- Kategori
- Anılar
Devamı olmayan donuk kareler...
Zihin, yetenekleri henüz tümüyle aydınlığa kavuşturulamamış olan derin bir muamma... Adeta kendi içindebir uzay fakat hem sürekli işlek hem de bizlere oynadığı oyunlar var.
Hani okul yıllarında cümlenin baş kısmının verildiği , üç nokta halinde devamı bizlerden istenen alıştırma ödevleri , testleri vardı ya... Düşünür ve doğruya en yakın şekilde tamamlamaya çalışırdık. Bir de, çocukluğumuzda miadı dolmuş, eski film ruloları -her nedense- dışarılara, sağa, sola bırakılırdı. Onlardan bazı bölümleri keserek ya da kopartarak aydınlığa doğru kaldırıp bakarak devamı konusunda zihnimizden bir şeyler çıkartmaya çalışır, çocukça kurgularımızı yapardık. Bir süre sonra da saçmaladığımızı anlar, öylece bırakır, unutur giderdik.
Benzer şekilde, zaman zaman geçmiş yaşantımdan kareler yapışıyor zihnime...Devamını, seyrini bilemediğim, öylece bırakıp gittiğim donuk kareler...
Yıl 1989, yer Almanya'da Köln şehri. O zamanlar henüz Batı Almanya. Birleşmenin (Vereinigung) sessiz eşiğinde, ama hâ
lâ Batı... Hemen her Türk gibi, benim de yolum oraya düştü! Ama biraz farklı bir şekilde: Alman Hükümet'inden burslu olarak oradayım. Bir yandan Almanca dil kursuna devam ediyor, öte yandan da Birleşmiş Milletler 'in oradaki Yatırım özendirme Ajansı'nda (UNİDO/IPS) çalışıyoruz."...Gelincik sadeliğinde aşklar besleyip
Üretken, çalışkan ve insanlığa yararlı
Yarınlar düşlerdik, ah o yıllarda
Saf, içten hatta çocukça
Hayallerin özlemleri kucakladığı
O dar ve yokuşlu patikalarda
Hatta otobanlarda, ah o yıllarda..." (1)
Çalıştığımız bu yerde de dil kursunda olduğu gibi dünyanın değişik ülkelerinden (üç-beş yaş farkla) benzer yaş grubunda değişik bursiyerler var. Balaga' da bunlardan biri olarak geldiği bu işyerinde üstelik geçici kadro almış durumda. 28-30 yaş aralığında olduğunu anımsıyorum. İlk bakışta çekingen olduğu izlenimi veren, duyarlı, sakin, uyumlu ve işini iyi yapan Nijeryalı bir zenci genç. Ama ne yazık ki, bir bacağı bayağı aksıyordu...Zaman zaman da sağlam bacağı ile diğerini sanki sürüklüyordu... Neden olduğunu sormadım. O da bu konudan hiç bahsetmedi. Dolayısıyla da bilemiyorum. Bu kişilerin böylesi durumların - o kişi bir vesile ile anlatmadıkça- sor(g)ulanmasından hoşlanmayacaklarını düşündüğümden...Ama yüzünde zaman zaman beliren aydınlık, oralarda yaşama tutunduğu umudun ikiz kızlarından cesareti ele veriyor, öfkeyi ise saklıyor gibiydi...
"Sormamak ne zaman iyidir,/ İstemiyorsa karşımızdaki
çerçöp süprüntü içindeyken dünya/ Sanki dağılmış pazar yeri
Bırak, o soru kalsın zihninde / Arasın dursun iyilikleri, güzellikleri..." (2)
Neyse...Bir gün Nick Notle'ın üstten çekiçle vurularak biraz kısaltılmış ve şişmanlatılmış halini anımsatan bölüm şefim Alman Klaus Kempf ile Balaga'nın Köln'ün Clodwichplatz'da semt meydanına yakın, restore edilmiş bir atölye-fabrika bozması evine uğramıştık. Yüksek pencerelerin ardında, yaklaşık 150 metrekarelik geniş ve yüksek bir kapalı alan.... Dörtte birlik bölümüne de metal bir merdiven ile çıkılan, etrafı balkon gibi demir parmaklıklarla çevrili yüksekçe ek bir bölüm ilave edilmiş.
