- Kategori
- Blog
Bir yıllık blog sos'larım

Bugün 10.Ekim.2007. Bundan tam bir yıl önce 11.Ekim.2006’da Milliyet Blog’da yazmaya başladım. Kayıt tarihim bu. Böyle bir olanağın başladığını duyunca, daha çok uzmanlık alanım olan sosyolojik spor olaylarını analiz etmek istedim. Ama arada toplumsal ilgi, tepki ve olay yaratan konularda da yazdım. Toplam 59 blog yazısı yazdım. Ortalama okunma sayısı 500’ün üzerinde olan blog yazılarımın 34’ü “Futbol” üzerine oldu. 5 tane “Siyaset”, 4 tane de “Spor Eğitimi” üzerine yazdım. En çok okunan yazım ise 3 tane yazdığım “Basın Yayın Medya” yazısı içinde “Buz Dansı” adlı yazım oldu. En çok yorum soru alan yazım ise “Şu Tezgâhları Gel De Anla” yazısı oldu.
Uzmanlık alanım dışında olan “yazarlık” konusunda beni tatmin eden tepkiler aldığımı zannediyorum. Belki de yanılıyorum, ama bu benim görüşüm. Çünkü “ben varım” diye ortaya çıktığınızda, arkasında duramayacağınız ve kanıtlayamayacağınız sözlerinizin olmaması gerekir. Çok şükür tam bir senedir böyle bir durum olmadı. Her yazımı savundum, ikna etmeye çalıştım. İnandırıcı olup olmamak konusunda ise sadece benim değil, tüm yazarlık yaşamında dünyada büyük bir okuyucu kitlesine sahip olan yazarlar için bile geçerli olabilen bu durumun, sadece bana özel olmadığını düşününce de içim rahatladı. Düşünceler, insanlar ve kültürler farklı olunca, kaçınılmaz gerçek muhakkak ki benim başıma de gelecekti. Geldi de. Kimilerini memnun edemedim, kimilerini ikna edemedim, kimilerinin ise bakış açıları zaten hepten değişikti. Ama hep emek verdim. Yazmış olmak için yazmadım. Zaman harcadım, araştırdım. Olabilecek karşı düşünceleri ve soruları, savunduğum düşüncelerle sonradan nasıl anlatabileceğimin hesabını yazı yazmadan önce yaptım. Bir akademisyen sorumluluğunda, derse girmeden önce yaptığım hazırlığı, blog yazılarımda da yaptım. Başka blog yazarlarına göre az bile yazdım, ama benim için yeterli yazılar yazdım.
Bir okur kitlesi yaratmaya çalışmadım. Çünkü ben yazar değilim, amacım bu değildi. Ama hedef kitlenin olası yetkinliklerini ve beklentilerini gözettim. Kabul edilebilir dinamiklerin kendine özgü olduğunu anlatmaya, bu dinamiklerin görünmeyen yüzlerinin ardında olan ve olabilecek olanları da göstermeye çalıştım. Durağan ile değişkenliğin aynı anda yaşanabileceğini, benzer olayların ve konuların farklı zamanlarda farklı değerlendirilebileceğini, ama bunun yanında da değişmez temaların aynen korunabileceğini anlatmaya çalıştım. Farklı kitlelerin hedeflerinin ve beklentilerinin farklı olabileceğinden hareketle, ulaştıkları hedeflerin yorumlanmasındaki farklılığı sergilemeye çalıştım. Tüm kullanımların ve yorumların farklı olabileceğini, ama doğrusunun bilim ve belge olabileceğini anlatmaya çalıştım. İnandırıcı olma konusunda hiçbir iddiada bulunmadım, ama farklı yorumların kanıtıyla belgelenmesini bekledim. Egemenliğin hiçbir zaman tek olmadığını, bilimin toplumda var olmasının gerekliliğini de düşünmelerini istedim.
Halkın popüler kültürünün, aydın ve bilim kültürüne erişmesini istedim. Yönlendiren ve yönlendirilenlerin neden ve sonuçlarını, saygınlığın eşit çerçevede olmasını isteyerek açıklamaya çalıştım. Bu farklılıklardaki eksiklikleri ön plana çıkarmaya özen gösterdim. Halk kültürünün iniş çıkışlarını, alternatif yorumlarla eleştirdim. Egemen kültürün, bağımlılık yaratmaması gerektiğini hissettirdim. Popüler kültürün altın çağını yaşadığını ve bunun bugünkü endüstriyel pazarlamanın bir sonucu olduğunu, üzerine de yozlaşan medyanın sos döktüğünü anlatmaya çalıştım. Bu sos’un üzerine de ağızlarda daha farklı bir lezzet bırakacağını düşündüğüm kendi sos’umdan koymaya çalıştım. Nice uzun yıllara, nice güzel lezzetlere, nice güzel sos’lara.