Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '07

 
Kategori
Tarih
 

Celali isyanları ve DTP

Celali isyanları ve DTP
 

''Devletler de insanlar gibidir.Doğar, büyür yaşar ve ölürler'' (İbn-i Haldun, Mukaddime kitabının yazarı, büyük İslam düşünürü)

Tarihi bilgi birikim ve muhakeme gücüne en fazla sahip olması gerekenler bir devletin yöneticileri olmalı.

Çünkü tarih bilgisi, bir doktorun elindeki röntgen veya kan tahlilleri gibidir. Doktor bu bilgilerden hareketle hastaya nasıl bir tedavi uygulaması gerektiğini anlar. Ona göre yaraya neşter vurur. Gelişigüzel bir müdahale hastanın yaşamını kaybetmesine neden olabilir.

Bu gün ülkemizin karşı karşıya olduğu sorun da hasta –doktor ilişkisinden farklı değildir. Olayı tarihten sayfalar açarak bir bağlantı kuracak olursak bu benzetmenin tutarlılığını daha net görme imkanı elde ederiz

Osmanlının en güçlü dönemlerinden biri olan Yavuz Döneminde başlayan Celali İsyanları, dalga dalga yayılmış ve duraklama döneminde hız kazanmıştır. İlk kez Yozgat bölgesinde isyan eden ''Celal'' ismindeki şahıs bir sembol, bir markaya dönüşmüş ve Celal öleli yıllar olmasına rağmen çıkarılan tüm isyanlar, ''Madein Celal'' diye anılmıştır.

Celali İsyanlarının temel nedenlerine baktığımızda ise şunları görürüz:

-Yöneticilerin halka kötü davranması,

-Tımarların(topraklar), halkın elinden alınarak hak etmeyenlere dağıtılması,

-Halkın yoksullaşması,

-Can- mal güvenliğinin kalmamamsı,

Yukarıdaki nedenler çoğaltılabilir. Netice itibari ile aç, perişan, yoksul olan halk, önce ''Celal'' isimli ''Asinin'' peşine, Celal öldükten sonra da Karayazıcı, Deli Hasan, Abaza Mehmet paşa, Vardar Ali Paşa gibi isyancıların peşine takılıp devlete baş kaldırmışlardır. Ortada ezilen bir toplum ve onun sözcülüğünü üstlenen isyancılar vardır. Yani bir neden sonuç ilişkisidir durum.

Ve bu isyanların hiç birinde imparatorluktan ayrılma, hele rejimi değiştirmek, devletin üniter yapısını bozmak gibi bir niyetleri söz konusu değildir. İsyanlar tamamen yöneticilere ve bozulan düzen karşı verilen bir tepkiden ibarettir.

Peki devletin bu isyanlara yaklaşımı nasıl olmuştur? Devlet, isyan eden halkı cezalandırmak politikası izlemiştir. Yani sorunların temeline inmek, halkın sesine kulak vermek yerine kaba kuvvet ve şiddet yolu tercih edilmiştir. Kuyucu Murat Paşa bu konuda en mahir kişilerden biridir. Lakabını da buradan aldığı rivayet edilmektedir.

Bir rivayete göre Anadolu’da seyahat ederken at üzerinden yuvarlanıp kuyuya düşmüştür. Bir rivayete göre de bir çok isyancıyı yani Celali’leri öldürtüp kuyuya kapattığı için bu ismi almıştır. Yani anlayacağınız günümüzün “Hortum Süleyman’ı”. IV. Murat da kaba kuvvet ve şiddet yolunu devam ettirmiş İstanbul’da güvenliği ancak bu şekilde sağlamıştır.

Sonuç olarak halkın devlete olan güveni sarsılmış , asayiş ve güvenlik kötü bir hal almış, halk toprağını, bağını bahçesini bırakarak daha güvenli gördüğü, karnını doyurabileceği şehirlere göç etmiş, ekonomi ve toprak sistemi daha da bozulmuştur.

Devletin bu iç çalkantısından en fazla yarar sağlayan devletler de Osmanlının o dönemki rakipleri olan Avusturya ve İran olmuştur.

Bu isyanlar 16. ve 17. yy da Osmanlı gibi çağın en büyük devletlerinden birinde yaşanmıştır. İsyanların neden ve sonuçları ve çözüm yöntemleri karşılaştırıldığında aradan dört yüz yıl geçmesine rağmen bu gün ülkemizin karşı karşıya olduğu sorunlarla örtüştüğünü söyleyebiliriz.

