaları idi içimi burkan.

Yılmaz Erdoğan’ın iki kelebeğin rüyasını anlattığı çok merak ettiğim filmini izledim ben de. Baştan sona hiçbir repliği kaçırmadan, içime sindirerek ve hüzünlerden hüzün beğenerek filmin içine girdim sanki.  

Bir ermiş bir gün rüyasında bir kelebek olduğunu görmüş... O kadar etkilenmiş ki, uyanınca kafası karışmış ve sorgulamış: “Rüyasında kelebek olduğunu gören ben miyim, yoksa kelebek mi rüyasında beni görüyor?” diye.   

İşte kelebeğin kısacık ömründeki dolu dolu yaşanmışlığı vardı filmde. Bir zamanlar gerçekten yaşamış ve adı duyulmamış iki şairin hayatını izledim. Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un hayatlarını.

Başrolde bana göre şiir vardı. Filmin ana kahramanı şiirdi. Diğer kahramanlar şiirin etrafında konuyu derinleştirmek için bütün güçlerini sergiliyorlardı. Kısacık ömürlerini şiirle dolduran iki genç şairin aralarındaki hiçbir hırs barındırmayan şahane dostlukları ne kadar da güzeldi. Aşık oldukları kız için şiir yarışması yapmaları ve acıyı güzel eylemeleri. Hastalıklarını bildikleri halde yaşamdan vazgeçmemeleri, yoksulluklarıyla sanki alay ederek her fırsatta şiire dayanmaları,  eserlerinin Varlık dergisinde yayınlanması için hevesleri.

Ne de olsa “şiir bahanesiydi hayatın”.

Filmde çağın ince hastalığı verem de vardı ve bütün filmi doldurdu. Hastalıkları yavaş yavaş bedenlerini kemirirken gençlerin tatlı tatlı atışmaları, rekabetleri ve dayanışmaları yüreğimi burktu. Ve arkadaşı öldüğünde mezarı başındaki tahtaya “şair” yazarak onu taçlandıran bir yürek vardı filmde.

Ve bir konuya çok şaşırdım ve itiraf ediyorum ki bilmiyordum.  Zonguldak’ta geçiyor film. İkinci Dünya Savaşı yılları ve 15 ila 65 yaşları arasındaki bütün erkeklerin Zonguldak’taki kömür madenlerinde zorla çalıştırılması için bir “Mükellefiyet Yasası” var.  İnsanlar asker zoruyla forsalar gibi itilip kakılarak yerin metrelerce altında yüzleri kapkara, kömür tozlarıyla içiçe bir hayat sürüyorlar. Hayat çok zordu orada. Günümüzde ise değişen bir şey yok sanki. Bu sefer insanlar silah zoruyla değil de hayatın zoruyla yine metrelerce yerin altında çalışıyorlar ve kömür tozlarıyla, patlamalarla, çöküklerle baş başa kalıyorlar ve çokça zaman ölüyorlar.

Kıvanç Tatlıtuğ’un oyunculuğuna şaşırdım. Hiçbir abartıya kaçmadan rolünün hakkını veren zayıf, hastalıklı haliyle, mahcup konuşmaları, gözlerinin bakışı, tırnaklarını yiyen utangaç hali beni gerçekten şaşırttı. Mert Fırat’ın güçlü oyunculuğunu biliyordum zaten. Onun da deli dolu, aldırmaz güleç yüzüyle, hayatla dalga geçen tavrıyla beklediğimden fazlasını buldum. Yılmaz Erdoğan’ın oynadığı güçlü şair Behçet Necatigil rolüyle tablo gibi bir oyunculuğu vardı. Daha önce okuduğum ”Kadın oyuncular birbirleriyle yer değiştirse iyi olurdu”  fikrine ben de sonuna kadar katılıyorum. Erdoğan’ın eşi Belçim Bilgin Erdoğan bana göre sırıttı rolünde. Rüştü Onur’un sevdiği kadın Mediha karakterindeki Farah Zeynep Abdullah’a ise bayıldım. İki hastalıklı bedenin aşkı ne de güzel resmedilmişti.

İki kelebek, 22 yaşındaki iki şairin şairane dostluğu. Hayatlarını kemiren hastalıkları ve dönemin acı günleri. İşte hayat, bazen kısacık da olsa yaşarsınız, arkanızdan hatırlayan çıkmaz. Belki bir gün seneler sonra yaptıklarınızla bir hatırlayan da çıkabilir mesela.

Aşk en güzel bahanesidir şiirin, yeter ki şaire ilham versin. Şiir de zaten hayatın bahanesi.

*** 

“Belki bir kelebek o kadar memnun ki rüyasından

Uyanmak istemiyor uykusundan…”

***

Şükran Okyay

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara