Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Temmuz '09

 
Kategori
Siyaset
 

Devrim, özgürlüğü gerçek kılma çabasıdır

Devrim, özgürlüğü gerçek kılma çabasıdır
 

“Devrimi satın alamazsınız, devrimi yapamazsınız, devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde.”

Ünlü anarşist yazar Ursula K. LeGuin’in kült kitabı "Mülksüzler"in en aklıda kalan pasajıdır bu sözler. Devrim ve hayatın anlamını farklılaştıran bir içerik taşıyor. Kitabı okunmanızı tavsiye ederim.

Devrim meselesi, çok uzun bir zamandan beridir devrimciler için iktidarın teslim alınmasına indirgenmiş durumda. Sosyalistler tarafından sorun, burjuva ideolojisine inanan insanların alt edilip, yerine işçi sınıfı ideolojisine bağlı insanların oturması ile çözülebilecek bir şey gibi algılanıyor. Mesele iktidarı ele geçirmek olunca, yol ve yöntem ikinci plana iniyor. Bir süre sonra iktidara uzanan her yol mubah hale geliyor. Anti demokratik, insan haklarını askıya alan, şiddet ve savaş içerenlerde dahil.

Oysa reel sosyalizm deneyimleri gösterdi ki, yöntem amacı şekillendiriyor. Tercih ettiğiniz yol, sizi ulaşmak istediğiniz yoldan alıkoyabiliyor. Hatta yolun kendisi, vardığı noktanın sizin istediğiniz yer olduğu konusunda sizi ikna edebiliyor. Çünkü yol boyunca yolun her mesafesinde sizde beraberinde değişim gösteriyorsunuz. 1968 gençliğinin isyan hareketleri ile birlikte ortaya çıkan felsefi akımları da biraz inceleyecek olursak, meselenin, ulaşılmak istenen nokta değil, gidilen yol olduğu, yolun hayatın kendisine karşılık geldiği vb. görüşleri de küçümsememek gerekiyor.

Kısacası, kapitalist rejimi yıkıp, yerine füzelerle, tanklarla, silahlarla gövde gösterisi yapan bir başka rejim inşa etmeniz, aslında sizi farklı bir noktaya götürmüyor.

Bu nedenle 1919’da Rusya’da gerçekleşen devrim, dünya sosyalist camiasında büyük bir coşku yaratmış olsa da, 1970’lerin ortalarına gelindiğinde ulaşılan noktanın istenilen nokta olmadığı, dünya sosyalist camianın büyük çoğunluğu tarafından anlaşılmıştı.

Bunu, 1945’lerden itibaren fark edenler ise sosyalist camianın aydın ve entelektüel isimleri oldu. Fransız Sartre, İngiliz Bertnard Russell, Türkiye’den Mehmet Ali Aybar gibi batı toplumundaki sosyalist düşünürler, 1970’lere gelmeden SSCB’nin ya da reel sosyalizmin deneyiminin, eşit, özgür ve adil bir sosyalizm hedefinden uzaklaştığını dile getirmeye, alternatif yol ve yöntemler üzerine zihinlerini meşgul etmeye başlamışlardı.

Hatta daha da ileri giden ve sosyalizmle kopuş yaşayanlar da oldu. O tarz düşünürlerin de fikirleri ciddi bir etki alanı yarattı. Örneğin günümüzde fikirlerine en fazla danışılan düşünürlerden Karl Popper, “Yüzyılın Dersi / Özgürlüğün En Büyük Düşmanı Eşitlik” isimli kitabında şunlardan bahsetmişti;

“Birkaç yıl boyunca, hatta Marksizm'i reddettikten sonra bile sosyalist olarak kalmaya devam ettim; eğer sosyalizmin bireysel özgürlüklerle kaynaşabilmesi mümkün olsaydı, bugün hala sosyalist olabilirdim. Çünkü siyasal ve sosyal açıdan herkesin eşit olduğu bir toplumda gösterişsiz, basit ve özgür bir yaşam sürmükten daha iyi bir şey olamaz. Fakat bunun sadece çok güzel bir hayal olduğunu anlamam çok uzun sürdü. Yani, özgürlüğün eşitlikten daha önemli olduğunu, eşitliği gerçekleştirme girişimlerinin özgürlüğü tehlikeye düşürdüğünü ve özgürlüğün yitirilmesi halinde özgür olmayanlar arasında bile eşitliği sağlamanın mümkün olmayacağını çok geç fark ettim.”

Bu sözlerinde elbette tartışılır tarafları var. Ancak dünya nüfusunun önemli bir kısmı hala, sahte bir özgürlük de sahip olsa kapitalizmi, sosyalizmin eşitliğine yeğ tutuyor. İnsanların büyük çoğunluğu kendi içerisinde yer aldıkları kapitalist rejimleri eleştiriyorlar. Ancak bu eleştiri ciddi tepkilere, mevcut rejimi yıkacak adımlara dönüşmüyor. Bunun nedenlerinden birisi ise, bu insanlara, kapitalizmin sahte özgürlüğünün az ötesinde bile olsa özgürlük vaat eden bir rejim alternatifinin oluşmamasıdır.

Bu noktada iki unsur fazlası ile ön plana çıkıyor;

İlki kapitalizme yani eşitliksiz, baskıcı ve sömürücü bir düzene karşı çıkarken, kullanılan araçlar, ulaşılmak istenen hedef ile uyumlu olmalıdır.

İkincisi, eşitlik denilen kavram uzunluk ve ağırlık gibi ölçülebilir bir şey değildir. Ve özgürlüğü kısıtlayarak elde edilmek istenen eşitlik, bir fotokopi toplumdan başka bir şey üretmez. Bu da neticede faşizmden başka bir yola çıkmaz.

Özgür toplum, neticede baskı üreten mekanizmalara da karşı çıkacaktır. Baskı üreten mekanizmaların olmadığı bir toplumda ise, bir kişinin toplumun geri kalanını sömürmesi, bunu işler kılan yöntemler geliştirmesi mümkün olmayacaktır.

Bu nedenle salt eşitlik kurulması doğrudan ve kaçınılmaz olarak özgürlüğün yolunu açan bir kapı değildir, çünkü eşitlik denilen kavram zor mekanizmaları aracılığı ile de kurulabilir. Örneğin reel sosyalizm bu eşitliği kurduğunu iddia etmişti.

Ancak özgürlüğün gerçek kılınabildiği toplumlarda, eşitlik daha kolay elde edilir. Çünkü özgür olabilen her birey ve toplum, kendi aleyhine gelişen her etkinliğe itiraz etme hakkına da daha fazla kavuşmuş olacaktır.

Tüm bu noktaları üst üste koyduğumuzda ulaştığımız nokta şunlar olacaktır;

Eğer bir sistemi çekici kılan özelliklerin sahte olduğuna inanıyorsanız, o sistemi yok etmenin esas yolu onu dışarıdan yıkmak değil, onu çekici kılan özelliklerini gerçek kılma çabasıdır.

Kapitalizmin içinde şu ana kadar bunun örnekleri hep yaşandı. İşçilerin örgütlenme, refahtan pay alma çabaları, kadınların eşitlik, yeşillerin daha yaşanabilir bir çevre talepleri sonucunda ulaşılan noktanın, burjuvazinin bağışladığı bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz. Neticede tamamı daha fazla özgürlük, eşitlik ve daha fazla yaşanabilir bir dünya isteyenlerin mücadeleleri sonucunda elde edildi. Bunlar "devrim yaparak değil, devrim olunarak" elde edilen haklardı ve bu mücadeleyi iktidar mücadelesinden çıkarıp, yaşamın içine yayabilen yerler, insanlığın geldiği noktada dünyanın en çok yaşanılabilir yerleri oldular.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..