- Kategori
- Aşk - Evlilik
Bu nasıl bir sevmektir, ne istiyoruz?

Aşkta gel-git hali süreklidir..
Kadınını çoğu defa kendisine sıra dışı gelen güzelliği yüzünden ayırır erkek, ötekilerden.
Bir şekilde başkası gibi değildir o kadının duruşu ve bir hal olur, sadece hal olmakla kalmaz bir bakarsın gider bu yüzden ona âşık bile olur.
İktidar biraz da yalnız olmaya aittir ve erkek hergün bu iktidarı yitirme telaş ve korkusu içinde birinin sıcaklığına gerek duyar gibidir.
Annesinin sıcak gögsü müdür acaba aradığı bilinmez bu da rivayettir elbet..
Burnu, göz kapakları, elleri, dişleri ya da belki ten rengidir ilgisini çeken....
Sonra hayal dünyası harekete geçer hissettiklerine takılır kafası.
Kahkahası, gülümsemesi, durgunluğu, düşünce biçimi, bazen bir bakışı, becerisi ya da beceriksizliği, dişiliği veyahut çocuksuluğu hoşuna gitmeye başlar.
Derken kokusunu keşfeder.
Banyodan yeni çıkmış ıslak halini, sabah uykudan kalktığında gülen şiş gözlerini, makyajsız cildini, ojesiz tırnaklarını bazen düşler sever, bazen de gözler sever..
Evet o asla başkaları gibi değildir.Bu nedenle ruh harekete geçer ve o kadın ´artık erkeğin sevdiği´ kadın olmaya yol almaya başlamıştır bile.
Sonra kadın kendisine gösterilen minicik, küçücük güzel şeyler yüzünden sevmeye başlar erkeğini.
Keşfedeceği yeni bir nesne gibidir kadının erkegine dogru gidişi..Önceleri kendisine gösterilen ilgi ve iltifatın hazzı ile coşan kadın, bu yüceltme efsunu biraz geri plana geçince bulmacanın ilk karesinin çözümüne girişecektir şüphesiz.
Erkek te kadınının ilgi ve şefkati ile beraber sevilmenin tadını alır.
Sevdiği tarafından sevilmek gibisi yoktur zaten.
Ama gel gör ki sevilmeye çok sevilmeye başlayınca tuhaflaşır insan bünyesi.
Her ruh çok sevilmeyi kaldıramaz.
Ve kadın sevmeye başladı mı kendini kaybeder.
Sevdiği erkeğin hayatını ele geçirme arzusu ayaga kalkar.
Bir tuhaf sahibi olma arzusu öne çıkmaya başlar.Başlangıçta erkek için de hoş bir durumdur bu. Üstünü başını toparlayan, evini çekip çeviren, önüne düzenli olarak yemekler koyan, kusursuz bir huzur sunan kadının bu sahiplenmesi muhteşem gelir erkeğe.
Muhtemel bir savaş alanından ne kadar da uzak görünmektedir o konforlu ilişki başlangıçta.
´Seni çok seviyorum´ diyen, hastayken ateşine bakan, bir demet çiçekle çıkıp gelen, gün içinde arayıp soran erkeğinin bu ekonomik sevme stili karşısında ´sevmeyi´ abartır kadın.
Adamın gardırobunu düzenleyerek başlar işe sonra beynini, yıllık plânını, arkadaş ilişkilerini düzenleme isteğiyle devam eder.
Mutfakta birikmiş bulaşıkları yıkar gibi erkeğin telefon defterinde de bir temizliğe girişme isteğiyle dolup taşar...
Çünkü bu arada karşılıklı tavizler verilmiştir.
Erkek ise o bir zamanlar aşık olmasına neden olan güzelliklerden rahatsızlık duymaya başlamıştır.
En azından saç renginin daha ´normal´, tırnak boyasının kırmızı olmamasını, mümkünse pantolonların bol, eteklerin uzun olmasını ister. Mesai saatlerine, iş yeri başarılarına, bazı dul ve bekâr kız arkadaşlara, eski dostluklara, geleceğe dair kişisel plânlara gıcık olmak gibi bir tuhaf halllerde peydahlanmıştır her nedense..
