Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '14

 
Kategori
Deneme
 

Bir uzun Hikaye O'nun Hikayesi devam edecek

Bir uzun Hikaye O'nun Hikayesi devam edecek
 

O çocuk


Çocuk günlerdir mızırdanıyordu. Ortaokulda okuyan Davut’un okula başladığı ilk yıl köye geldiği zamanlar çalımla dolaşmasını gördükçe içi içini yemişti.

Davut anasının emmisinin kızının oğluydu. İlkokulu üç yıl önce zar zor bitirmişti. Oysa o, okulun en çalışkan öğrencisiydi. Öğretmeni ona mutlaka ortaokula devam etmesini söylemişti. Bu yüzden ilkokulu bitireli beri her gün anasına ortaokula gitmek istediğini söylüyordu.

Aslında öğretmeni babasına da “Senin oğlan çok zeki, onu mutlaka okut.” demişti. Babası da öğretmenin bu sözleri üzerine oğlunu okutmak için bir çare arıyor, oğlunun bu mızırdanmalarını da hep duyup biliyordu.

Ama kasabada çocuk okutmanın zorluğu onu ürkütüyordu. Çünkü bu zamanda çocuk okutmak her babayiğidin harcı değildi. Bir kere, her gün çocuğun okula gelip gitme olanağı yoktu. Hadi çocuğa kasabada kalacak bir yer buldular diyelim; oranın kirası, çocuğun yemesi içmesi, üst başı, geldisi gittisi dünyayı tutardı.

Onun olup olacağı on beş yirmi davarı vardı. Kışın oduncuya gözükmeden dağdan kaçak odun kesip odun satmak da vardı, ama onu işten saymamak lazımdı. Çünkü o işin bir dünya da tehlikesi vardı. Yani bu kadar gelirle kasabada nasıl çocuk okutacaktı? Çocuk bunları düşünmeden günlerdir “okul” diye tutturmuştu.

O gün kasaba pazarıydı. Adam bir gün önce çocuklarının anasına “Oğlanı hazırla, yarın kasabaya götüreyim. Bir çare bulursam okula gaydettiririm. Olmeycek olursa geri geliriz. Kendi de görsün bakalım okumak öyle goley miymiş?” demişti.

Ana ve çocuk, babanın lafının fazlasına aldırış etmeden yalnızca “okula kayıt” meselesini duyup çok sevinmişlerdi. Hele çocuk, o gece sabaha kadar kıpır kıpır, gözünü kırpmamıştı. Arada bir daldığındaysa kendini okulda buluyordu. Davut’ta görmüştü. Ortaokulda çocuklar şapka giyiyor ve boyunlarına bir şey takıyorlardı. Gece o boyuna takılan şeyin adı aklına gelmiş, uykusu kaçmıştı. Düşün Allah düşün, o şeyin adını aklına getirmeye çalışıyor ama bir türlü hatırlayamıyordu.

Anası da gece boyunca “Çocuğum okula gidip okuycek, böyük adam olucek.” diye sevincinden doğru dürüst uyuyamamıştı.

Babası ise “iş olacağına varır” deyip her zaman olduğu gibi vurup kafayı uyumuştu.

Bu sırada kız kardeşleri de geç vakte kadar yatağın içinde fısır fısır babalarına kasabadan aldıracakları şeyleri konuşmuş, sabahleyin bir fırsatını bulup babalarına söylemeyi kararlaştırdıktan sonra da uyumuşlardı.

Bu şekilde herkes kendi kaygılarıyla sabahı etmiş, sabahleyin de erkenden uyanmışlardı. Anası çabucak bir tarhana çorbası hazırlamış, sıcağı sıcağına onunla kahvaltılarını yapmışlardı. Sonra anası oğlana bir iki giyecek hazırlamış, bir gün önceden yaptığı ot ekmeği ve katmeri de sarmış, içine de yumruk kadar keçi peyniri koyup çıkını hazırlamıştı.

Çocuğun okula kayıt olup olmayacağı belli değildi. Anası, eğer okula kayıt olup başlar, orada kalacak bir de yer bulunursa iki gün bunlarla idare eder. Hafta sonu gelince sonrası için bir çare buluruz diye düşünmüştü. Çocuk okula başlarsa daha önce kasabada çocuk okutan emmisinin kızına sorup bir yol, yordam öğrenecekti.

