Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

08 Mart '09

 
Kategori
Siyaset
 

Asker ve sivil Cumhurbaşkanlarımız

Asker ve sivil Cumhurbaşkanlarımız
 

Son yılların en entellektüel Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'tü.


Demokratik bir ülkede ülkeyi yönetenler halk tarafından seçilir. Ancak, bu sırada halkın oyuna etki edecek maddi çıkarlardan yararlanılmaması gerekir. Bir de her seçim yapılan ülke demokratik değildir.

Türkiye demokratik bir ülkedir. Hiç değilse anayasasında böyle yazıyor. Ancak, Türkiye'de her zaman, her şey çorbaya dönüşebilir. Bunun en büyük nedeni yönetenlerin önemli bir eğitimden geçmeden devleti yönetmeye talip olmaları ve hasbel kader rastlantısal oylarla bu taleplerinin yerine gelmesidir.

Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran elbette askerlerdir. Kurdukları Cumhuriyeti koruma ve kollama görevleri de elbette yine onlara aittir. Nitekim, 1950'li yıllara kadar Türkiye'yi yönetenler askerlerdir. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'dir, başbakan İsmet İnönü'dür. Devletin zirvesi olan Cumhurbaşkanlığı makamı Mustafa Kemal'den sonra yine bir asker olan İsmet İnönü'ye geçmiştir. İnönü'den sonra Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar aynı zamanda ilk sivil Cumhurbaşkanı'dır. 27 Mayıs 1960 Devrimi'nden sonra yeniden asker kökenli Cumhurbaşkanları göreve gelmiştir. Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk sırayla Cumhurbaşkanı olan askerlerdir.

Fahri Korutürk'ten sonra yapılan yüzlerce seçimlerle Cumhurbaşkanı'nı seçemeyen T.B.M.M. 12 Eylül askeri darbesiyle kapatılmış ve Cumhurbaşkanı da Kenan Evren olmuştur. Kenan Evren'den sonra yeniden sivil Cumhurbaşkanları dönemi başlamış ve Turgut Özal Cumhurbaşkanı olmuştur. Turgut Özal'dan sonra Süleyman Demirel bu göreve getirilmiş ve Süleyman Demirel'in görevi bittikten sonra da Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı olmuştur. Şimdi onbirinci Cumhurbaşkanı Çankaya'dadır ve o kişi Abdullah Gül'dür.

Cumhuriyet tarihimiz içinde onbir Cumhurbaşkanı görmüşüz. Bunlardan beşi sivil, altısı asker kökenlidir.

Bunları neden yazdım? Celâl Bayar her ne kadar sivil görünse de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanında Kurtuluş Savaşı'na katılmış ve savaşa önemli katkılarda bulunmuş bir kişidir. Onun bu yapısı ve içinde bulunduğu ortam askerlerle aynı disiplin içinde yetişmesini sağlamış ve Cumhuriyet'in ne zor koşullar altında kurulmuş olduğunun bilincini ona vermiştir. 1950'li yıllarda Menderes'in oyunlarına gelerek ülkeyi çağdaşlıktan uzaklaştırmaya başlayan düşünceye belki de istemeden katılmak zorunda kalmıştır. Ülkenin uçuruma yuvarlanmasına göz yummuş en iyi yorumla bu durumu görmezlikten gelmiştir.

Devlet adamlığı ve devlet yönetimi ciddiyet isteyen bir konudur. Bizler yasama yetkisini elinde bulunduran TBMM ile, yürütme yetkisini elinde bulunduran hükümetlerin oluşturduğu yönetim şeklinde Cumhurbaşkanlığı makamını her zaman bir denetim makamı olarak gördük. Oysa Cumhurbaşlığı'nın yasama ve yürütme yetkisini elinde bulunduran TBMM'ne etkisi, katkısı ve müdahalesi yok denecek kadar sınırlıydı. Elinde bulunan veto yetkisini ancak iki kez kullanabilen Cumhurbaşkanları bir de içlerine sindiremedikleri yasaları Anayasa Mahkemesi'ne götürme yetkileri vardı. Diğer yetki gibi gözüken şeyler ise göstermelikti. Herhangi bir yere üye ya da başkan seçecekse kendisine sunulan az sayıdaki kişilerden birini seçmek zorundaydı. Buna benzer göstermelik seçme hakları.

12 Eylül darbesinden sonra kurulan Meclis'teki hükümetle yani yürütme organıyla, yasama yetkisini elinde bulunan TBMM'ni normal koşullarda düşünmememiz gerekiyor. Orada yasama da yürütme de beş kişilik generallere aitti. Bu aşamada Kenan Evren'i Cumhurbaşkanı olarak görmemiz hatadır. Fakat, Cumhurbaşkanlığı makamlarının kırılma noktası 12 Eylül olmuştur. Gerçi, 12 Eylül Türkiye'nin bütün kurum ve kuruluşlarında kırılma noktası olmakla kalmamış, Türkiye'nin bugün gelinen rejim tehlikesinin de başlangıcı olmuştur.

