Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dilenci Vapuru

Dilenci Vapuru
 

Ne yapıyorum? Ne işi var elimde bir hışımla tepeme kaldırdığım çingene çocuğun seyyar ayakkabı boyama tezgahının? Kimim ben? Ben yapar mıydım böyle şeyler? Aha! Fırlattım lan tezgahı yere... Oha! Tezgah kırıldı ek yerlerinden. Çivileri falan gözüktü, tahtalarından ses geldi. İçindeki cam boya kavanozlarının bazısı kırldı. Siyahı, kahverengisi aktı kaldırıma. Sanki tezgahın kanı akmış gibi oldu.

Çingene çocuk hayretle bana bakıyor. Korkmamış ama şaşırmış. Böylesi bir hareket, akıl alır şey değil. Benim bile aklım almıyor üzerinden 14 yıl geçtikten sonra dahi. Manitaya hava yapıyorum. ilk buluşmamız. Musallat oldu çingene çocuk. Para verip de kendisini başımdan atayım istiyor.

Kutuyu fırlatınca o zamanki manita "sen manyak mısın kerem" dedi. Yok canım ne alakası var. Sadece heyecanlanınca kendime hakim olamıyorum.

En zoruda çocuk küfür edip yanımızdan koşarak gidince başladı. Nereye gittiğini biliyorum çünkü. Arkadaşlarını, kardeşlerini, kendisini 14 yaşındayken doğuran annesini, annesine toğumu 15 yaşındayken eken babasını, velveleci ablalarını, jiletci abilerini, tükürükçü teyzelerini çağırmaya gidiyordu. Kadıköy'ün çingene klanı 5 dakikaya kalmaz başımıza üşüşecekti. Beni tokatlayacak, tehdit edecek, şanslıysam jiletle sadece montumu, değilsem yüzüm gözümü yırtacaklardı. Peki haksızlar mıydı?

Kaçmam lazımdı. Ama yanımda bu topuklu giyen kızla kaçamazdım. Kimdi sahi bu kız? Ne işim vardı benim onunla yahu? Bir an kızı orada bırakıp kaçmayı düşündüm. Sonra bu fikiri çok kısa bir sürede de olsa etraflıca muhakeme ettim. Olmazdı. Çünkü okulda çok dalga geçerlerdi benimle sonra.

Kaçmamız gerektiğini söylemeliydim ve bunu yapmak istemiyordum. Hiç vaktim yoktu. Çok acele bir karar vermeliydim.

Ne mi yaptım?

Sorun bakalım ne yaptım...

***

Uyumak isterim, dalamam. İyi yazmak istediğimde gelmez iki kelime bir araya. Attığım en güzel gollerde top aslında atmak istediğim yere gitmemişti. Ben yinede o şutu kast emiş gibi yapmayı ihmal etmedim.

Sevgilimin beni çok sevmesini istediğim zamanlarda bitlerini ayıklayan bir maymun kadar cekici oluyorum. Bazen de neden beni sevdiğini anlayamıyorum. Durup dururken "canımm" diyor. Aklıma türlü şeyler geliyor. Acaba diyorum, benim bilmediğim bir şey mi biliyor. "Ölecek miyim yoksa" diye düşünüyorum.

***

Sevgili Suzan,

Koridorun ucundaki kapıyı açıp da bizim ofise girdiğinde, o bıcır bıcır sesini duyduğumda sanki içeri bülbüller, kanaryalar basmışta bir ağızdan şakıyormuş gibi hissediyorum. Bahar geliyor. Sadece sesinden ve çoşkundan değil, giydiğin kıyafetlerin renginden, eteğindeki çeçekli işlemlerden, kokundan, adımlarını atışından, kahveni içişine yaptığın ve sana ait olan herşey bende büyük bir aşk uyandırıyor. Gelip yanına seninle konuşmak istiyorum ama çekiniyorum. Çünkü sen hep şakıyor ve parlıyorsun. Beni duymazsın, görmezsin diye korkuyorum. lütfen bir gün ofise sessizce gir ve bir seferlikte olsa sen dinle. Belki sana bir şey söylemek isteyen birisi vardır?

