Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ben de özür dilemek istiyorum

Ben de özür dilemek istiyorum
 

Bazı aydınlarımızın internette açtıkları bir siteyle Ermeniler’den özür dilemesi, blog yazarlarını iki kampa ayırdı. Kimileri bu “özür” fikrini destekler mahiyette yazılar yazarken, kimileri de onları gerçek aydın olmamakla veya aydın olmanın hakkını verememekle suçladı.

Bildiğim kadar bu hükümetin -beğensek de beğenmesek de- komşularıyla iyi ilişkiler kurma gibi bir gayreti var. Ermenistan da buna dahil.

O komşularımız ki, Rusya dışında hepsi, geçmişte Osmanlı Devleti’nin yönetiminde yaşarken, Birinci Dünya Savaşı sonrası paylaşımında bağımsızlığını elde etmiş ülkelerdir.

Nedense biz onları sanki biraz küçük görmeyi, ya da kendimizi onların üstünde tutmayı tercih ettiğimiz için, Cumhuriyet tarihi boyunca hepsiyle problemli bir ilişki yaşadık.

Daha yakın zamanda bu çerçevede Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan’a yapacağı ziyaret gündeme geldiğinde yer yerinden oynamış, bir barış ümidi de taşısa da, bu ilişkide ilk adımın bizim tarafımızdan atılmış olması büyük tepki toplamıştı.

O gün Gül’ün ziyaretine karşı çıkanlarla, bugün imza kampanyası açan “aydın”lar aynı mıdır değil midir, doğrusu tam bilemiyorum. Ben bu vesileyle yazdığım bir blogda, “Gül Ermenistan’a gitmezse hangi sorun çözülecek?” diye sormuştum. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=130099

*****

“Aydın” kelimesini, öğrenim görmüş, bilgili, kültürlü, fikrî meselelerle uğraşan, ileri düşünceli, bu bağlamda sahip olduğu özellikleriyle halkına, ülkesine ve gerektiğinde yöneticilere yol gösterebilen, toplumu peşinden sürükleyebilen, kişilik sahibi saygıdeğer insanlara verilen bir “unvan” olarak düşünüyorum.

Aydın’ı, “toplumun genelinden farklı ve hatta aykırı düşünen insan” olarak görenler de var. Bir konuda ön plana çıkabilmek, o fikri insanlara kabul ettirebilmek elbette “farklı” yetenekler ister. Bu farklılık çoğu zaman alışılagelmiş sıradan bilgilere ve uygulamalara aykırı da olabilir.

Ancak tek başına “aykırılık” aydın tanımının birinci şartıymış gibi düşünülürse, topluma ters her harekette bir hikmet aramak zorunda kalabileceğimiz gibi, bir anlamda sürrealist sanat karşısında takındığımız tavır gibi, anlamadığımız bir konuda, suskun kalmak veya anlaşılmaz her şeyi bir “aydınlık” olarak yorumlamak durumunda da kalabiliriz.

Okumuş yazmış, eli kalem tutan insanlar olarak Blog yazarlarının hepsi kendini aydın zümresi içinde görmeyi arzu etmektedir. Hatta bazılarımız kendini daha aydın sınıfına koyarak diğerlerini bir kalemde çizmeyi bile düşünebilmektedir.

Ben henüz parlak fikirlerimizle “toplumu yönlendirme” gibi bir özellik taşımadığımızı düşünerek, kendimizi ancak bir “aydın adayı” olarak görmenin daha doğru olacağı kanaatindeyim.

*****

Özür dilemek, sadece medeni insanların yapabildikleri çok yerinde bir davranış biçimidir. Özür, istemeden yapılan bir yanlıştan dolayı bağışlanma istemidir. Suçların ve cezaların bireysel olduğunu düşünürsek, özrü herhalde, bizzat o istenmeyen fiili yapan kişinin dilemesi gerekir.

Şu anda iletişimin en üst seviyede olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Her gün gazeteler ve televizyonlar aracılığıyla, dünyada olup biten her şeyden en ince detayına kadar haberdar oluyoruz. Daha da sabırsızlanırsak olayları anında internetten takip etme imkânımız var.

