Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Aralık '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Bulutlarla dans eden kent; Kemer

Bulutlarla dans eden kent; Kemer
 

Bir kenti farklı kılan coğrafyası mıdır, yoksa içinde yaşayan insanların ürettiği kültür müdür sorusu, her zaman bir merak konusudur benim için. Ama herhalde sorunun doğru cevabı üçüncü bir şıktadır; bir kenti farklı kılan, özgün coğrafyasından beslenen kültürle biçimlenmesidir.

Bayramdan önceki haftamı, turizmimizin gözde mekânlarından birisi olan Kemer’de geçirdim. Bir zorunluluk neden olsa da, oldukça hoş bir deneyime vesile olduğunu söyleyebilirim.

Yaz mevsimleri kendisine özgü bir atmosferi olan tatil beldeleri, kış ayında kendi kabuğuna çekilir. Doğası ve yerel halkı ile baş başa kalırlar. İşte tam da bu dönemde, yani kentle aranıza giren insan kalabalığının dağıldığı ve curcunanın yarattığı atmosferin buhar olup kaybolduğu dönemlerde tanıyabilirsiniz bir kenti. Eğer uğradığınız bir yerde kentle yüz yüze gelmeye niyetiniz varsa elbet.

Kemer’in kendine özgü bir coğrafyası var. Yükselti ile derinliğin en uç örneklerinin sergilendiği, ancak nihayetinde birbirini eşitlediği bir geometriye sahip. Derinlikler suyla kaplanırken, yükseltiler bulutla taçlanıyor. Yani suyun her hali coğrafyaya desen oluşturuyor.

Kemer yerleşimini iki doğal sınır belirlemekte; Deniz ve dağ. Düz çizgiyi hiç sevmeyen yaratıcının, en güzel eserlerinden birisi olan Toros Dağları doğu yönünden gelip, Kemer Koyu’nun arkasından süzülüp, batı yönünden denize saplanarak kenti sarıp sarmalıyor. Avucunun içine almak istercesine bir hakimiyeti var dağların yerleşim üzerinde. Ama gerek o ihtişamlı dağları, gerekse de güneşin doğuşu ve batışında tüm görsel sanatlara konu mankeni olan olan denizi bulutsuz düşünmek mümkün değil. Bulutlar gözünüzün algıladığı her karenin vazgeçilmez arka planını oluşturuyor.

Belki de sınırını algılayamadığınız bir gökyüzünde dağlar yeterince etkileyici olmayacakken, bulutların sınırladığı bir sahnede dağlar daha bir heybetli, daha bir kabına sığmaz gözüküyorlar. Dağların yüksekliğine çocukça özenen teknelerin, onları taklit edercesine yükselttikleri direkleri ise, zannedersem Kemer’i simgeleyecek önemli görüntülerden birisi. Bir yat limanına sahip Kemer’i özel kılan görüntülerin içine teknelerin girmemesi nerdeyse mümkün değil. İnce uzun direklerden, teknelerin her bir köşesine uzanan çıplak ipleri, mevsimin onlar içinde kapalı olduğunun göstergesiydi. Ama suyun her bir hareketinin onları ağırdan da olsa bir o yana bir yana sallayışı, aslında içlerinin kıpır kıpır olduğunun ve belki de sahipleri cesaretli olabilseler, kışta kıyamette bile denize açılmaktan korkmayacaklarının işaretiydi.

Gündüzleri boş vakitlerimde şehrin sokaklarını dolaştım. Ama zannedersem bazılarınız Kemer’e şehir dememi yadırgayacaktır. Oysaki gerek nüfus, gerek donanım gerekse de işlevi itibari ile Kemer yerleşimi şehir unvanını fazlası ile hak ediyor. Zannedersem bizim ülkemizde örnekleri az olduğu içindir, insanların aklına şehir denilince kalabalık yerleşimler gelir. Oysa ben bugüne kadar ideal şehri tarif eden kriterler arasında; kalabalıklık, gürültülü olmak, trafiğin tıkalı olması gibi maddelere denk gelmedim. Hatta şehirle insan kalabalığı arasındaki bağ çokta güçlü değildir. Sakin, dingin, düzenli ve uyumlu yerleşimler de şehir sınıfına girebilir, hatta yalnızca bu nitelikte olanların şehir olarak adlandırılması bile söz konusu olabilir. Bizim bildiğimiz şehirleri, örneğin İstanbul'u hormanal dengesizliğin eseri olan köy olarak tanımlamak mümkün.

Doğanın tabii sınırları insanların Kemer’i karmaşık ve sınırsız bir kent haline getirmesine müsaade etmemiş. Ancak ne gariptir ki, kentin yatayda yayılım potansiyelinin azlığı, insan iradesini yüksekliğe teşvik edecek şekilde körüklememiş. Kent oldukça insanı boyutlarda inşa edilebilmiş. Yani insanı ezmeyen, insanın kendisini kent karşısında boğuluyormuş hissi vermeyen ebatlarda. Ki bu ebat için benim maksimum yüksekliğim en fazla 10-12 metre olmuştur ve Kemer’de de binalarda bu yükseklik ortalaması tutturulmuş. Gözü ve ruhu rahatsız eden bir yapılaşma tarzına denk gelmedim. İnsan iradesini bu şekilde bağlayan şeyin ne olduğunu da merak etmedim değil açıkcası. Aydın ve bilinçli bir elit yönetici grubun, toplumu ve vatandaşları ikna etmesi, bilinçlendirmesi ve yasanın gücünü doğru yönde icra etmesi mi, dış dünya ile temas halinde olan yerli halkın bu bilincin kendisine aşılanmasına gerek duymayacak kadar kent estetiğine sahip olması mı, yoksa kente ilk yol bağlantısının 1960 yılında sağlanmış olması ve kentin turizm potansiyelinin 1980’den sonra fark edilmesi ve kentin o döneme kadar kendisine has bir yerleşim dokusu oluşturmuş olması mıdır diye sık sık sordum kendime ama doğru cevabı alacağım kimseyi bulamadım.

Ama bölgenin, ancak kalıntıları gezilebilen Phaselis ve Olympos antik kentlerini de göz önüne alacak olursak, kent kültürünün yeşermesi için güçlü potansiyele sahip olduğunu söylemek mümkün.

Açıkçası, bir zorunluluğun neden olduğu bir tanışmada olsa, bir kenti tanımanın mutluluğunu ve heyecanını yaşadım. Bir kenti tanıdım ve değiştim. Umarım Kemer’i, daha sık görme fırsatını elde edebilirim.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..