Bu gün basına demeç veren iki büyük paşamızın hata yaptıklarını itiraf ediyor ve bu hatadan mevcut yöneticilerin ders çıkarmaları gerektiğini söylüyorlar. Bu durum bizi son derece memnun etti. Büyükler de hata yapabilirler. Devlet büyüklerimizin bu itirafları, ülkenin uğradığı ekonomik zararı telafi edemez, verilen şehitleri de geri getiremez.

Geride kalan gözü yaşlı anneler, eşler ve yetim çocuklar için de bir şey ifade etmez. Ama, son derece onurlu ve alışılmadık bir davranıştır.

Evet ey halkım biz yanlış yaptık diyorlar. Aslında orada Kart –Kurt seslerinden türemiş bir halk değil bizim kardeşimiz olan ve isminin “Kürt” olduğunu söylemek isteyen bir kardeşimiz vardı.

Ve biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız ama:

-Açız,

-Yoksuluz,

-Eğitim imkanlarından yoksun kalıyoruz,

-Hastayız, biz de doktor istiyoruz,

-Kürt’üz ama yanlış anlamayın, biz ülkemizi çok seviyor ve ülkemizden ayrılmak istemiyoruz,

-Sadece sizin gibi biz de dilimizi serbestçe konuşmak istiyor ve halay çekmek istiyoruz,

-Ülkenin diğer insanları gibi mutlu olmak istiyoruz,

-İsyan ediyoruz ama yanlış anlamayın biz PKK’lı değiliz, siz üç beş kötü örneğe bakıp genelleme yapmayın

-Samimiyetimize inanmanızı istiyoruz,

-Bu ülkeyi, bayrağı hangimiz daha çok seviyor siz onu bilemezsiniz. Henüz bunu ölçecek bir terazi de yok. Keşke olsaydı. Benim vatan sevgisi hanemin daha ağır basacağını hep beraber görecektiniz.

-Bunları size haykırmaya çalışırken bile zorluk çekiyorum. Çünkü kulaklarınızı tıkamış, gözlerinizi kapatmışsınız.

- Sizinle iletişim kuramıyorum diyorlardı.

Fakat halkın bu yakarmaları dağlara- taşlara yazılı “Ne Mutlu Türküm Diyene” ibaresine çarpıp yankılandı, bölgedeki mutsuz bir Halk’a geri döndü.

Bu yakarmalara kayıtsız kalmayan –Niçin kayıtsız kalmadıkları ayrı bir mevzu- Lawrenc’in torunları, nerdeyse Ankara’daki yetkililerden daha çok bölgeye uğradı. Derken PKK diye bir illet çıktı ortaya. Halkın yankılanan sesine çare olacağını söyledi ve taraf toplamaya başladı.

Bu gün PKK’nın Uluslararası bağlantıları olan bir örgüt olduğunu kimse inkar etmiyor. Ve bu konu uzmanlık gerektiren bir konudur. Ama gerçek şu ki, bölge halkının belli bir kesimi PKK’lılaştı. Yukarda değindiğimiz “Celali’ler” gibi bu örgütün peşine takıldı. PKK onlar için bir hak savunucusu, haksızlığa karşı direnen cesur, silahlı bir liderdi. Devletle bunun için kavga ediyordu. Tıpkı Yozgatlı Celal gibi.

Bu yüzden sınır ötesi harekat bölgenin gerçeklerine gözleri kapatmaktan başka bir şey değildir. Asıl olan sınırın berisindeki insanların sorunlarını çözecek sosyal harekatlar düzenlemektir. Aksi takdirde “Celal” ölür ama ruhu baki kalır.

Son dönemlerde bölge halkının “Hak savunucusu” olduğunu iddia eden PKK ve DTP’nin zemin kaybetmesinin tek nedeni var, o da devletin “Şiddet elinin yerini şefkat elinin almasıdır”

Bölgeyi ziyaret eden Cumhurbaşkanımıza seslenen bir çoçuk aslında tüm bu konuşmalarımızı özetler nitelikteydi.:

“O babadır baba”

Evet devletin şefkatli, adil olması, tarih bilincine sahip olan ülke liderlerinin olması, ülkemizin barış ve huzur ülkesi olması dileğiyle…

 
Toplam blog
: 49
: 1026
Kayıt tarihi
: 04.11.07
 
 

On beş yıllık eğitimciyim. Halen bir devlet kurumunda öğretmenlik yapıyorum. Dünyanın en zor ama en ..