Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

05 Eylül '10

 
Kategori
Güncel
 

Bir kitap: Haliç'te yaşayan Simonlar/ Hanefi Avcı

Bir kitap: Haliç'te yaşayan Simonlar/ Hanefi Avcı
 

Birden bire gündeme oturan bir “polis”… Elli dört yaşında ve meslek hayatında yaşadıklarını anlattığı “Haliç’te yaşayan Simonlar” kitabı. “…bizler her suçu değil, yalnızca bize öğretilen ve empoze edilen hususları suç olarak görüyor, bizim tarafımızda olan kişilerin kusurlarını suç olarak nitelemiyorduk. Bu duruma, bu tip davranışlara “Simonlaşmak” adını verdim.” diyerek “Simonlaşmamaya” yanlışı kim yaparsa yapsın, arkadaşı bile olsa karşı çıkmaya karar veren bir polis. Simon kod adlı bir PKK militanının, örgüt istedi diye, inanmadığı halde, kız kardeşinin infazına karar vermesi olayından esinlenmiştir bu tanımlama için.


Haberlerin gündemine oturduktan sonra, bir televizyon programında izledim ilk onu ve anlattıklarından sonra kitabı alıp okumaya karar verdim ki “Susurluk” sürecindeki rolünün de farkında değildim. Kitapçı yani kitap dükkanı olan bir arkadaşımı aradım hemen, “getirteceğim” diyordu ve daha ben tembihlemeden “Senin için bir tane ayırırım” dedi ve kitaplar eline ulaşır ulaşmaz beni aradığında günlerden pazartesiydi. Hani 30-Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle tatil olan pazartesi. Balkon kahvaltımı kısa kesip, gidip aldım. Merakla okudum. Bol bol altını çizdim satırların, bazı yerlere yıldız koydum, olmadı iki yıldız koydum, bazen de sorular yazdım. Ve bitirir bitirmez bu sayfalarda tanıtmak için yazmaya koyuldum. Koyuldum koyulmasına ama, daha kitabın yarısına bile gelmedim ki yazdıklarım nerdeyse beş sayfa oldu. Ben olsam bu kadar uzun bir günceyi okumak istemem ya da yeterince dikkatli okuyamayabilirim. Üstelik kitaptan alıntı yaparak yazdıklarım, bir konunun içerisinden kendi bakış açıma göre alıntılandığı için yanlış ya da farklı algılamalara neden olabilirdi. Oysa bütününü okumakta, görmekte yarar var diye düşünüyorum. Bu yüzden birkaç saatlik uğraşımı bir kenara bırakarak, kitapta anlatıldığı kadarıyla Hanefi Avcı’yı kısaca tanıttıktan sonra, kitabın bende bıraktığı izlenimleri yazmak istiyorum.


Maraş ilinin Karabıyıklı köyünde doğmuştur sayın Avcı. İlkokulu, ilk beş sınıfın aynı sınıfta ders gördüğü köy okulunda bitirir. Zeki bir öğrencidir. İlkokul bitince, Gaziantep’de devlet parasız yatılı okulu sınavına girer ve polis kolejini kazanarak Ankara’da okur. Ve daha sonra 1976 yılında, dereceye girerek Polis Akademisi’nden mezun olur. Bu da ona istediği yerde görev yapma olanağı tanır.Memleketine yakın diye Mersin ilini seçer ve ilk görev yeri kendi isteği doğrultusunda bu ilin Gülnar ilçesidir. Daha sonra Mut ilçe emniyet müdürlüğü yapar. Ve sonrasında Diyarbakır (1984 den itibaren), İstanbul gibi terör olaylarının yoğun olduğu illerde veya gümrük açısından önemli olan Edirne (2005) gibi illerde görev yapar. En son görev aldığı il; Eskişehir’dir.


1980 de Mersin ili merkezinde asayiş şubesine atanır ve sonrasında 1.şubede (Şimdiki aıdıyla terörle mücadele şubesi) görev alır ve bu görevi 1997 yılında İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan alınma istemine kadar 17 yıl sürer. 2003 yılında ise kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele dairesi başkanlığına (KOM) atanır.
Tam bir tanıtım değil belki ama amacım da bu değil ve isteyenler daha fazlasını nasılsa bulabilir. Şimdi gelelim kitabı okuyunca hissetiklerime:


Hani zaman zaman yaşananların içinden çıkamayız ve “Bu memlekette herkes her şeyi biliyor ama hiçbir şey yapmıyor ya da hiçbir şey olmuyor.” geyiğini yaparız ya, Sayın Avcı da bunu söylüyor. Ama o “geyik” yapmıyor. Meslek hayatı boyunca yaşadıklarının sonucunda geldiği nokta bu. Hani duyarız ya da söyleriz ya:

“Mafya delilleri kendi lehine değiştirmiş”

“Onun hükümette adamı var bir şey olmaz”

“Olan gene garibana oldu”

“Devleti göz göre soydular”

“Daha dün kaçak sigara taşıyor diye ceza alıyorduk”

“Gümrükte rüşvet almayan yok, yolunu buluyor millet”

“Adamını buldun mu halledersin”

“İhaleyi adamı olan alıyor, anlaşıp fiyat kırıyorlar ya da yüksek tutuyorlar”

“Nasıl yakalanmazlar, istihbarat yok mu?”