Yukarıdaki mektubu ben yazdım. Anonim bir şekilde şirket içi posta adresine verip nevrotik sekreter Suzan'a gönderdim. Kendisi dünyanın en çok konuşan insanı. Geçen gün Taksim servisinde beraber gittik. Gebze'den Taksim'e kadar tam bir buçuk saat boyunca makineli tüfek gibi car car konuştu. Serviste onu dinlemek isteyen kimse kalmayınca da telefonda konuştu. Annesini fırçaladı, eski sevgilisi (vah zavallım) ile kavga edip ağlarmış gibi yaptı, ev sahibine evin kapısını değiştirmediği için şarladı, telefonunu servisten hala vermeyen teknosa müşteri hizmetleri temsilcisini ise doğduğuna pişman etti. Bir ara "artık biraz sus" der gibi bakmaya tenezzül ederek arkaya baktım, eli böyle kedi pençesi gibi gerildi. O tırnakları ki bana jilet gibi keskin gözüktü. Lafımı yutup paşa paşa önüme döndüm.

Bu nevrotik sekreter Suzan var ya, iki gram güneşi görmesin, mini eteği çeker, sanki çok zarifmiş gibi, etek giymiş bir erkek gibi hayaları varmışcasına sert adımlarla yeri göğü inlete inlete yürürür. En güzel odur, en akıllı odur. O olmazsa fabrika batar!

Anlayamadım derdini ve işte yukarıdaki mektubu yazdım. Bakalım bir değişiklik olacak mı hareketlerinde, ilgiyle takip ediyorum.

***

Bir akrabamız vardı eskiden, nasıl şişman bir adam...

Boy 1,50 m. En de bir 1,50 m. Adeta bir kare.

Bize geldiği zaman hızlı hızlı yer, yemekten konuşamaz ve çok zor nefes alırdı. Sehpa kullanmaz, çay bardağını, garnitür, börek ve kurabiyelerin olduğunu tabağını göbeğinin üstüne koyardı. Güldüğü zaman çay bardağı sallanır ama çay asla ama asla dökülmezdi . Ben görmedim ama rivayet ediliyorduki çilingir sofrasını bile göbeğinin üstüne kuruyormuş... Diyenlerin yalancısıyım.

Bir keresinde bize geldiğinde yine çok yedi ve iyice zor nefes almaya başladı. Mutfağa gidip anneme dedimki "oldu olacak bir de helvasını yap adamın. Onu da yesin, son nefesini versin... buradan gusulhaneye gideriz, sonra paketletip defnediriz dedim."

"Kime benzedin sen oğlum" demişti annem bana.

İşte o çok yediği gün, hani yüzüğü parmağa takarsın ama çıkaramazsın ya, işte aynı şekilde adam sandalyenin kolçaklarına sıkıştı, çıkamıyor. Kardeşim ve ben iki yanından sarkan yağları itiyoruz ama o kadar şişmanki, böyle ellerimiz kollarımız o yağ denizinden adeta kayboluyor. Bataklığa batmışız gibi oluyor. Sanki o yağ denizinde sıkışmış, boğulmuş başka çıcuklarda var gibi gelmişti bana.

Babam adamı kollarından tutup çekiyor, annem sırtından itiyor...Yok arkadaş adam sıkıştı çıkmıyor. Sonra biz ailece fil doğurtuyormuş gibi yorulduk. Biraz soluklanalım sonra devam ederiz deyip oturduk. O sırada baktım bu lavuk, kardeşimin tabağında kalan son tahinli kurabiyeye doğru uzanıyor. Çok komik bir andı, çok çok komik bir andı, kahkahayı basacaktım ki aynı anda üzerimde iki çift gözün baskısını hissettim. Hem annem hem babam gözlerini kocaman açmışlar "GÜLME SAKINN" diye bağırıyorlar bana. Elimle kahkamı bastırıp odadan dışarı koştum ve dışarıda serbest bıraktı. Hemen arkamdan kardeşim geldi, biz zehir yemiş hamamböceği gibi sırt üstü yatmışız yere, ayaklar boşluğa tekme atıyor. Kardeşim o arada "hala kurabiye yemeye çalışıyor" demeye çalışıyor ama lafını bitirmeden tükürükler saçarak gülüyor. Arkamızdan babam odadan hışımla çıkıp bahçeye gitti. Biraz sonra elinde keserle döndü.

Sandalyeyi kıracakmış...

K.

İşte böyle. diyetteyim ben. mazallah.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..