Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Canım benim...

Aynı sözün aynı ağızdan kaç değişik biçimde çıktığına hayretle bakakaldığımız hüzünlü bir komedi oyunu gibi şu hayat dedikleri…

Canım benim…

Kendi sözcüklerimizin (ya da en azından artık “bizim de” olmuş sözlerin) kendi dudaklarımızdan dökülüşüne garipseyerek başladığımız sabahlara (ki bu “sabahlar” kavramı da başka başka bünyelerde ‘öğle saatleri’ne denk gelmektedir) uyanıyoruz bazı günler. Hani şu kalıplaşmış “yataktan hiç çıkmadan, yorganın altından tüm gün tavana dikme isteği gözleri” sahnesinde başrol oyuncu olduğumuz sabahlarda, yan yana geldiğinde en ümit dolu tınlamayla iç ısıtan iki kelimenin bu kez nasıl bir “hüzünç Derya’sına” dönüşüne şaşıyoruz…

Canım benim…

Son sayfalarına gelindiğinde “mutsuz son”un kaçınılmaz olduğu görülen romanların başlangıcı anımsandığında “ama böyle olmamalıydı; böyle bitmemeliydi” der gibi sanki, sonunu değiştirmek istediğimiz romanların hüzünlü sabahlarına uyanıyoruz kimi zaman. Ve “Bir anlamı olmadığına kanaat getirdiğimiz bu sabahların” başlangıcında, sabah dilimize takılan bir şarkının tüm gün söylenmesi gibi tıpkı, iki kelime takılıveriyor dudaklarımıza. Adresi aynı sözcüklerin bu kez farklı bir zarfta yol alışını izliyoruz; yavaş çalındığında hüzünlü bir sahneyi anlatan özünde neşeli Melih Kibar şarkıları gibi…

Canım benim…

Sonuna konulduğu cümleye “sonu değiştirilmek istenen roman” hissi veren “Oysa” sözcüğü, bir sabah ağzımızdan daha önce çıkmadığı tonda çıkan iki kelimenin sonuna konduğunda daha bir iç burkucu “final sözcüğü” olabiliyormuş mesela; renkli bir öyküden uyarlanmış siyah beyaz bir Türk Filmi’ne…

Dudaklarınızdan süzülüp avuçlarınıza dökülen kimi sözcükleri uzun uzun izlediğinizde, sözcüğün içini dolduran ruhu kimin verdiğini düşünebiliyormuşsunuz mesela bir sabah. Sözcüğün atfedildiği özne ile sözcüğün pınarı arasında bir mülkiyet anlaşmazlığı yaşandığına tanık olunabiliyormuş.

Canım benim…

Dışarıda bekleyen yığınla işe aldırmadan, tüm gün evdeki odamıza kapanıp aynı şarkıyı saatlerce dinleyebildiğimiz zamanlar hediye ediyorsa eğer Eylül, hediye paketine iliştirdiği kartta yazan iki sözcüğü de tıpkı paketin kendisini kabul edişimiz gibi kabullenmemiz gerekiyormuş hiç sorgusuz hesapsız…

Adresi değişmeyen sözcükleri her zamanki alıcısına göndermek yerine, artık yavaş yavaş içimizde tekrarlamaya başladığımız günleri sıralamaya başlamışsa eğer şu hayat dedikleri, tekrarladığımız sözcükleri nakarat yapmış eski şarkılara bu denli sığınmaya başlamamıza da şaşmamak gerek belki.

Canım benim…

“Şimdi seni özlemek mi; özlememek mi…”

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..