Ancak aynı haberin, bir gazetede veya televizyon kanalında, öteki gazete veya kanaldan farklı şekilde yer aldığını da biliyoruz. Hangisinin gerçekten doğru olduğu konusunda bir fikrimiz var mı? Sadece okuduğumuz gazeteleri veya izlediğimiz kanalları kendi doğrularımıza göre seçiyoruz, onu doğru kabul ediyoruz.

Bundan bir asır önce Birinci Dünya Savaşı’nın karanlık şartları altında Anadolu’da cereyan etmiş bir hadisenin nasıl olduğunu bugün tam olarak bilmek, belgelere dayanarak bile mümkün değildir. Savaşın, olağan üstü bir durum olduğu herhalde tartışılmaz.

İnsanlık gelişmesini medeniyetlerle sağlamışsa da, ne yazık ki tarihin hep savaşlarla yazıldığı bilinen bir gerçektir. Eğer insanlık, savaşlarda yaşanan haksızlıkların hesabını sormaya kalksa, dünyada bundan etkilenmeyecek tek bir devlet ve tek bir millet kalmaz.

Osmanlı, 600 yıllık hakimiyeti boyunca, her dinden ve ırktan tebaasına, “insan” muamelesi yapan bir devlet olarak bilinir. Kendi şehzadelerine ve kardeşlerine bile devletin bekaası için kıymaktan çekinmeyen padişahlarımız, bayraktarlığını yaptıkları İslâm’ın kurallarına uygun şekilde, halkın inancına hiç karışmamışlar, bu yüzden ahali arasında bir ayırım yapmamışlardır.

Osmanlı devleti’nin yönetiminde en üst kademelere çıkan, Paşalığa kadar yükselen Ermeniler’in olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Ayrıca övünmemize vesile olan Osmanlı sanatının zirvesinde de pek çok Ermeni sanatkârın ismine rastlamak mümkündür.

Bu gerçekler göz önüne alındığında, bir devlet politikası olarak Ermeniler’e karşı bırakın soykırımı, kötü niyetli bir tavır sergilendiğini söylemek bile oldukça güçtür. Ancak 1915 yılında savaş koşulları, hastalıklar, iklim, bölgedeki çete ve aşiretlerin saldırıları ve Ermeniler'in zorunlu göçünü kolaylaştıracak imkânların bulunmaması gibi sebeplerle çok sayıda Ermeni’nin bir o kadar da Türk’ün öldüğü/öldürüldüğü bir vakıadır.

Bir insan olarak, ölümlü hiçbir hadiseyi tasvip edemeyiz. Hele bugünün penceresinden baktığımızda, böyle bir olayın yaşanmasından üzüntü duymamak zaten mümkün değildir.

*****

Kişiler arasındaki kan davalarının sona ermesini hepimiz bütün kalbimizle arzu ediyoruz. Hatta bunun çağdaş hayata yakışmayan ilkel bir görüntü ortaya koyduğunda da hemfikiriz

.

Aynı mantıkla ülkeler ve milletler arasında da sürüp giden bir kan davasının, ilkellik belirtisi olduğunda şüphe var mı? Bu mantıkla hareket edildiği takdirde kimsenin kimseyle dostluk kurmasının mümkün olmadığını söyleyebiliriz.

Zaten devletler arasında “dostluk” ilişkileri değil, “çıkar” ilişkileri her zaman geçerli olmuş, diplomasi, en az zararla en çok menfaat temin etmenin adı haline gelmiştir.

Devletler arası bir barış ve uzlaşma arayışına o ülkelerin aydınları katkıda bulunamaz mı? Elbette bulunur, bulunmalıdır da… Ancak “Ermeni soykırımı meselesi” birkaç kişinin ortaya çıkıp da “özür dilerim” demesiyle çözülecek gibi değil.