Kısa küskünlükler, uzun suskunluklara dönüşür... Uzun suskunluklar önce küçük, sonra büyüyen öfkelerin bilenmesine neden olmuştur.
´Neden herkes sıradan bir huzur yaşarken bu ilişkide sıra dışı bir bozukluk var´ sorusu hep havadadır artık.
Beraberlik standart bir kümese dönüşmüş gibidir de sanki dil söylemeye varmamaktadır.
İki taraf da birbirlerinin güzel, farklı, olağanüstü her özelliğini yolup atmak ve bu standart kümeste iki büklüm yaşamak için dövüşmeye başlar. Dövüşürler, didişirler ve kümesin tellerinde bir delik açabilen ve riski göze alan dışarı kaçar.
Bu noktada bir soru gelip akıllara takılmalı mı acaba?
Sanki bu ilişkide aşık olan kendisine aşık olmuş gibidir de ötekinde bu örtüşmemiş ve bunun farkında mı degildir?
Yoksa biz aslında kendimize mi aşık oluyoruz, aynen aynadaki suretimize aşık olur gibi.
Farkında olmadan kendi tanımladıgımız ve ifade ettigimiz bir sanal kimlige aşık oluyoruz da onun farklı oldugunu söyleyip onu mu seviyoruz?Sonra da adrenalinin etkisi geçmeye yüz tuttugunda bu defa onu kendimize benzetmeye çalışıp bunun için mi ugraşır didiniriz?
Kavga ederiz, küseriz, severiz, sevişiriz ama bütün ugraş bize benzetmek için midir?
Sonunda benzetiriz de galiba, ama tam benzedigini gördügümüzde de illüzyon biter ve farklı olmaktan çıkan bu sevgiliye olan aşk ta mı biter? Artık o ilginç ve farklı olan degil midir?Yeni bir aşka artık kanat çırpmanın zamanı mı gelmiştir?Sahip olunan nesnelerden vazgeçebilme riskini göze alabildigimiz an mı yeni bir koşuya çıkmaktayız?
Sonrası ise hepinizin bildiği hikâye...
Sevmenin bir zamanı stili ve standardı yok. Kanatlar yeniden çırpılmaya başladıgında konacak yeni bir yerin arayışı da başlamıştır artık.
Çıkarılıp bırakılmış bütün renkli tüyleri, taşları yeniden takıp takıştırıp sıra dışı delilikler yaşamanın eşigine dogru çılgın bir koşu yeniden başlamıştır.
Ama benim önerim;bu yeni koşuda bir daha kimsenin hayatını ele geçirmeye kalkmadan sevmeyi öğrenmenin ve sahiden sevmenin nasıl bir şey oldugunu içselleştirmenin de bir fırsatı gibidir bu.
Korkaklığımız, biraz da geleceği kurtarmak endişesinden midir acaba?
Geçmişten gelen gölgelerle soluklaşan bir gelecek mi yaşamalı, yoksa hiç yaşanmayan yaşanmadığı için de gölgelenmeyen, yaşanmamış ışıklı bir hayal olarak mı saklamalı isteklerimizi?
Dar kapılardan geçemediğimiz, yaşayamadığımız için pişman olacağız.
Bizi bekleyenin pişmanlık olduğunu düşünüyoruz, korkuyoruz hatta bazen sürüngen gibi oluyoruz.
Halbuki bilmiyoruz ki yaşadıklarımızdan olmayacak pişmanlığımız, yaşamadıklarımızdan olacak.
Nasıl yaşayacağımızın cevabını gene kendimiz bulacağız. Kendimizi dogrulamak için ötekinin yanlışlarına sıgınmaktan kurtuldugumuz gün enginlere açılma cesaretini bulacagız..
Bu dar kapılardan nasıl geçeceğimizi kendimiz öğreneceğiz.
Öğrenebilirsek eğer bir imkan olacak yoksa yine o kör karanlık kuyuya düşecegiz.
Bütün iç savaşlarda rehin alındı bu yürek, sanırım ilk defa hayatı duyumsuyorum.
Fotograf:İlke Veral