Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Haziran '10

 
Kategori
Blog
 

Blog yazdım neler geldi başıma -doğumgünü yazım-

Blog yazdım neler geldi başıma -doğumgünü yazım-
 

Bugün, Milliyet Blog’taki 4.yılımın dolduğu gün. Yani bir anlamda doğum günüm. 9-Haziran-2006 tarihinden bugüne dek kesintisiz, bu sayfalarda, içimden geldiğince, kalemimin döndüğü, yüreğimin çarptığınca; hissettiklerimi, yaşadıklarımı, yaşamak istediklerimi, sevinçlerimi, öfkelerimi, kısaca kendimi yaşamaya ve yazmaya çalıştım. Ne zaman dolacağını bilmediğim bir vadeye kadar da bu böyle devam edecek.

Dört sene içinde sadece, yazı yayınlama periyotlarımda bir miktar değişiklik oldu. Özellikle son dönemde bir miktar daha az yazar oldum. Bunun nedenini de bir önceki yazımda açıklamaya gayret etmiştim.

Sevgili Dostlar,

Dördüncü Milliyet Blog doğumgünüm şerefine “<ı>Blog Yazdım Neler Geldi Başıma” başlıklı bir yazı yazma fikri yaklaşık beş dakika önce beynimde oluştu. Şimdi sizlere iki enteresan olay anlatacağım. Aslında birbirine çok benzer olaylar bunlar ve aynıyla başımdan geçtiğine emin olabilirsiniz.

Blog yazarlığım sürecinde aslında o kadar çok ilginç olay yaşadım ki zamanı gelince bunları daha derli toplu bir biçimde yazmayı düşünüyorum.

Önce kısa bir açıklama…

Bazı dostlarım biliyor, bazıları bilmiyor. İlk defa genele açık bir yazıda ifade ediyorum. Bugüne dek amatör yazılarımda, tamamen içinde bulunduğum şartların tartışmasız bir gereği olarak müstear isim kullandım. “<ı>Aydın Sevinç” ismi nüfus cüzdanımda yazar ama benim resmi-kendi ismim değildir. Ancak en az kendi ismim kadar beni ifade eder, o da ayrı konu. Şimdilik bu kadar izahat vermekle yetinmek istiyorum. Da Vinci’nin Şifresi gibi oldu ama arif olanlar anlamıştır zaten çoktan sanırım.

Gelelim, blog yazdım neler geldi başıma mevzuuna. Malum yakın zamana kadar büyük ölçekli bir kurumda yönetici pozisyonunda çalışmaktaydım. Ve benim amatör bir uğraş, bir hobi olarak blog yazdığımı bilen, gerek kendi ekibim içerisinde, gerekse işyerimde pek çok insan, hatta sadık okur-takipçilerim bile vardı. Zaman zaman yazılarım hakkında karşılıklı yorumlar ve sohbetler bile yapardık.

Aklı evvel bir vatandaş, kendince beni zor duruma düşürmek, belki de işten attırmak gayesiyle; bağlı bulunduğum üst yöneticime, benim hakkımda bir şikayet-ihbar-istihbarat(!) dosyası sunma eblehliğini göstermiş.

Üst yöneticim beni odasına çağırdı ve masasında duran hayli kabarık dosyayı gösterdi. Neler mi var dosyada? En üstteki ilk sayfada, Milliyet Gazetesi merkez binada ilk yıl düzenlenen ve benim de katılmış olduğum blog yazarları buluşmasının toplu hatıra fotoğrafının bir çıktısı. Büyük ve önemli kanıt(!). Katılanlar hatırlayacaklar, bir, haftasonu gecesinde düzenlenmişti kokteyl ve izin bile almama gerek kalmamıştı firmamdan, katılım yapmak için. Cumartesi geldim İstanbul’a, pazar da İzmir’e döndüm.

Fotoğrafın altında da sanıyorum o güne dek Milliyet Blog sayfamda yayınlanmış yazılarımın tamamının yazıcı çıktıları. Yorumlar, yorumlara verdiğim cevaplar falan.

Yöneticime, ek iş yaptığımı, para karşılığı yazılar yazdığımı söyleme bayağılığında bile bulunmuşlar.

Güldüm tabi. “<ı>Bu elinizdeki dosyada bulunan yazılarımla gurur duyuyorum” dedim. Gizli, saklı, gayrımeşru bir iş olmadığını, tam aksine herkesle paylaşmak için yayınladığımı ve en önemlisi de bu işten tek kuruş para kazanmadığımı anlattım. “<ı>Balık tutmak, tavla oynamak, resim yapmak, fotoğraf çekmek gibi bir hobi bu” dedim.

Dosyayı hazırlayan ebleh cühelanın aksine kendisi de sıkı bir okur ve kültür insanı olan üst yöneticim durumu anladıktan sonra beni tebrik etti ve inşallah kitap da çıkarırsın temennileri ile beni destekleyip konuyu kapattı.

Bu olayın üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra daha çok yakın bir zaman önce yine blog yazdım neler geldi başıma sendromuna yakalandım fara tutulmuş tavşan gibi. Sıkı durun şimdi…

E malum pek çok yerle iş görüşmeleri falan yapıyorum son günlerde. Baya büyükçe bir firmanın patronu ile iş görüşmesine gittim. Neyse oradan buradan konuştuk. Sordu anlattım, sordum anlattı derken pat diye bir sual koydu önüme.

“<ı>Beyefendi, siz gelmeden, ben sizin hakkınızda biraz sordum soruşturdum. İstihbarat yaptım. Her şey çok güzel, hatta şaşırdım bile; bir insan hakkında bu kadar farklı kişiden, ağız birliği etmişçesine bir sürü olumlu şey duymaktan mütevellit. Ancak bir sorun, ve bir sorum var size.

Hayırdır inşallah dedim içimden. Dur bakalım ne çıkacak?

“<ı>Siz, Milliyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapıyormuşsunuz. Hem bizde çalışıp hem bu iş nasıl olacak söyler misiniz?”

Düşüp bayılacaktım. Bir karşımdaki koskoca firma patronuna, bir cehalete, bir memleketin haline baktım. Gülsem mi, ağlasam mı karar veremedim. Ve cevabı yapıştırdım, sakinliğimi koruyarak, biraz da o anda o patronu ve firmasını gözümde silmiş olmanın vermiş olduğu rahatlıkla:

“<ı>Beyefendi. Asında bu seviyedeki bir iş görüşmesinde, bu seviyesizlikte bir soruyla karşılaşmış olmanın şaşkınlığı içerisindeyim şu an. Ve böyle gayriciddi bir soruya cevap dahi vermek istemiyorum. Ama şunu bilmelisiniz ki ben, Milliyet gibi bir gazetede profesyonel köşe yazarı olarak çalışıyor olsam, Allahaşkınıza ne işim olurdu burada ve sizin karşınızda? Keşke öyle olsaydı. Ama maalesef öyle değil. O sizin aldığınız yanlış ve garabet istihbaratın kaynağını bence iyi sorgulayın da bir daha sizi böyle komik durumlara düşürmesin.

İşte böyle dostlar. Blog yazarları, biz amatör köşe yazıcıları; galiba ne İsa’ya yaranabiliyoruz, ne de Musa’ya değil mi?

Neyse, doğum günüm kutlu olsun, alkışlayan elleriniz dert görmesin :)

tüm BLOG kategorili yazılarım için tıklayınız

Bu blog Milliyet.com.tr sitesinden 19712 kez görüntülenmiştir

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..