Her şeyden evvel Ermeniler adına bu konuda olay çıkaranlar, yukarıda açıklamaya çalıştığımız tezin aksine, bir devlet politikası olarak yöneticilerin kasıtlı emirleriyle katliam yapıldığını iddia ederek bunun bir soykırım olduğunda ısrarlılar.

Eğer biz dünya barışı adına hareket ederek veya bir bakıma yiğitlik taslayarak, özür dilemeye kalkarsak, bu katliamın devletimiz eliyle yapıldığını kabul etmiş ve soykırımı kabullenmiş olacağız.

Tebaasına karşı ayrımcılık yapmayan tutumunu tarih boyunca sürdüren ve bu özelliğini dost düşman herkese kabul ettiren Osmanlı Devleti’ni böyle bir suçla itham etmek, o büyük devletin bir vatandaşı olarak bize yakışmaz.

O gün hasbelkader yönetim kadrosunda bulunan bazı kişilerin yanlışları, şahsi hataları, hesapları ve hatta varsa kasıtlı davranışları, vatandaş olarak bizim değil, olsa olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunudur.

Devletimiz, “yurtta barış, cihanda barış” düsturunca, elinden gelen gayreti göstererek Ermenilerle yıllardır aramızda problem yaratan bu sorunun bilgilere belgelere dayanarak, diplomatik bir tarzda çözüme kavuşması için gayret göstermektedir.

Ülkenin aydınları, böylesine önemli ve ulusal nitelik taşıyan konularda, devletin yanında yer alarak ona yardımcı olmak durumundadırlar.

Bu konuda devletimiz hiçbir olumlu adım atmasa ve sorunu körükleyen taraf konumunda olsa, aydınlarımız o zaman yol gösterme görevini üstlenmek zorunda kalabilirlerdi.

Ancak tam tersine, Ermenistan devletinin istekleri doğrultusunda bir sonucu hazırlayacak, devletten kopuk bir teşebbüsün, ne Türkiye’ye, ne Ermenistan’a, ne iki ülke arasındaki anlaşmazlığa, ne de dünya barışına bir katkısı olabilir.

Amaç iyi niyetle bir çözüm bulmaksa, maalesef Ermeniler’le Türkler arasında bir tarihte cereyan etmiş olumsuzluklardan iki tarafın da rahatsız olduğunu, kimsenin olanları tasvip etmediğini bilerek, yüzyıllar boyu birlikte yaşamış bu iki milletin yeniden barış ve dostluk içinde yaşamasının şartları oluşturulmalıdır.

İlk bakışta her şeye rağmen çok iyi niyetli ve samimi bir davranış gibi görünen özür dileme kampanyası, barışı dinamitleye çalışan bazı odakları harekete geçirecek ve “Türkler’in suçu kabullendiği” söylenerek ardından başka şeyler istenecektir.

Oysa Türkler gibi gerçek ve samimi Ermeniler’in zihninde de böyle kan davası gibi sürgit uzayan bir düşmanlık düşüncesi olduğunu sanmıyorum.

*****

Sihirli bir formül bularak herkesi memnun edecek bir çözüm önerim maalesef yok. Elbette herkesin de en az benim kadar düşünerek, fikir yürüterek bir sonuca vardığını ve kendi doğrusuna göre hareket ettiğini de biliyorum.

Her zaman her konuda olduğu gibi, başkalarının düşüncesini yanlış, kendi görüşümü mutlak doğru ilan etmiyorum. Eğitimi, bilgisi, görgüsü, tecrübesi benden çok daha fazla olan, şöhreti yurt dışına taşmış bilim adamlarının, siyasetçilerin, sanatçıların, kendini aydın ilan edebilenlerin hatalı olduklarını söylemek kolay değil.

Fakat yazımın başından beri izah etmeye çalıştığım çerçevede, 1915’te Ermenilerin ve Türklerin maruz kaldığı olaylardan büyük üzüntü duyuyorum ve bu vesileyle -olayların müsebbiplerinden değil-, dolaylı olarak suçlanan ve rencide edilen ecdadımızdan özür dilemek istiyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..