Gerçi o da çalımından doğru bilgi vermeyebilirdi ya… Çünkü iki kadın arasında kimsenin bilmediği, daha doğrusu sebebini yalnız emmi kızının bildiği bir sinir harbi vardı.

Kadın bunları düşünerek oğlunun torbasını hazırladı. Kızlar çekine çekine babalarına siparişlerini söyledi. Küçük kardeşleri balon istedi. Baba oğul, evden hane halkının bu istekleriyle yola düzüldü.

Köy içerideydi. Kasaba yolu epey ileriden geçiyordu. İleriden geçen pazar arabalarını kaçırmamak için hızlandılar. Çocuk babası ne derse yapıyordu. Sanki “uç” dese uçacak gibi kıpır kıpırdı. Oğlunun bu “pır pır” hâlini gördükçe babasının içi kıyılıyordu. ‘Ya ona bir ev bulamazsa? Ya okul işi, astarı yüzünden pahalı olup da kös kös geri dönerlerse?’

İşte baba bu endişeli hâliyle, oğlan okul heyecanıyla gözü başka bir şey görmez şekilde kasaba yoluna vardılar. Çok beklemelerine gerek kalmadan ileriden pazarcı kamyonu gözüktü. Baba kamyona el edince kamyon gelip önlerinde durdu. Şoför mahalli tıklım tıklım doluydu. Baba oğluna omuz verip arkaya, kasaya binmesine yardım etti. Sonra kendisi de kapının yanındaki basamaktan kasaya tırmandı.

Kasa mal çuvallarıyla doluydu. Üç de yolcu vardı. Sabahın ayazından korunmak için kamyonun brandasının altına sokulmuşlardı. Baba oğul, onlar da brandanın altına sokuldu. Bu sırada kamyon çoktan yürümüştü.

Henüz güneş doğmamıştı. Arabanın süratiyle sabahın ayazı branda falan tanımıyordu. Anası “Buban sene orda ceket alıvecek” diye gömleğin üzerine bir şey giydirmemişti. Bu nedenle çocuk kemiklerine kadar üşümüştü. Brandanın altına biraz daha sokuldu.

Öteki üç kişiyle babası ve o, sanki bir yumak oluşturmuşlardı. Birbirinin nefesini yüzlerinde hissediyor, adeta nefesleriyle ısınıyorlardı.

Sanırım ötekiler de sabah sabah tarhana çorbası içmişlerdi. Çünkü müthiş bir sarımsak kokusu çocuğun yüzünü yalıyordu. Önce bu kokuyu duyunca midesi kalktı, kusacak gibi oldu ama kendini tuttu. Zaten bir süre sonra kokuya alışmıştı.

Branda altındaki öteki üç kişiden biri sakallıydı. Sakallarının oldukça beyazlaşmış olduğu fark ediliyordu. Başında örgü bir külah vardı.

O külahtan çocuğun babasının da vardı. Keçi güderken giyerdi. Özellikle kışın karda külahı boynuna kadar indirir, sadece gözleri açıkta kalırdı. Çocuk kaç zamandır anasından bu külahtan bir tane de kendisine örmesini istiyordu.

Adamın başında yün külahı görünce çocuk bunları hatırladı. Bir de adamın gözlerinin gömgök olduğunu fark etti. Brandanın karanlığında sanki boncuk gibi parlıyordu. Öteki adam daha genç, pala bıyıklıydı. Gür kaşları altından insana korku veren kapkara gözleri gözüküyordu. Üçüncü kişi kendisinden az büyük, gençten biriydi. Saçları hafif sarı gibi oldukça uzundu. Önüne dökülmüş kâkülün altından yeşile kaçan gözleriyle çocuğa gülümseyerek bakıyordu.

Çocuk ihtiyarın külahına, öteki adamın pala bıyıklarına bakarken sarışın oğlanın gülümseyen gözlerini fark etti, o da gülümsedi. Oğlan, çocuğa daha da gülümseyerek “Merhaba, kasabaya mı gidiyosunuz?” diye sordu.

Çocuk önce babasına baktı. Diğer adamlarla usul usul sohbet ettiğini görünce oğlana “Okula gayıt için kasabaya gidiyoz.” dedi. 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..