Aman o da ne... Orada, aralarında sanki bir-iki yaştan fazla fark olmayan -en küçüğü 1,5, en büyüğü de 11-12 yaşlarında- tam altı tane şirin çocuk! Renkleri koyu siyahtan koyu kahverengiye doğru bir yelpaze gibi açılan, kıvır kıvır saçları, cin gibi bakan iri, siyah gözleriyle oynaşan tam altı zenci çocuk. Önce burası kreş falan mı diye düşündüm ama soruma "Nein, Da ist unsere Haüse!" (Hayır, burası bizim evimiz!) yanıtını almam gecikmedi. Eşi de oradaydı. 43-45 yaşlarında sarışın, oldukça şişman, biraz ablak (patates) yüzlü ama sakin, ne yaptığını , ne istediğini bilen tavırlar içinde soğukkanlı bir Alman kadın. Durum o ki; kadın fiziksel çekiciliğinin zayıflığı karşısında yalnız kalma endişesiyle kendine yabancı bir eş seçmiş, adam da bu evlilik yoluyla burslu olarak geldiği bu rüya ülkede daimi oturma izni hatta ikinci vatandaşlık hakkı temin etmek suretiyle rasyonel bir birlikteliğe yönelmişler. Hem biyolojik hem de sosyal yaşamlarını bu zemin üstünde sağlamlaştırarak sürdürürken, çocuk başına hatırı sayılır bir meblağa ulaşan devlet yardımı parasını da -Alman eşin çalışmasına gerek kalmayacak bir şekilde- ekonomik refahlarına ciddi bir katkı olarak edinmiş görünüyorlardı.
O denge sonra ne oldu? Kişiler sağ ise, devam ediyor mu, etmiyorsa zamanın post modern akıntısına ne kadar dayandı?
Ya o çocuklar? En küçüğü günümüz itibariyle 28'ine, en büyükleri de 40'ına dayanmış o çocukların çift kültürlü yaşam serüvenleri nasıl seyretti acaba? Bugün doğdukları topraklara akın eden Suriyeli ve Arap göçmenler için ne düşünüyorlar, tutumları nedir? Üç nokta...Kesik film kareleri...Donuk kareler...
Boş zamanlarda zihnime üşüşen böylesi çok sayıda olay ve durum var aslında...Ardındaki açık boşluğu kendimizce doldurduğumuz...
"Yaşatanlar için"
"Anılar durmaz yerinde/ değişiverir bazen günübirlik
bir de güzel yaşadık dersin/ kandırırsın kendini/ silinir gider
bazı anılar var ki/ yürek vurgunu dedikleri bu olsa/ vurur kanatır
anılar da var/ geldiği an aklına/ insanı kanatlandıran."(3)
Aslında...
Bu "kare kare" algılayış Kuantum fiziğinin öğretisine uygun. Zamanı bizlere akan ve ilintili süreçler halinde algılatan durum öğreti, eğitim ve sistemlerin bize karşı rahatlatıcı bir oyunuymuş.
O kısımları nasıl doldurduğumuz da önemli: İyimserlikle mi, kötümserlikle mi? Bunu da daha çok içinde bulunduğumuz koşullar ve ona dayalı ruh halimiz belirlemekte.
Niye geleceğe bakmak varken daha çok geçmişe takılıyoruz? Yoksa bu durum özellikle ülke genelinde uzunca bir süredir yaşamakta olduğumuz sosyal, psikolojik ve iktisadi yönlerden olumsuz koşullar nedeniyle geleceğe dair umutların azalması ile mi ilintili?
Yoksa daha çok yaşla mı ilgili? Öyle görünüyor ki, yaş aldıkça sanki daha düzensizce çalışan saatler kullanmaya başlıyoruz. Saatin çarkları eskine oranla daha düzensiz, -bazen çok hızlı, bazen çok yavaş- çalışıyor olabilir mi?
Yoksa belleğin bir oyunu mu? Unutmak istediğimiz şeyler karşısında bellek o dört ayaklı, sadık ve havlayan hayvancık gibi -attığımız şeyleri- kuyruğunu sallaya sallaya bizlere geri mi getirmekte?
Geriye doğru anımsamalarımız bir anlamda arabayı geri geri sürmek gibi değil mi? Ama arabalarla bu sürüş tarzını gerekmedikçe fazla kullanmayız. Öyle değil mi?
En kötüsü de o ki; ülke gerisin geri giderken, biyoritmimiz, saatlerimiz, zihinlerimiz de ona uyum sağlıyor olmasın!
İ. Ersin KABAOĞLU,
4 MART 2016, Ankara.
Not;
(1) "Bağ Bozumu" başlıklı şirimden anlama özel uyarlama(m).
(2) Behçet Necatigil'in vefatında masasında taslak olarak bulunan "Pazarcılar" başlıklı şiirinden anlama özel uyarlama(m).
(3) Fatih Kaymakçıoğlu , "Çiğ Taneleri" adlı yeni yayınlanan şiir kitabından "yaşatanlar için" başlıklı şiir. Ürün Yayınları, Ankara, 2016. s.29