Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aslında yoktular...

Aslında yoktular...
 

"Çiziklerle dolu bir duvar istiyor muyum? " diye sordu kadın... Biraz durdu ve üzerinde düşünmeye başladı; az önce birden bire boşlukta sanki yuvarlanırmışcasına dudaklarından dökülen kelimelerin ardından bakarken gözleri uzaklara dalmaya başladı...

Sorduğu sorunun ne anlam ifade ettiğinle başladı düşünce yolculuğuna. Bir valiz toparlamakla başlardı oysa daha önce ki yolculukları... Bir valiz öncesinde belki bir niyet....

Ardından şimdi bu iki yolculuğun benzer noktasını fark etti. Yine aniden olmuştu. Bu fark edişte hemen öncesinde apansız dudaklarından fırlayıp yuvarlanan kelimelerle, aynı yöne doğru savruldu....

Ama bu defa koşmadı kadın onların ardından... Yakalamaya uğraşmadı. El uzatmamaya kararlıydı bu defa gidenlerin ardından... Gitmeyecekti bu defa peşlerinden; ne düşüncelerinin, ne duyguların, ne de bir süre için başka hiç bir şeyin...

Nedeni ise basitti; zaten onlar, kendisine aitti....
Kendi zihninin, kendi duygularının, kendi hissedişinin; kısacası onun bütünün ta kendisiydi onlar.

O zaman nereye giderlerse gitsinler koşmayacaktı ardından. Kaynak akarsuyun peşinden koşar mı ? Ya kökler ağaç yapraklarının? Elbette, hayır...

Fakat ilgi gösterilmesi gereken; burada ki pekinliktir. Buna yeltenmeme de ki üst duruş değil. Bu bir çabanın, gayret ve emeğin ürünü değildir çünkü. Ağaç doğasını bilir ve kendini farkında olan, var oluşundan gelen bu öz bilgiyi hazmetmiş olarak kendiliğinden bu duruşu sergiler o. Bu bir meziyet değildir, bununla guru duymaz, bunu bir erdem olarak görmez.. Sadece "öyledir" hepsi bu...

"Belki de" dedi kadın...."Belki de asıl derinlik ,en basit olanda...çaba harcamaksızın doğal akşında kendiliğinden huzur ve dengede olan bu tavırda gizli mutluluk..."

"Ne bir düşüncenin esiri olmalı; kendi zihnin bile üretse, ne bir sevdanın kölesi olmalı kalbin sana hükmet için delicesine yönlendirse de, ne de bir öğretinin, yada felsefenin müridi olmalı her ne kadar o an için ihtiyaç ve şartlarının gereği olup sana bu yol hitap etse de" "Bu da bir düşünce ve hatta bu da devinime tabi olan her şey gibi değişime de tabi "derken bu defa içtenlikle gülümseyerek dökülmüştü dudaklarından bu sözleri...

Ve başa döndü... toparlamakta olduğu valizinin başında çömelmiş vaziyette buldu tekrar kendini...
Neler yerleştirmişti onun içine? Biraz daha eğildi ve boşluğu elliyle düzenlemeye başladı...
Sanki binlerce parçadan oluşan eşyayı bu küçük valize tıkıştırmaya çalışıyor olduğunu fark etti. Oysa, valiz henüz boştu...Yada görünen bunda ibaretti.

O kadar çok şey biriktirmişti ki; maddede yeri olmayan, algıda mana yüklü olduğundan realite de de varmışcasına yaşanan ve böylelikle gerçek gibi görünüp hayat bulan ve öyleymişcesine yaşanan....

"Ne kadınlar sevdim zaten yoktular" diyen Atilla İlhan misali; yokluklarla doldurmuştu o da valizini...
Belli ki, onun sevdiklerinin aslında karşısındakilerin asıl benlikleri değil, onun tarafından yorumlanmış ve rafine edilmiş halleri olduğunu kavraması için bu son ve zorlu deneyime ihtiyacı vardı. Bu defa yaşadıkları şimdi geçişe sebeb olmaktaydı...

Pişmanlık duymazdı yaşadıklarından...
Zaman içinde kar üstünü örtene kadar da olsa, bir sürece ihtiyaç duyardı. O vakte kadar içinde bir yerlerde kırgınlıkları kalsa da; seçimler ve sonuçların evrensel prensipler doğrultusunda kişisel tekamüle hizmetkar olduklarını bilirdi o.

Öğrenmeye aç doğanlardandı...
Açlığı doymak bilmez bir oburluğa dönüştüğü zamanlardaysa; hazmı zor yemeklerin, midesini sıkıştırmasının doğal olmasına da şaşmamalıydı....