Bütün asker kökenli Cumhurbaşkanları döneminde Türkiye Cumhuriyeti büyük bir ciddiyetle yönetilmiştir. Kenan Evren dönemi bu ciddiyetin dışındadır. Yasama ve yürütme organları Cumhurbaşkanlığı makamında ciddi bir otoritenin oturduğunu bilmektedirler. Bu otorite elbette eli sopalı cinsten değildir. Fakat, bir Cumhuriyetin asil korucusu o makamda beklemektedir ve arkasında bu Cumhuriyeti kuran Türk ulusunun büyük ordusu vardır.

Biliyorum, şimdi diyeceksiniz ki "Demokratik bir ükede bu böyle olmaz". Haklısınız da henüz burası demokratik bir ülke değil. Eğer sizler yapılan seçimleri demokrasinin delili olarak görüyorsanız, e İran'da seçim yapılıyor, Rusya'da da yapılıyor, ABD'de de yapılıyor. Onların hiç biri rejimlerini yıkacak bir partinin iktidara gelmesine izin vermezler.

İşte bizde de asker kökenli Cumhurbaşkanları olduğu zaman zarfında Türkiye'nin rejimine yönelik bir saldırı olamazdı. Çünkü böyle bir saldırıyı daha başlamadan bitirecek bir Cumhurbaşkanı ve onun uyarılarını dikkatle takip eden büyük Türk ordusu vardı.

12 Eylül askeri darbesi bütün bu devlet ciddiyetini yıkacak düzenlemeler getirdi. Solun ilerlemesini önlemek için Kuran-ı Kerim'i eline alıp miting meydanlarını gezen darbenin lideri Kenan Evren, imam hatip okulları sayısını daha da arttırarak yakın gelecekte bir İslâmi rejimin de temellerini atıyordu.

Kenan Evren'den sonra Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal'la siviller gerçek anlamda Cumhurbaşkanı oluyordu. Fakat, yürütme yetkisi Özal'ın partisindeydi, yasama yetkisi de çoğunlukla Özal'ın partisindeydi. Yani devlet tam anlamıyla hiç bir muhalefete gerek kalmadan Özal'ın Anavatan Partisinde idi. Bu durum 1950'li yıllarda Menderes ve Celâl Bayar'ı uçuruma yollamıştı. Şimdi Özal Çankaya'da önüne gelen her yasayı onaylıyordu. Belliydi ki bitin yasalar Cumhurbaşkanlığı makamında hazırlanıyordu. Böylece Türkiye "liberalizm" adı altında her şeyini ve her yerini dışa pazarlamaya başladı. Bir de tarikat üyesi olan Özal sayesinde tarikatler de büyük özgürlükler kazandı.

Bilinen ya da bilinmeyen nedenlerle Özal öldü. Yerine Süleyman Demirel geldi. Süleyman Demirel, Özal'dan çok daha "âkil adam"dır. Türkiye'nin geldiği tehlikeli noktaları çok iyi gören bir Cumhurbaşkanı olarak zamanında ve gerekli tepkileri göstermiş bir kişidir.

Ahmet Necdet Sezer'li günler ise Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir kazanımdır. Eğer, A.N. Sezer olmasaydı Türkiye bugün gelinen noktaya çok daha önceden gelecek ve bugün bulunulan noktadan çok daha tehlikeli bir boyutta olacaktı.

Şimdi yine aynı parti üyeleri yasama ve yürütme yetkisini elinde bulunduruyor. Cumhurbaşkanlığı makamında ise aynı partinin bir mensubu var. Artık, devletin en üst makamından en alt makamına kadar tesettür giyimi kendilerine bir simge olarak seçmiş kadınlı erkekli yöneticiler oturmuştur. Bu elbette çağdaş görünmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti'nden uzak bir görüntüdür. Eskiden bu görüntüyü önleyen bir Ahmet Necdet Sezer vardı. Şimdi o da yok.

Cumhurbaşkanları belki görünüşte önemli bir yetki sahibi değildirler. Fakat, devletin en üst makamı olarak sözleri, davranışları ve duruşları bu ükenin ciddiyetle ayakta kalmasını sağlamıştır. Kırılma noktası olan Kenan Evren olmak üzere, Kenan Evren'den önceki bütün asker kökenli Cumhurbaşkanlarında bu böyleydi. Kenan Evren'den sonra gelen sivil Cumhurbaşkanı Turgut Özal bu ülkede Cumhurbaşkanlığı ciddiyetini ve otoritesini sarstı. Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer sivil olmalarına rağmen devletin otoritesini yeniden sağladı. Şu anda Cumhurbaşkanı olan Sayın Abdullah Gül ise henüz etkili bir muhalefet olamamıştır. Cumhurbaşkanı muhalefet midir? diye soruyorsanız, evet: Cumhuriyetten yana halktan yana ve bunların çıkarlarından yana muhalefettir.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara