Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bizim neslin hikayesi -2-

Bizim neslin hikayesi -2-
 

Hala niye cep telefonu diyorlar anlamıyorum. Müzik mi dinlemiyorsun, fotoğraf mı çekmiyorsun, intern


-TARIM TOPLUMUNDAN BİLGİ TOPLUMUNA-

2


Geriye dönüp baktığımızda, 1970’lerin ortasından 1980’lerin ortasına kadar Türkiye’nin tanıştığı bir yenilik göremiyoruz. Eğer Batı ülkelerinde bir yenilik olmuşsa bile bizim haberimiz olmadı. Çünkü o sralarda biz çok meşgüldük. Birileri, bizim bir yarımızı “Koministler Moskova’ya!”, diğer bir yarımızı da “Faşistler Amerika’ya!” diye bağırtıyordu. Dile kolay, beş bin can verdik, beş bin fidana kıydık. Sebebini hiç anlamadık. (Yazık, hala o günler üzerinden siyaset yapmaya çalışanlar var.) Sonra darbe. Ayrı bir konu. Sonra yavaş yavaş demokrasiye ısınma hareketleri, anayasa referandumu, seçimler, siyasi yasakların kalkması filan.


Bilgisayar batıda yaygınlaşmaya başladığında, bizde de ortalık biraz durulmuştu da, ‘bilgisayar’ diye bir aletin icadından haberimiz oldu. Yıl 1987. Çalıştığım ilçede birkaç kişi bilgisayar edinmişti bile. Tabii benim için bir hayal. O yıllarda Hollanda’ya taşınmaya karar verdik ve 1988’in sonunda taşındık. Türkiye’deyken amcamın Almanya’dan getirdiği bir daktilom vardı. Gerektikce onu kullanırdım. Burda da bir daktiloya ihtiyacım vardı. Hem de elektrikli bir daktilom olsun istiyordum. Biraderin de Herukles marka sabit belleği olmayan, disket denen kocaman plastik bir aygıtla calışan, siyah beyaz ekranlı bir bilgisayarı ve Wordpefect exiculisief diye de bir yazma proğramı vardı. Bana ısrarla bilgisayar almamı öneriyordu. Tüm direnmeme rağmen beni ikna etti. Gittik bir bilgisayarcıya, aldık. Benim bilgisayarım daha fiyakalıydı; sekiz mb çalışma bellekliydi ve turboydu, yani turbo düğmesine basınca on altı mb oluyordu. Bilgisayarı kullanmaya başladıktan sonra, daktiloların tedavilden kalkacağını anladım.


Bilgisayarı bana satan arkadaş bir Türk girişimciydi. Tabii bir müddet sohbet de ettik. Sohbetimizin konusu bilgisayarın Türkiye’de kullanımı, yazılımı, üretimi idi. Bu bilgisayar denen aletin Türkiye’de yazılımı ve üretimi cok zordu! Bi defa Türkiye’de bu işe yatırım yapacak “zengin” yoktu! Yazılımı yapacak “elaman” yoktu! Türkiye bu işi, elli sene sonra ancak başarırdı! Hani biz gelişmiş ülkelerden elli ila yüz yıl geriyiz ya!


Bilgisayar denen aletin fonksiyonlarını öğrendikce müthiş bir afet olduğunu anladık. Hayatımıza öyle bir girdi ki, artık onsuz olamaz olduk. Sonra içinde ‘e-mail’ geçen İngilizce bir şarkı duyduk. Ben çok merak ettim. İngilizce, Türkçe, Hollandaca sözlüklere bakıtım, anlamını bulamadım. Eş-dosttan öğrendim ki, internet denen bir sanal alem yaratılmış. Yeni tabirle, hayatın çakması. Bu alemde gezilirmiş, dolşılırmış, hatta başka ülkelerden insanlarla iletişim kurulurmuş, mektup gönderilirmiş, mektup alınırmış. Hatta bankadaki hesbını bile kendin yönetirmişsin. Alış-veriş de yapılırmış. Uzunca bir “Allah Allah!” çekip şaşkınlığımızı belirtmekten başka yapacak bir şey yoktu. Birkaç ay sonra kendimizi internet denen ahtopotun kollarında bulduk. O kollar o kadar uzundu ki, bir kaç saniyede dünyanın etrafını bir kaç defa dolanıyordu. Web-cam dediler, onu da aldık. Başladık Türkiye’deki eş-dostla sesli ve görüntülü görüşmeye. İlçede yatılı okurken, ilçe gurbetti bana. Şimdi artık Türkiye o kadar gurbet değil.


Doksanlı yılların sonunda artık televizyonlar lcd veya plazma oldu. Renkler bir canlandı. Görüntüler gerçek boyutlarındakilere benzemeye başladı. Hollanda’nın hatırı sayılır mağzalarında Türk markalarını taşıyan beyaz ve elektronik eşyalar da boy göstermeye başladı. İnternette paylaşım siteleri peydah olu. Devlet sırları bile bu sitelere sızdırlmaya, hatta siyasilerin gündemlerini bile bu siteler belirlemeye başladı. MoBeSe kameraları, saatlere, telefonlara monte edilen mini dinleme aygıtları, hayvanalrın deri altlarına takılan chipler derken George Orvel’in “1984”ünde yaşamaya başladık. Son yıllarda, toplumun bir kesminde “Acaba dinleniyor muyum?” şüphesi paranoya halini aldı.


Aynı yıllarda cep telefonuyla tanıştık. (Hala niye cep telefonu diyorlar anlamıyorum. Müzik mi dinlemiyorsun, fotoğraf mı çekmiyorsun, internete mi girmiyorsun, ajenda olarak mı kullanmıyorsun? Telefonluğu devede kulak.) Ama ben cep telefonuna epeyce bir direndim. Benim için lüks olduğuna inanıyordum. Evimde vardı ya bir telefon! Yeterdi! Evden telefonu açtığımda, karşımdakiyle direk konuşabiliyordum ya, bu benim için bulunmaz nimetti! Ne yapayım cep telefonunu! İki yıl direnebildim. Tabii yeni nesil anküsörlü, çevirmeli telefonları bilmez, hele hele yirmi yıl önce şehirler arası veya yurtdışına telefon etmek için PTT binalarında saatlerce beklendiğini hiç bilmez.


(Bu, milyon dolarlık maaş alan şirket CEOları bizleri öyle bir manüpüle ediyorlar ki; cep telefonumuz, bilgisayarımız, internet bağlantımız olmazsa kendimizi eksik hissediyoruz. Bazen, “Helal olsun bu adamlara aldıkları milyon dolarlar.” diyesim geliyor.)


Bizim nesile; binlerce yıllık tarım toplumu alışkanlıklarının terkedilip, milyonlarca yıllık insanlık tarhiyle kıyaslandığında, elli yıl kadar kısa bir sürede, bilgi toplumu alışkanlıklarının kazanıldığı bir sürecin tanıkları olduğu için şanslı diyorum. Ama öbür taraftan bu hızlı değişimin sancılarını da biz yaşadık. Türkiye’nin yarısı köylerden şehirlere veya başka ülkelere taşındı. Bu taşınanlar eski alışkanlıklarından vazgeçemediler, yeni hayatlarına kolay alışamadılar, Avrupa ülkelerinde Türklerin yaşadığı gettolar, Türkiye’nin büyük şehirlerinde varoşlar oluştu. Bu kesme hitap eden filimler, müzikler yapıldı. Bu insanlarla birlikte, bu insanlara hitap eden müzik ve filimler toplumun bir kesmi tarafından aşağılandı. Arabesk müzik yıllarca devlet televizyonları tarafından yasaklandı.


Her yenilik, her toplumsal değişim, avantaj ve dezavantajlarıyla birlikte yaşanıyor. Bunlar yaşanacakmış, yaşadık. Bizim şansımız veya şanssızlığımız, bir toplumsal evrimi çok kısa sürede yaşamamız oldu. Elli yıl öncesinden bugünlere baktığımızda, geldiğimiz noktayı pek de küçümsememek gerek diye düşünüyorum.


İşte kağnıdan cep telefonuna bizim neslin hikayesi böyle.

 
Toplam blog
: 30
: 733
Kayıt tarihi
: 11.09.10
 
 

1959 Nevşehir/Ürgüp doğumluyum. 1980 Eskişehir Eğitim Enstitüsü mezunuyum. Türkiye'nin çeşitli yerl..