"Aslında yoktular, hiç bir zaman da olmadılar "derken göz pınarlarından, geçtği yolları adeta diklemesine kazıyan bir ustura misali ince bir kesik tadında can acıtan o bir dizi yaş süzülüverdi yanaklarından...
Ve mırıldanırken "Ne yağmur sinmiş gözleri, ne dokunurken yakan tenleri, ne buğulu sesleri ne biri oydu, ne de diğeri...Kimi sevdiysem kendimdi, neyi gördüysem bu görüntü bendeydi" diye iç çekerek devam etti sözlerine. Adeta bu fark edişin bedelini ödediği sessizlik anlarının son buluşu sabahın ilk ışıklarını buldu...

Gün ağırırken valizinin başında yere kıvrılmış ve sonunda öylece uyuyakalmıştı. İrkilerek uyandığında; kıvrıldığı yerden çalan saatin sesini kapatma için yatağının başucuna uzanmayı denediyse de başaramadı. Usulca doğruldu. Bacakları, kolları, boynu ve omuzunun her bir adelesi teker teker yeniden kanla dolmaya çalışıyordu. Tutulmuş boynunda ve bacaklarında ki ufak tefek kramp ve acıdan başka bir şey hissetmiyor oluşunu fark edişiyse, biraz daha zamanını aldı....

Bir gece öncesinde : "Hey sen!... ben buradayım, unuturmam asla kendimi sana, bunu sakın ha umma" dercesine adeta basbas bağıran kalbinde ki o çatlaklardan, şimdi ses seda yoktu. Bunu hisseder hissetmez yarı çoşku, yarı şakınlık dolu bir ifadeyle; adeta bir sincap hızıyla dönüp yerde duran valizinin içine baktı: Evet, o da boştu....

Şimdi bir gece önce ki o soruyu anımsadı: "Çiziklerle dolu bir duvar istiyor muyum? "
Çizikler bilinçsizce oluşurlar. Kontrolsüz ve istem dışı var olduklarından dolayıda; ne onları yapanın, ne de o duvarın sahibinin bilinçli talebi yoktur bu oluşumda. O halde cevabım: "Hayır" dedi ve çıkarabildiği en en yüksek perdeden sesle yineledi "Hayırrrr"

Fakat yaşam bomboş bir duvar olamaz, olmamalı da. "O halde çizikler değil fakat belki de çentikler olmalı bu duvarda" dedi bu defa...

Deneyimlerimiz yaşam duvarımız atılan çentiklerdir. İzleri kalır ve kapatılmamalıdır...
Ne sıvanmalı, ne boyanmalı, ne de üzerlerine kapamak adına yalancı maskeler kondurulmalı.
Bir tablo asılabilir pek ala bunu kapamak adına... hem şıkta durur, ama ne fayda...asıl olan bu değil ki, gerçek olan hala orada durduktan sonra...

Hem bun da utanılması gereken ne var ki kapanması, örtülmesi gereksin?
Öğrendiklerimizin belgelenmesi, göz önünde tutulması böylelikle de vakti zamanında edinilirken can acıtan deneyimlerde olsalar da, artık acı duymadan fakat, bir şekilde hafıza da kendimize bunların hatırlatılması adına muhafaza edilmesi en doğrusu değil mi?

"Her çentik beni şimdiki bene dönüştürüyor, hepsi benim, hepsi benden bir parça..." derken artık bedelini gerçekten ödenerek edindiği ve içine sindirdiği bir bilgiyi tekrar eden birinin pekinliğinde vurguladı tüm harfleri, kelimeleri ve tüm bu cümleyi...

"Şimdi valizim boş... herkes ve her şey, evrende dokunduğum, dokunmayıp sadece hissettiğim, varlığından haberdar olduğum her bilgi, herbir varlık; tamamı gelişime, değişime tabi ve tümü sadece bir algı..."

Ne adamlar sevdim...
Ne mutluluklar yaşadım...
Ne üzüntüler tattım...
Ne hazlara vardım; aslında yoktular, yada hepsi algılayanın gözünde sonuna kadar vardılar... ve istekle, delicesine bir tutkuyla ve birbir yaşandılar....
Ve herbiri şimdi duvarda birer çentik oldular...

Zihinsel ve duygusal seyahatlerimin ne bir sonu, ne de bildik manada bir sınırı olacak... fakat bundan böyle bir farkla: Valizim hep boş kalacak...


Sevgi ve ışıkla,
Ayna

P.S: Bu yazıma kıvılcım olan "Wish" öncelikle sana... ve sevgili dostum Kaptan'a; yürekten sevgi ve şükranlarımla...

19.08.07

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..