“Bak nasıl da yakalandılar”

“Terör nasıl hala bitmez?”

“Onu mu öldürmüşler, kimbilir ne işkenceler yapmıştı?”

“Karakola giren dayak yemeden çıkmaz”

“Devlet ‘sağcı-solcu’ diye insanımızı birbirine kırdırdı şimdi ‘laik-anti-laik’ diye kırdırıyor”

“Derin devlet işi bu derin devlet!

“Fettullan Gülen cemaati emniyette yuvalanmış, hatta askerde bile varmış”

Bu ve benzer “geyik”lerin doğruluğunu, yaşadıklarını anlatarak ortaya koymuş Hanefi avcı. Adeta “belge” ye dönüştürmüş.Belge adreslerini göstermiş. Ve yazdıkları, anlıyoruz ki ve kendisi de söylüyor ki sadece aysbergin görünen yanı.Görünmeyen yanı? İnsanın güveni sarsılıyor. Asıl bundan sonra “neler olacak” ya da “olmayacak mı” sorusu takılıyor aklınıza ve… Ve “neden şimdi bunları yazdı” diye düşünüyorsunuz. Kendisi neden yazdığını anlatıyor; kısaca, kişiliğinin haklıdan yana olmayı gerektirdiğini ve bunun sonucunda artık ayyuka çıkan hukuksuz davranışlara karşı olduğu için yazdığını söylüyor. Bu konudaki endişelerinin ötesinde, bilgilerini sadece sözel olarak değil, ilgili bakanlıklara yazılı olarak da iletmesine rağmen herhangi bir şey yapılmadığı için yazdığını söylüyor. Özellikle devlet kurumlarındaki cemaatleşmenin boyutlarının vardığı nokta ve memurların amirlerinin değil cemaat liderlerinin; bağlı oldukları “imam” ların dediklerini yaptığını söylüyor ve bunun devlete vereceği zarar nedeniyle, buna karşı olduğu için yazdığını söylüyor ki kendisi de aynı cemaate bağlı ve onların verdikleri eğitim hizmetlerine karşı değil. Ve son dönemlerde ortaya çıkan bilgi kirliliğinin, servis edilen özel hayata ait görüntülerin de cemaat tarafından yapıldığını ifade ediyor. Türkiye’de istihbarat konusunda izleme, dinleme gibi teknik konularla ilgili alt yapıyı ilk kez kuran ve zamanla geliştiren biri olarak, istenirse, daha doğrusu devlet isterse bu izlemeyi yapanların kolaylıkla bulanabilecğini söylüyor.

Okuduklarımdan en çok eksik kaldığını düşündüğüm nokta, “istihbarat” la “sorgulama” ile özel olarak uğraşan ve bunu benimseyen, Avrupa Birliği ile uyum yasalarına kadar işkence yapmanın nerdeyse “polis kültürü” haline geldiğini söyleyen bir “polis”in, üstelik dürüst olduğunu söyleyen bir polisin en azından “Üzgünüm ben de işkence yaptım.” dememesi.

Ve çok ilginçtir, anlattığı iki konu nedeniyle Nazım Hikmet ve İlhan Selçuk’la örtüşmektedir:


Cemaatleşme konusunda dikkatimizi çektiği tehlike Cumhuriyet okurları çok iyi bilir ki, İlhan Selçuk’un yıllardır dikkatimizi çekmek istediği konudur: “Cemaate mensup kişiler devlet kademesindeki amirini değil, bağlı olduğu imamın dediğini yapar”

Ve terör örgütü; PKK konusundaki çözümleri de, Bulgaristan’da yaşayan Türklerle Bulgar hükümeti arasındaki sorunların (1951 yılında) ortadan kalkması için Nazım Hikmet'in önerdiği çözümlerle*, genel anlamda örtüşmektedir.

Son olarak; her şeye rağmen mesleğinin gereğini yerine getiren “hukukçularımız” vardır. Hukukun üstünlüğü olmazsa olmazımızdır ve unutulmamalıdır ki “adalet” bir gün herkese lazım olur!..

*A'dan Z'ye Nazım Hikmet/ Mehmet Fuat

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara